Muhatabınız siyasetinizdir
Hatip Dicle'nin milletvekili olamamasını bir meclis boykotuna dönüştürürken, BDP'liler muhtemelen çok verimli bir siyasi adım attıklarını düşünüyorlardı.
Dicle'nin yasal açıdan milletvekili olamayacağının farkında olmalarına karşın YSK'ya müracaatları sistemin zorlanmasıydı. YSK ise kasıtlı gözüken kararlarla BDP'yi bir tür tuzağa düşürmek üzere davrandı ve bu durumun afişe olması, Kürt siyasetine yeni bir meşruiyet alanı açtı: Devletin hâlâ kendilerine ayrımcı ve kasıtlı bir davranış içinde olduğundan hareketle tüm sistemi karşısına alma şansı doğdu. PKK/BDP çizgisinin bu bakışında epeyce tutarlı olduğunu söylemek gerek. Kürt siyaseti, Türkiye devleti ile hükümetleri ayırt ederek meseleye yaklaşmaktan hoşlanmıyor. Bunu bir siyaset değil, devlet meselesi haline getirdiği ölçüde, kendisini de Kürtler nezdinde 'devletleştireceğini', yani kimliğin tek ve gerçek sahibi olarak hareket edebileceğini düşünüyor.
Bu stratejinin sonucu oluşan dil, söz konusu bakışı ortaya koymakta. Örneğin bütün BDP yöneticileri Dicle'ye 'haksızlık' yapıldığını söylüyorlar. Bu ilginç bir sözcük, çünkü eğer YSK işin başında Dicle'nin milletvekili olamayacağını söyleseydi, kimse buna 'haksızlık' diyemez, olsa olsa hukukun antidemokratik niteliğinden bahsedilebilirdi. Ne var ki 'hukukun antidemokratik niteliği' tüm Türkiye'nin sorunu ve bu nedenle oradaki zafiyet doğrudan Kürt siyasetine hizmet etmiyor. Oysa YSK'nın tutumu bir siyasi tercihi yansıtmaktaydı ve PKK/BDP çizgisi bu tercihin tüm devlete ait olduğunu söyleyerek, konuyu hukukun dışına taşıyabildi. Böylece Dicle'nin engellenmesi bir 'haksızlık' olarak tanımlanarak, devletle olan kavganın kilometre taşlarından biri haline getirildi.
Demirtaş bu konuyu yorumlarken "Demek ki devlet Kürtlere yaklaşımını 1924'ten bu yana hiç değiştirmemiş... karşımızda bir blok var, devlet bloku" diyebildi. Bu genellemenin mutlak olmamakla birlikte kabaca doğru olduğunu savunabiliriz. Ama kritik cümle yukarıdaki alıntının hemen sonrasına ilişmiş durumda: "AKP de bu blokun içindedir." Bu son ekleme PKK/BDP çizgisinin siyaset anlayışını ortaya koyuyor. Yani 'Türk' kimliğini, İslami kimliği de içine alacak şekilde görmek ve karşı cenahın içindeki toplumsal ve siyasal farklılaşmaları 'devlet' adı altında bütünleştirmek. Amaç Kürt meselesini devletle vatandaş arasındaki bir gerilim olmaktan çıkararak, tarihsel ve belki de evrensel boyutu olan bir kimlikler arası mücadele çerçevesine oturtmak.
Aynı şekilde Ahmet Türk de Gül ile yapılan görüşme sonrasında "Ötekileştiren, hiçe sayan anlayışlar karşısında biz parlamentoya gitmenin ve orada bulunmanın bir anlam ifade etmeyeceğini tekrarlıyoruz" demişti. İşin püf noktası, bu cümlenin öznesinin olmamasıdır. Kürtlere yapılanlardan hareketle, 'karşı kimlik' özneleşmekte ve gerçek aktörleri aşmakta, Kürt meselesini çözmek isteyenle istemeyeni aynı kabın içinde eriten bir 'Türk devleti' üretilmiş olmaktadır.
Nitekim bu üretilmiş algıyı, çözüme ilişkin önerisinde Demirtaş açıkça söyledi: "Biz istiyoruz ki devlet bu tavırda somut bir değişiklik göstersin bize." Kısacası, muhatabın devlet olduğu ve AKP dahil bütün siyasi aktörlerin, bir anlamda 'kişiliksiz' bir konumda, devletin parçalarını oluşturduğu vurgulanmış oldu. Bu değerlendirmenin doğal sonucu, PKK/BDP'nin hükümetten daha 'yukarıda' yer aldığı, devletle bir bütün olarak karşı karşıya geldiği bir eksende siyaset yaptığıdır. Dolayısıyla da parlamentoyu boykot etmenin kendi içinde siyasi bir anlamı bulunmaktadır...
Buraya kadar her şey BDP açısından gayet yerli yerinde, tutarlı ve işlevsel gözüküyor. Ne var ki eğer toplumun algılaması sizinkine uymuyorsa bu tür siyasetin de gideceği çok fazla yer kalmaz. Hele toplumun gözleri önündeki apaçık gerçeklik, siyaseten zorlanan bu algılamaya ters ise, o zaman siyasetten düşme tehlikesiyle de karşı karşıya kalınabilir. Çünkü bugün devletin AKP ile özdeş olduğunun öne sürülmesini 'çarpıtma' olarak bile adlandırmak mümkün değil. Bu neredeyse gerçeküstü bir önerme ve ısrar edilmesi topluma yabancılaşmaktan başka sonuç veremez. Ayrıca 'siyaset' bugün ancak AKP ile yapılabilir durumda. Eğer 'devleti' muhatap alırsanız hem muhatapsız kalabilir hem de kendi siyasetiniz için AKP'ye mahkum olursunuz.
PKK/BDP'nin içinde olduğu bu açmaz, CHP'nin yemin etmemesiyle bir anda daha da görünür oldu. Kürt siyasetinin hedefi kendi dışında Meclis'in toplanması ve Kürtlerin talep ettiği değişiklikleri 'bir bütün olarak', yani aralarındaki farklardan azade bir biçimde hayata geçirmesiydi. Ne var ki CHP de çekilince, esas muhatap AKP bir anda tek başına kalakalırken, BDP de sanki CHP ile aynı siyasetin parçası olmaya doğru itildi. Devleti karşısına almayı siyaset olarak gören PKK/BDP, kendisini bizzat o devletin parçası haline dönüştüğü bir başka siyaset ekseninin içinde buldu.
Kıssadan hisse şu: Kürtlerin artık kimlik siyasetinin naivitesini aşmaları, ellerini toplumsal siyasetin altına koymaları gerekiyor.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT