Muhammed Esed’e göre Batı ve Müslümanlar -2-
Önceki yazımızda Muhammed Esed’in (1900-1992) hayatı ve mücadelesi hakkında kısa bir bilgi vermiş ardından da onun Batı’yı ve Müslümanların düşünce ve sosyal hayatına Avrupa’nın etkilerini nasıl algıladığını sergilemiştik. Bu yazıda ise Batı kaynaklı sorunlar karşısında İslâmi çözümün Esed’e göre nasıl sağlanacağına işaret edilecektir. Amaç, Yahudi ve Hristiyan kültürünü ve Batı’yı iyi bilen bir mühtedi gözüyle yani Esed’in perspektifinden Batı karşısında Müslümanca tutum ve tavrın nasıl olabileceğini betimlemektir. Hareket noktası, ona ait “Yolların Ayrılış Noktasında İslâm” adlı eserdir.
Müslümanları ilgilendiren -önceki yazımızda değindiğimiz- sorunlara dikkat çeken Esed, çözüm konusunda asla umutsuz değildir. Esed’e göre Avrupa kibri karşısında İslâm düşüncesinin aklı başında liderlerinin yapması gereken şey, İslâmî kurumlarda tarih öğretimini değiştirmeleridir. Meşakkatli de olsa İslâmi perspektifle dünya tarihi yazmak mümkündür. Bunun için tarihi araştırmalar hakında köklü ve derin bir bilgiye sahip olmak gerekir. Esed’e göre bu çaba içinde olmak farzdır. Aksi halde yeni yetişen Müslüman kuşak da etki altında kalıp İslâm’ı küçük görecek ve bir aşağılık kompleksine girecektir.[1] Kur'an’ın yaklaşık 1/5’ini oluşturan kıssaların da tarih okumalarının önemine dikkat çektiği rahatlıkla söylenebilir. Beşerî ve ilahî tarih arasındaki fark, ilkinin insanî kusurlardan ve ele alınan dönemlerin olaylarının etkisinden uzak olmaması, ikincisinin ise tarafından belirtilmiş ve hakikate işaret ediyor olmasıdır. Esed’in vurgu yaptığı ikincisi, her ne kadar sübjektif olsa da yine de belli bir düzeyde bilgi değeri taşımaktadır.
İslâm’ın milyonlarca insana, toplumların kaderini değiştirebilecek düşünsel ve ruhi kuvveti verebilecek ölçüde güçlü, canlı ve büyük olduğunu belirten Esed, bunun somut örneği olarak 1948 yılında kurulan Pakistan Devleti’ni vermektedir. Bu devlet; ırk, hatta kültür birliği üzerine değil, tek başına ideoloji (İslâm) birliği üzerine kurulmuştur.[2] Esed’e göre “İslâmî” bir hükümet; yasa ve faaliyetleriyle Kur'an ve hadislerde açıkça ifade edilmiş bulunan ve toplumun siyasi hayatı üzerinde doğrudan etkili bulunan emirleri temsil edecek, başka bir deyişle kanun ve faaliyetleri bu emirleri içerecektir. Zaten bu tür emirlerin sayısı (Kur'an ve sünnette) pek azdır. Bundan da önemlisi, söz edilen emir ve prensipler her zamanın ihtiyaçlarına ya da sosyal zaruretlere yanıt verebilecek en geniş imkâna sahiptir.[3] İslâm’ı temsil etme çabası güden birçok Müslümanın istediği şey, kendilerine Allah’a olan imanlarını yalnız camilerde değil, pratik ve sosyal işlerinde de temsil etme imkanını bahşeden siyasi bir teşkilattır.[4] Yani Esed, İslamî bir yönetimin gerekliliğine dikkat çekmekte, İslâm’ı asla bireysel hayatla sınırlamamakta ve İslâmî yönetim tecrübesine dair 1947’de kurulan Pakistan İslam Cumhuriyeti’ni vermektedir.
Görüldüğü gibi Esed, dünyada söz sahibi Batı’nın kültürel temellerinin, benmerkezci kibrinin farkındadır. Avrupa’nın Müslüman nesiller üzerindeki olumsuz etkisine vurgu yapsa da ümmetin Batı karşısında durabilmesinin imkânlarının İslâm’da olduğundan şüphesi yoktur. Ayrıca Esed, “İslâm’ın yönetim talebi yoktur.” şeklindeki “özür dileyici” tavırdan da uzaktır. Kur'an’a ve sünnete dayalı bir devletin, Müslümanların hayrına olacağından şüphe yoktur.
YAZIYA YORUM KAT