Muhacir öykümüz bizim
“Allah yolunda hicret eden kişi, yeryüzünde çok bereketli yer ve genişlik bulur.
Evinden, Allah'a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye
ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlar ve merhamet eder.” (Nisa, 100)
Bir ağacın altında başladı hikayemiz. Dünya gurbetine hicranla yelken açtık. Hicretimiz böyle revan oldu.
Garip kaldık bu diyar-ı imtihanda. Babamızın sülbünden annemizin rahmine hicret ettik. Bir gölgelenme süresi bekledik de o emin beldede yeni bir hicretle gözlerimiz görür oldu bu gurbeti.
Kucaktan kundağa, kundaktan beşiğe, beşikten yatağa göç edip durduk. Sahi, ne zaman ayaklarımız da ortak oldu bu hicret haline?
Önce evimizden sokağa göçer olduk, sonra tahta sıralar gurbetimiz oldu bir müddet, evimizi düşündük durduk.
Sınavdan sınava göçtü ömrümüz, ya çekiç tuttu ellerimiz ya cetvel ve belki de kepçe, rızkımıza hicret ettik her sabah.
Evlerden evlere yol aldık, bir kapıdan bir diğerine hicret ettik; aynı göğ altında başka pencerelerden baktık aynı güneşe.
Nefesimiz de göçtü durdu bir ciğerden bir diğerine. İçtiğimiz sular da hicret halindeydi milyar yıldır bir ağızdan bir başkasına. Kanımız bile yeri geldi taşınmadı mı birimizden birimize.
Peki bir lahza olsun fazladan ciğerlerimizde misafir edemediğimiz bu havanın mı sahibiyiz yoksa bu muhacir su mu bizi efendisi biliyor? Kanımıza hükmümüz geçiyor mu ki bizden habersiz dönüp duruyor yolunda?
Üzerinde hicret ede durduğumuz bu arz da bize ait değil. Vallahi sakinleştirmese ve “dağlarla sabitlemese” dünyanın Rabbi, bu “geniş arz” da bize hizmet etmezdi. Öyle ya, bir zelzeledir bu arzda bizim hicretimizi de bitirecek olan, değil mi?
Ağaçların yapraklarını sallandıran rüzgâr da bizim değil, göğü gezen yıldızlar da. İpini tuttuğumuz oğlak da bizim değil beşiğini salladığımız oğlan da. Yalnız bir kadim kitaptır kalemle doldurduğumuz ve yanımızda gelecek olan.
Aramızda arz hicreti biraz daha uzun sürenler oldu. Dağlar aşıldı, teller açıldı, kafa kağıtları yakıldı. Adı iltica oldu, mülteci dediler, oradan oraya hicret eden ömürler onları yabancı bildiler.
Oysa muhacirdi Rahmet-i Rahman’ın mübarek kulu, muhacirdi canımızdan kıymetli olan ve muhacirdi anne ve babamız feda olası.
Bunca hicret, bunca bereketli hareket bazı kalplerin donup kalmışlığını kıramadı demek.
Olsun. Kaldı şurada son bir hicret. Soluğumuz son kez göç edecek ve kanımız “yoruldum durmak vaktidir” diyecek, ruhumuz başlayacak mübarek bir sefere ve hicret edecek Daru’l Beka’ya. Son bir hicret bitirecek bütün bu garabet-i gurbeti. Son bir hicret tüm beşeriyeti muhacir kılacak. İltica hepimizin nihayeti olacak…
Elimiz boş geldik biz bu gurbete. Vallahi elimiz boş geldik. İlk nefesimizi bile burada çektik içimize ve son nefesimizi de götürebilecek değiliz. Topraktan geldiğimiz aşikar ve yine toprağa yöneleceğimiz. Ve vallahi bir yudum suyu da yol azığı edemeyeceğiz. Marifet şu ki bu topraktan toprağa hicrette çamur olmasın akıbetimiz.
YAZIYA YORUM KAT