Muhatap meselesi
Cumhurbaşkanı’nın ‘en önemli meselemiz’ olarak adlandırdığı Kürt kimliğine ilişkin taleplerin karşılanmasını nihayet mümkün kılabilecek bir dönemden geçiyoruz. Dünya koşulları müsait... Küresel pazarın ve siyaset dengelerinin gerektirdiği istikrarın bu bölgeye de gelmesi, enerji yolları ve entegrasyon açısından önemli olduğu kadar, doğrudan ABD’nin ‘dış politika maliyetini’ de azaltacak. Dünyanın zihnî yaklaşımı da müsait... Konuşmanın, birlikte geleceğe bakmanın, iknanın daha meşru kabul edildiği bir anlam dünyamız var. Geçmişteki en hafifinden pazarlıkçı, ama esas itibariyle çatışmacı ulus-devlet tavrının artık makbul sayılmadığını görüyoruz. Kürt meselesine olan yaklaşım da, bu konu ulusal sınırları aşan bir hüviyete sahip olduğu ölçüde, yeni bir yaklaşımı davet ediyor.
Öte yandan komşulara karşı gösterilen ‘yumuşak’ stratejinin bizzat kendi vatandaşlarından esirgenmesi kolay açıklanabilecek bir durum değil. Üstelik AKP hükümetinin dış politikada sergilemeye çalıştığı yeni vizyonla da uyumlu olmak gibi bir kaygısı var. Ama Kürt kimliği etrafındaki toplumsal taleplerin konuşulmasını asıl mümkün kılan gelişme muhtemelen Ergenekon davası. Çünkü bu dava askerin belirlediği ve teşvik ettiği devletçi yaklaşımın hükümeti sınırlayan ve yönlendiren etkisini büyük ölçüde azaltmış durumda. Başbakan’ın gayrımüslimlere yapılmış olanları ‘faşistlik’ olarak tanımlaması nasıl belirli bir özgürlük ortamını ima etmekteyse, Kürt kimliğine ilişkin önermelerin ciddiye alınabilmesi de böyle bir ortamın varlığını gerektiriyor. Meclis’teki Kürt milletvekilleri ise daha da ileri bir analiz yapıyorlar... Onlara göre eğer Ergenekon davası açılmasaydı, Kürt meselesinin hükümetin gündemine gelmesi bile mümkün olmayacaktı. Çünkü bu dava hem hükümete bir psikolojik üstünlük ve meşruiyet kazandırdı, hem de Kürt meselesinin bitmeyen bir çatışmaya dönüşmesini açıklayan birtakım deliller ortaya çıkardı. Böylece hükümetin kendisini ‘devletin çatışma siyasetinden’ ayrıştırması mümkün hale geldi.
Bu tablonun doğal olarak bir de karşılığı var ve o cenahta da ibre çözümden yana yaklaşımları gösteriyor. DTP’nin barış ve diyalog çağrıları, Karayılan’ın toprak bütünlüğünü kollayan söylemiyle birleşerek, kimliksel taleplerin vatandaşlık bağlamında karşılanmasının yolunu açıyor. Kısacası gelinen noktada bu sorunun çözülmemesi için fazla bir neden gözükmüyor. Öyle ki hükümet niyetini iradesine yansıttığı anda hızla yol alabilecek durumda. Muhalefet partilerinin karşı çıkışlarının ise geniş bir toplumsal karşılığı yok. Hele hükümetin askeri de ikna eden bir strateji takip etmesi durumunda muhalefetin medya nezdinde de etkisinin azalacağı tahmin edilebilir. Geçenlerde bir AKP milletvekilinin bir sohbette hatırlattığı üzere, muhalefet Kürtçe yayın yapan TRT 6 ile ilgili de sert çıkışlar yapmış, ama askerin o kanalı ‘faydalı’ bulduğunu söylemesi üzerine mesele kapanmıştı.
Kısacası Kürt meselesinde hükümetten bilinçli, tutarlı ve çözüme yönelik bir siyaset izlemeyi beklememiz çok doğal. Ne var ki bu beklenti bir türlü karşılanamıyor... Kendisinden beklenen sağlam duruşu hükümet bir türlü gösteremiyor. Hatta tam aksi yönde anlamlar taşıyan bir tutuklama kampanyasına onay veriliyor. Meclis’te yer almayan yüzden fazla üst düzey DTP’li sırf PKK ile bağları olduğu için bugün gözaltındalar. Dahası şimdilik bir süre için ertelenmiş de olsa, yargının eli Meclis’e de uzanmış durumda ve bazı DTP’li milletvekillerinin de tutuklanma ihtimali var. Oysa şurası açık: Bölgede PKK ile ailesel veya ideolojik bağı olmayan Kürt bulmak giderek zorlaşırken, Kürt siyasetinin yolu da büyük ölçüde PKK bağlantıları nedeniyle çekilen eziyetlerden ve o yolda edinilen deneyimlerden geçiyor. Dolayısıyla Kürt kimliğine ilişkin taleplerin ele alınacağı bir süreçte PKK bağlantısı olmayan bir ‘muhatap’ bulmak mümkün olmayacak.
Ama AKP’yi sıkıştıran nokta da tam burası... Çünkü AKP demokrat bir siyasete ne hazır, ne de bunun gereklerinin tam olarak farkında. Aynen seçimlerdeki genel stratejisine benzer bir biçimde, ülkenin her sorununu kendi uygun bulduğu bir zamanlamaya göre ve yukardan bir eda ile ‘bahşettiği’ lütuflar sayesinde çözeceğini sanıyor. Bu ataerkilliği kültürel açıdan anlamak mümkün olsa da, ima ettiği siyasi aczin maliyeti çok yüksek. AKP Türkiye’nin sorunlarını çözmeye talip ve niyetli, ama bunu ‘muhatapsız’ yapmak istiyor. Ve bu yaklaşım da her sorunu çözümsüzlüğe itiyor, çünkü günümüzde ‘çözüm’ ancak ve özellikle mağdurun ikna olmasıyla işlevselleşiyor.
Günümüzün meselelerini nasıl klasik otoriter ulus-devlet zihniyetiyle emir vererek çözemiyorsanız, ataerkilliğin ‘şefkatli korumacılığı’ ile de çözemiyorsunuz. Günümüzün meseleleri demokrat bir yaklaşımı talep ediyor, çünkü aksi halde ‘çözüm’ olarak sunulanlar meşru ve kalıcı olamıyor. Böyle bir yaklaşım ise gerçek muhataplarla konuşmayı gerektirmekte. Diğer bir deyişle bırakın muhatapları es geçmeyi, muhatabınızı seçme şansınız bile artık yok. Hayat ve geçmişteki yanlışlarınız bazen istemediğiniz muhataplar da üretiyor ve onlarla aynı masaya oturmak zorunda kalıyorsunuz.
Devlet geleneği bunu hazmetmekte zorlanıyor... Ama yine de tek şans kendi içindeki Kürtleri kimlikleriyle kabullenme yolunda hızla ilerleyen AKP. Çünkü askerin ve muhalefetin zihniyetine baktığınızda görüyorsunuz ki, bu ülkenin önünde AKP’nin ‘olgunlaşmasından’ başka pek bir çıkış yok...
TARAF
YAZIYA YORUM KAT