“Muhafazakâr Demokrasi ve Resmî İdeoloji Geriliminde Yeni Türkiye”
Erzurum’da “Özgür-Der Üniversite Gençliği”, Özgür-Der Genel Başkan Yardımcısı ve Yeni Akit gazetesi yazarı Kenan Alpay’ı misafir etti.
“Yakutiye Gençlik Merkezi” konferans salonunda düzenlenen program, Mustafa GEÇİT’in Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başladı. Sonrasında kürsüye çıkan Kenan ALPAY, “Muhafazakâr Demokrasi ve Resmî İdeoloji Geriliminde Yeni Türkiye” konusunu işlendi. Yoğun katılımın olduğu program, konuyla ilgili sorulan soruların cevaplanmasıyla sona erdi.
Kenan Alpay konuşmasına, “resmî ideolojinin mahiyetini” izah ederek başladı: “Türkiye’de, resmi ideoloji derken, Cumhuriyetin kurucu iradesi olarak karşımıza çıkan Kemalizm’i ifade ediyoruz” dedi.
Alpay devamla; “Milli Mücadele verilirken, Milli Meclis açılıp Cumhuriyet kurulurken temel hedef, “Hilafeti” savunmaktı. Mustafa Kemal’in bizzat konuşmalarında, resmi beyanlarında dahi bunun açık, net bir şekilde görülebildiğini söyleyebiliriz” dedi.
Bugün için bilinenin aksine; Cumhuriyet, “laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti” olarak kurulmadı. Bu vurguların ilerleyen yıllarda, hatta 60’lı yıllardan itibaren 27 Mayıs Anayasası’na koyulmuş ibareler olduğunu ifade etti. Kuruluş yıllarında Teşkilat-ı Esasi’de devletin dininin İslam olduğu ibaresi yer alıyordu.
Aynı şekilde “Kurtuluş Savaşı” ifadesi yerine ise, “Milli Mücadele”, hatta “Milli Mücâhede” gibi İslam geleneğinden gelen ifadelerin kullanıldığını; terkipteki “milli” ifadesinin ise ulusçuluğun kurgusu olan etnik milliyetçilikten öte “İslami değerler etrafında şekillenen ümmet gerçeğini ifade için kullanıldığını” vurguladı. Milli Mücadele o gün için tüm iç zaaflarına rağmen müminlerin birliğini ve tüm eksik yanlarına rağmen bu birliğin sembolik liderliğini temsil eden Hilafet makamını savunma mücadelesiydi.
Milli Mücadele’nin fiziki olarak hedeflediği sınır ise, son Osmanlı Mebusan Meclisinde belirlenen, bugünkü sahip olunan sınırlardan daha geniş bir coğrafyayı ifade eden “Misak-ı Milli” sınırları idi.
Milli Mücadele’nin seyrini belirleyen “Birinci Meclis’in” İttihat Terakki kökenli kanadında Mustafa Kemalin de içinde yer aldığı pozitivist, Türkçü fikirleri benimseyen Birinci Grup ve bu grubun, karşısında Mehmet Akif Ersoy’un da içinde yer aldığı, İslami esaslara bağlılığı önceleyen bir meclis-meşrutiyet isteyen İkinci grup bulunmaktadır. Lozan görüşmeleri ile iki grup arasında belirginleşen tartışmalar, Trabzon Mebusu “Ali Şükrü Bey” cinayetiyle tasfiyeci bir boyut kazanmış, Birinci Meclisin kapatılıp İkinci Meclisin açılmasıyla İttihatçı kökene sahip kadroların, ikinci grubu tamamen tasfiye ettiği bir tablo oluşmuştur. Hatta tasfiye edilen kadroların meclis dışında siyaset yapma olanağı da bırakılmamıştır.
Muhaliflerin etkisinin kırılıp seslerinin kısıldığı bir vasat oluştuktan sonra Milli Mücadele’nin hedeflediği çizgilerin dışında, Milli Mücadele’de başat rol oynayan aktörlerin bile beklemediği bir tarzda, cumhurun bile haberdar olmadığı tek adam Cumhuriyeti ilan edilmiştir.
Cumhuriyet’in ilanından sonra ülkede muhalefet yapma imkânı bırakılmamıştır. Şeyh Said İsyanı gerekçe gösterilerek takrir-i sükûn ilan edilmiştir. Bu kanuna binaen İstanbul ve Anadolu’da 1600’e yakın yayın organından sadece 6 gazete bırakılmıştır. Tüm ülkede bir korku iklimi oluşturulmuştur. Yine “İzmir Suikastı” kurgusuyla Milli Mücadelede etkin rol oynayan paşalar dahil tüm önemli isimler, muhalifler bertaraf edilerek tek adam hakimiyeti tesis edilmiş ve bu tek adam perspektifi, 1927 senesinde, Mecliste CHP Kurulunda 10 gün süren bir okumayla programlanan “Nutuk” üzerine kurulu bir ülke gerçeği oluşturmuştur.
Bu gerçekler ışığında “resmî ideoloji” derken; “Nutuk üzerine kurgulanmış bir tarih, Nutuk etrafında şekillenmiş olan bir siyaset, siyaseti ve tarihi Mustafa Kemal’e endeksleyerek oluşturulmuş olan bir tasavvurdan, bir teamülden söz ediyoruz.” dedi.
Türkiye’nin tarihini, bir kişinin 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışıyla başlatan Nutuk merkezli anlayıştan ötürü; doğruların tasfiye edildiği, muhalefetin 1950’lere kadar yasaklandığı, milletvekillerinin hayatında hiç görmediği şehirlere atanarak belirlendiği, Takrir-i sükûn, İstiklal Mahkemeleri ile resmî şiddet ve korkunun egemen olduğu, Milli Mücahede hedef ve çizgisinin Batılı, seküler, ulusçu bir rotaya saptırıldığı, tarihe ve siyasete tartışılmaz bir tek adam gözlüğüyle bakmanın dayatıldığı bir ideolojiden bahsediyoruz. Kendi dünya algısını çocuklarımıza ve tüm topluma dayatan; antlar, marşlar, büstler, resmi tören ve anmalarla toplumu, hayatı cebri bir dizayna yeltenen ve tüm bunları tek adam mitiyle kutsayan bu ideoloji Kemalizm’dir.
Konuşmasına, Mehmet Akif Ersoy örneğinde Milli Mücadelede rol alan etkin insanların, kumandanların nasıl yok sayıldığı ve her kazanımın abartılı bir şekilde Mustafa Kemal’e ithaf edildiği örneklerle devam eden Kenan Alpay; “milletten milliyetçiliğe, milliyetçilikten Atatürk Milliyetçiliğine giden kurgunun iyi kavranması gerektiğini belirtti. Bu meyanda kurgulanan Türk Tarih tezi, Güneş Dil Teorisi ile Türkçülüğe köken oluşturulurken, yüzyıllardır bir arada yaşayan kavimlerin dillerinin, yasaklanmasına, inançlarıyla oynanmasına uzanan uygulamaları tarihten örneklerle izah etti.
İkinci Dünya savaşı sonrasında Truman Doktrini çerçevesinde çok partili hayata geçişi dayatan koşullar, resmî ideolojide çatlak oluşturan noktadır. İlk defa serbest seçimlerle muhalefetin iktidar yolu bulduğu bu süreç, muhafazakâr toplumun taleplerini temsil açısından önem arz etse de; 1960 ihtilaliyle Kemalizm’in kendisini koruma ve muhalefete ayar verme süreci 71 muhtırası, 80 darbesi ve 28 Şubat süreci ile kesintisiz bir kontrol refleksiyle devam etti.
28 Şubat darbesine maruz kalınan dönemde Refah Partisi’nin kapatılıp muhafazakâr-dindar taleplere resmî ideolojinin balans ayarı vermesinden sonra 2002 senesinde Ak Parti’nin seçimlere katılmasıyla beraber ilk defa “muhafazakâr demokrasi” terkibiyle tanıştık. Muhafazakarlık, demokratlık, mukaddesatçılık, milliyetçilik dışında “muhafazakar demokrasi” terkibi ile AK Parti; AB kriterlerinin hedeflendiği liberal bir vizyon ilan ederek, temelde Türkiye içindeki Kemalizm’e yaslanan askeri vesayet sistemini geriletmek, zayıflatmak ve resmi ideolojinin hışmından korunmak gibi bir strateji belirliyordu. Özellikle AB kriterlerinin kendisine açtığı geniş alanda siyaset yapıp güçlenme tercihi AK Parti’ye Kemalist vesayet karşısında ciddi kazanımlar sağlayan isabetli bir strateji oldu.
İşkencenin yasaklanması, yolsuzluk ve yoksullukla mücadele, resmi ideolojinin faşizan uygulamalarına karşı eğitimde ve resmi günlerde getirilen sınırlamalar, Irkçı asimilasyon ve inkâr politikalarına karşı Kürt kimliğine dönük açılımlar, devlet merkezli değil topum ve insan merkezli siyasetin yolunun açılması, 28 Şubat hukuksuzluğunun kurumsal baskısının bariz ölçüde kırması, yargıda, eğitimde reformlar... Vb. muhafazakâr demokrasi terkibiyle uyumlu adımlarla Kemalist vesayet karşısında halkın taleplerini ve iradesini güçlendiren adımlar attı.
2013 yılında, 17-25 Aralık bürokratik darbe girişimi sürecine kadar resmî ideoloji ve hükümet arasında açılan makas, Kemalist vesayet sistemini gerileten halktan yana politikalar bu süreçten sonra parti içindeki zaaflı kişi ve uygulamaların öne çıkmasıyla duraklamaya başladı. Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında darbe geleneğinin sahibi olan Kemalist vesayet düzeni adeta görmezden gelinmeye başlandı.
15 Temmuz darbe girişiminin vahameti işlenirken adeta bundan önceki Kemalist darbelerin unutturulduğu, normalleştirildiği bir atmosfer oluştu. Oysa 15 Temmuz darbe girişiminin de yaslandığı gerekçeler, bundan önceki darbelere sunulan Kemalist ideolojinin korunması gerekçesiyle aynı tezlere binaen ilan edilmişti.
Kemalist darbe geleneğinin, Fethullahçı darbe örneğiyle görmezden gelinmesiyle oluşan atmosferle beraber, toplumsal kenetlenmeyi sağlayacak bir unsur olarak gittikçe artan milliyetçi söylem “yerlilik ve millilik” teziyle tahkim edilerek bir çeşit kritere dönüştürüldü.
Milliyetçi slogan ve sembollerin yeniden yükselişi, Fethullahçı darbe girişimi üzerinden ulusalcıların laiklik ve Atatürk milliyetçiliğini bir ortak değer olarak dillendirmeleri, iktidara yakın muhafazakâr medya tarafından da işlenerek zayıflamış vesayetçi zihniyetin yeniden güçlenmesine, haklılık devşirmesine sebebiyet vermektedir. Nihayetinde milliyetçi söylemin bir adım ötesinin kaçınılmaz olarak Atatürk milliyetçiliğine evrileceği öngörülememiş veya görülmek istenmemiştir.
AK Parti’nin 2013 yılına kadar sergilediği vesayet karşıtı, toplumu ve özgürlükleri önceleyen dil ve politikaların yerine devletçi, resmi ideolojiyle paydalar kuran, darbeci Kemalist odakları cesaretlendiren ve güçlendiren süreç hamasi milliyetçi söylemler eşliğinde bir tıkanıklık halini resmetmektedir.
Kenan Alpay konuşmasında, yıllarca toplumun İslami değerleriyle savaşan, tekçi, dayatmacı bir ideolojinin değer ve sembollerini muhafazakâr halka kabul edilebilir bir öge olarak güzelleyen anlayışın çelişkilerine örnek olarak; AK Partiye yakınlığıyla bilinen kadın derneklerinin, “Türk kadınına seçme-seçilme hakkının verilişinin 83. yıldönümü” münasebetiyle Anıtkabir ziyareti yapmak gibi gerçeklikle ilgisi bulunmayan garabetlerle düştükleri çelişkiyi ifade etti.
Muhafazakâr demokrasinin gittikçe devletçi, otoriter bir hal alıp özgürlükler yerine yasakları savunan vesayetçi ideolojiyle yan yana yürüyor görüntüsü vermesi, AK Parti’yi iktidara taşıyan asıl etkenin kimliğine, taleplerine tezatlık arz etmektedir.
Konuşmasına “emrolunduğun gibi dosdoğru ol” ilahi ikazı ile söylem ve eylemlerde tutarlılığa işaret eden Kenan Alpay; ilkesel duruşun korunmadığı durumlarda bir müddet sonra inandığı gibi yaşamayanların, yaşadıkları gibi inanmaya başlama tehlikesiyle karşı karşıya kalabildiğini ifade etti.
15 Temmuz sonrasına baktığımızda, Cumhurbaşkanı’nın “her türlü milliyetçilik ayaklarımızın altındadır” ifadesinden bu güne, “2500 yıllık devlet geleneğimiz” söylemine evrilen milliyetçi söylemine dikkat çeken Kenan Alpay, iktidarın yola çıkış hedeflerindeki sapma görüntüsünün temelinde etkin bir unsur olarak “hiçbir günahı küçümsememek ve günah işlemeyi küçümsememek” ilkesinin önemsenmemesini gördüğünü ifade etti.
Eğer kayırmak, rüşvet almak, komisyonculuk, haram-helal demeden elde edilen paralarla yakınlarımıza bir hayat sağlanmaya başlanırsa, tüketim anlayışımız, eğitim ve eğlence anlayışımız değişip günah denizine doğru yol alınmaya başlanırsa; orada artık resmî ideolojiyi normal görmek hatta kutsallaştırmak kimseye anormal gelmez. Çünkü şeytan günahları normalleştirmiş ve insanlara hallerini meşrulaştırmış demektir.
Kenan Alpay, zamana ve şartlara göre değil; ahlak ve adalet anlayışımıza göre sahip olduğumuz ilkelerle duruş sergilememiz gerektiğini belirtti. Müslümanların kendi hedeflerine salih amelleri ertelemeden, konjonktürel hesaplara kapılmadan yürümeleri gerektiğini ifade etti.
Kenan Alpay sözlerine Tirmizi’de geçen şu hadisle son verdi: Resulullah şöyle buyurdu: “ Beni yaşatan Allah’a yemin ederim ki; ya iyiliği emredersiniz ve kötülüğü yasaklarsınız ya da Allah Teala size azap gönderir. Sonra Allah’a yalvarırsınız fakat duanız kabul edilmez.” (Tirmizi, Fiten/9)
HABERE YORUM KAT