"Muhacir ve Ensar Olma Sorumluluğumuz"
Özgür-Der Çorum Şubesi 2014-2015 yılı alternatif eğitim seminerlerinde bu hafta Muhacir ve Ensar Olma Sorumluluğumuz ve Türkiye Dış Politikası ve Eleştirilerin Değerlendirilmesi” konu başlıklı semineri Faruk Sildir ve Hüseyin Çağlar sundu.
"Muhacir ve Ensar Olma Sorumluluğumuz ve Türkiye Dış Politikası ve Eleştirilerin Değerlendirilmesi”
Kur’an’a göre İnfak, Zekat, Ensar ve Muhacir gibi kavramlara atıfta bulunarak sözlerine başlayan Hüseyin Çağlar, ayetlerden örmekler vererek kavramların yerli yerinde anlaşılmasının önemine değindi.
İnfak, her türlü meşru ve faydalı harcamaları ifade ettiğini söyleyen Çağlar sözlerine şöyle devam etti:” Dolayısıyla Allah yolunda yapılan bütün harcamalar da bir nevi infaktır. İnfakı anlamanın ve sindirmenin yolu, vahyin inşa ettiği bir servet tasavvuruna sahip olmaktan geçer. Bu tasavvurun yaslanacağı akide de, tevhid akidesidir. “Mülk kimindir?” sorusuna Kur’an’ın defaatle verdiği cevap açıktır. Zekât’ın Kur’ani açılımı, “artmak ve arınmak için ödenmesi gereken bedeli ödemek” demektir. Zekâtın değişmez bir oranı yoktur. Ancak toplumsal ihtiyaç arttığında bu oran da artabilir.” dedi
Ensar ve muhacir kavramlarını da değinen Çağlar, bu kavramları anlamak için söze önce hicretten başlamak gerektiğini belirterek şöyle devam etti. “Kuran da; İslam’a aykırı inaç ve davranışlar ile bu davranışların sahiplerinden ve bunların egemen olduğu ortamdan imkânlar tükendiğinde- yeni imkânların oluşabileceği yerlere göç etmektir. Kişi İslam’la tanışıp, tevhid inancını kalbine yerleştirince önce kendi nefsini ıslah eder ve içindeki yanlış ve kötülüklerden hicret eder, uzaklaşır” dedi.
Ensar Muhacir sunumuna Suriye örneği vererek sürdüren Çağlar, yüce yaratan 1430 sene önce Mekke ve Medine’deki Müslümanları imtihan ettiği gibi bu günde Suriye ve Türkiye’deki Müslümanları ensar muhacir anlamında imtihan ettiğini söyledi.
Suriye’de zor şartlarda yaşam mücadelesi veren kamplardan gözlemlerini anlatarak sözlerini başlayan Faruk Sildir ise, bazı istatistik bilgiler vererek sözlerine şöyle devam etti.” 200 yüz binden fazla insan hayatını kaybetti, 4 milyon insan mülteci konumuna düştü. Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak yaşamak zorunda kalan mülteciler çok az bir kısmı AB ülkelerin gitmiş durumda. Ekim 2014’e kadar 28 AB ülkesinde sığınan Suriyeli sayısı 140 bin kişiyken, sadece Kobani’den Türkiye’ye sığınanların sayısı 144 bin kişi! Ve sığınmacıların % 49 Kadın, % 44 18 yaş altı çocuk!” olduğunu söyledi.
Mülteciler hakkında yapılan kara propagandalara da dikkat çeken Faruk Sildir, “ Mültecilerin güvenlik endişesi olmadan yaşamaları için yasal düzenlemeler yapılmalı. Yardımların kitleselleşmesi için Türkiye halkının zihninde ki şüpheler giderilmeli, onların misafir olduğu anlatılarak, ümmet bilinci ekseninde duyarlılık artırılmaya çalışılmalı. Görsel ve yazılı medya üzerinden bilinç arttırıcı yayınlar yapılmalı ve ulusalcı propagandaların kitleler üzerinde oluşturduğu bencillik, egoizm, ırkçılık ve vicdansızlığı körüklediğini göstermek gerekli.” dedi.
Bir süredir muhalefet partileri ve bazı dış politika uzmanları tarafından Türk dış politikasının “iflas” ettiği iddia ettiğini hatırlatan Çağlar, AK Parti’nin ulus-devlet paradigmasının altını oyduğunu, bu bağlamda, bölge devletlerinin iç işlerine karıştığını, bölgede devlet-dışı aktörleri desteklemek, milli çıkarları “ümmet” gibi ulus-ötesi politik topluluklara referansla belirlemek ve “maceracı” bir dış politika takip etmek gibi eleştiriler yapılıyor dedi.
Bu analiz kısırlığına, Erdoğan-Davutoğlu karşıtlığına indirgenmiş anti-politik bir söylem eşlik ediyor diyen Çağlar, “ Bu söyleme göre Erdoğan-Davutoğlu ikilisi neredeyse bölgedeki her problemin sorumlusu! Muhalefetin pozitif bir siyaset önerisiyle dış politikadaki sorunların aşılmasına katkı yapmak ve ülkeyi ileri götürmek gibi bir amacı yok. Çünkü muhalefet için gelecek, arzulanan bir şey değil. Tek bir gerçeklik var, o da Kemalist geçmiş. Dolayısıyla muhalefet, dış politikadaki sorunları vesayet dönemine dönüş için altın bir fırsat olarak görüyor ve ona göre bir siyaset yürütüyor.
Yaşanan bu değişimleri göz önüne aldığımızda, Kemalizm’i hala dış politikadaki sorunlara çare olarak sunmak anlamsızdır. Daha da vahim olanı, dış politikadaki sorunlar Kemalizm ile genetik akrabalığa sahip Ortadoğu’nun statükocu güçlerinin, tüm dünyayı etkisi altına alan değişim sürecine ve bu değişim sürecinin bölgedeki aktörü konumundaki AK Parti hükümetine ayak diremesinin bir sonucudur.
Türkiye’de Kemalizm’in gerilemesiyle doğan siyasi boşluk, 2000’li yıllarda muhafazakâr-demokrat güçler tarafından dolduruldu. 2008’den sonra ivme kazanan bu restorasyon süreci, iç politikada muhafazakâr-demokrat kimlik etrafında daha kapsayıcı bir millet, bölgede ulus-devlet yapılarının esnetilmesiyle yeni bir düzen, küresel alanda da medeniyetler temelinde çoğulcu-demokratik bir uluslararası toplum inşa etme mücadelesi şeklinde gerçekleşti. Türkiye’nin bu reformist çıkışı, bölgenin kendisini sorgulamasını ve kendi içinde bir etkileşime girmesini tetikledi. Günümüzde bölgedeki gelişmeler, Osmanlı sonrasında oluşturulan ve devletlerarası ilişkiler zemininde tanımlanan düzenin, bir “sistem değişimi” ile karşı karşıya olduğunu göstermektedir.” dedi.
Program soru cevap ve karşılıklı görüş alış verişlerinin ardından sonra erdi.
HABERE YORUM KAT