Muhafazakar rektör, yasakçı rektör, çağdışı sağlık hizmeti!..
CHP zihniyetli, yani faşist, yani jakoben, yani halk düşmanı rektörler, tıp fakültesi hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devrine karşı çıkmakta...
Çıkarlar tabii; bu asil milletten “boğaza çöküm” yöntemiyle kesilen paraların üzerinde sefahat sürmenin, milletin kaynaklarını ona buna “peşkeş” çekmenin vazgeçilecek yanı mı var!..
O takımdan ümidi kesmişiz de...
“Düzgün Muhafazakarların” derdi ne!..
¥
Aha, karşılaştığım vahim tablo: Arkadaşımla birlikte, bir yakınıma refakatçi olarak gittiğim “Tıp Fakültesi Hastanesi”nin kapısında rezil bir yazı gördüm... Ve ilginçtir bu yazının altında, bizim dostların “başa taç” bellediği rektörlerden birinin imzası vardı...
Muhafazakar Rektör imzası ile...
Oku ve kız: “Her yıl yayınlanan ÖSYM kılavuzunda öğrencilerin kılık ve kıyafetleri konusunda uymak zorunda oldukları kurallar belirtilmektedir...”
Evet, yine “başörtüsü” meselesi!..
Diyor ki imzasının üstünde rektör:
“2009 kılavuzunda belirtildiği gibi bu konuda yüksek yargı organlarının kararları geçerlidir!..”
“Yani?”
Yassahtır!..
¥
Yazıyı hışımla okudum...
Ve arkadaşıma dönüp, “Oğlum bu ne iş” dedim;
“Hükümet belli, rektör belli, 2010, 2011 kılavuzları belli... Bu rektörün taaa 2009 kılavuzuna atıfla ‘yassahçılık’ yapmasının sebebi nedir?..”
Kafam bozuldu ama önce halletmem gereken bir iş vardı. Hastam için tahlil, mahlil...
Aman, ne sağlık tesisiiii!..
Dedim ki arkadaşa; “Bunlar kapılara yassah yazıları takana kadar, İstanbul’un 40 derecesinde hastaların boğulmasını engelleyecek birer klima taksalar ya şu asansöre!..”
Ne kliması; bir de gördük ki, Başhekimi ve diğer doktorları gerçekten son derece kaliteli olan hastanenin işletmeciliği facia!.. Her tarafı pislik götürüyor, duvarlar aşağıdan yukarıya pas içinde, masalar, yataklar berbat, sistem rezalet...
İn aşağı para yatır, çık yukarı bilgisaraya işlet, in aşağı ikinci parayı yatır, çık yukarı ikinci parayı işlet... Her tarafa yazmışlar: “Bilgisayar sistemimiz yavaş çalıştığından anlayışlı olmanız rica edilir” filan...
Kir, pas, koku... Allah eksikliğini göstermesin, o hastanelerin alışık olduğumuz nahoş kokusundan değil, bir başka koku işte!..
İnsanlar alt alta üst üste, danışmalardaki “kızlar” arazi olmuş, güvenlik görevlileri ne bilsin; “hematoloji, geriatri, pediatri..” Allah rızası için yardımcı olmaya çalışıyor, iki büklüm hastalara...
Bir güvenlikçi feryâd figân; “Ben ne anlarım Albümin’den, Ürik Asit’ten... Hay senin gibi danışmanın... Altı saattir arazi kadın!.. Gidin şikayet edin kardeşim. Benim işim mi!..”
Ay başım döndü; sabah 9’da vardıydım, 12 oldu... Daha “tırışkadan tahlil” makamındaki bir kağıdı halledememişiz.
Esas tahliller, röntgenler filan geride... Benim Ankara’ya dönüş için uçağım kalkacak.. Az bir zamanım kalmış... Hastayı bıraksam olmayacak; bir öfke hali sorma gitsin.
Bizim muhafazakar rektörü de kalaylıyorum gıyabında... Yetmiyor rektörlüğü arıyorum...
Ajandam yanımda değil...
Santrali de bir ayarlamışlar ki; “Sırada bekleyen 17’nci arayansınız” filan diyor bir kadın.
Bekliyorum; 16, 15, 14... Beş dakika, altı dakika.. Ohhh, Turkcell’e, gavurcelle yazıyor ha yazıyor!..
Sonunda ilk numaraya ulaşıyorum; sıra sözde bana geliyor...
O da ne; Çal çal, açan yok!.. Numaraymış meğer, hay üniversitenin de, dahilinin de...
Sonunda aklıma rastgele bir “dahili” numara çevirmek geliyor... Karşımda “Aluuuuuu” diyen bir tip... “Rektör beyin dahilisi kaç?” diyorum... “Bilemeyyom, zantıralı arayive beyefendi” filan...
Çaresiz bağırıyorum; “Ben Profesör Abuzittin Fenaçakarrrr!” diyorum... “Tatildeyim oğlum, bak rehbere de ver şu numarayı!..”
Herif zannımca düğme ilikliyor telefon başında...
“Tamam efendim” diyor...
Ve dahili numarayı veriyor: 10010...
Çeviriyorum.. Sekreter de bir hoş; “Halkla ilişkileri ara” diyor... Ona da hafiften bir fırça...
Şekil aynı: “Efendim, numaranızı alayım, sayın rektör toplantıda... Dönünce hemen...”
Bu arada, vakit hızla geçiyor haliyle...
Bizim uçak kaçtı kaçacak... Öfke doluyum; sürünmekte olan vatandaşa baktıkça, hele kapıdaki “Yassah” yazısını gördükçe kan beynime sıçrıyor.
Çaresiz; hastamın eline, üç saat boyunca ulaşabildiğim kıytırık tahlil kağıdını tutuşturuyorum...
“Kusura bakma ama bu iş beni aşıyor” diyerek...
Yolda, Sağlık Bakanlığı’nı arıyorum...
Sayın Bakan Recep Akdağ’ın mesajını ulaştırıyor arkadaşlar... Diyor ki Sayın Bakan: “Biz üniversite hastanelerimizin işletmesini yapalım, eğitim işleri tamamen üniversitelerimize kalsın... Böylesi çok daha sağlıklı...”
Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelere can kurban; kurtarın bu milleti “rektör işletmeci”liğinden... Muhafazakarından da kurtarın, Kemalistinden de...
Kurtarııııııııın!..
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT