Mübarekler musallat olmasın artık
Mübarek’in istifasının açıklandığı saatlerde, ben, Endülüs İslâm medeniyetini anlatan bir programa dâvetliydim. Program esnasında zihin dünyamda Endülüs’ün düşmesine sebep olan etmenlerle bugün Müslüman dünyaya musallat olan diktatörler, krallar, oligarşik sistemler vs. arasında paralellikler kuruyordum, gayri ihtiyarî olarak.
Daha programa gitmeden önce içimde bir hüzün vardı. Bu hüzün Endülüs İslâm medeniyetini ele alan her programda içimde depreşir. Kaybedilen şeyin değeri büyük olunca, bıraktığı sızı da büyük olur...
Kimileri Endülüs’ün görkemine bakarak tarihte ne büyük medeniyet kurmuşuz diye bunun gururunu yaşar. Ben ise, büyük kaybımız karşısında burkulan yüreğimin sızısını. Kimileri romantik resimlerle avunurken, ben o biricik ilim havzalarının yokedilişine yanarım.
Kaybımız çok büyük, ama sadece biz mi kaybettik? Hayır, kaybeden bütün insanlık oldu. Bir daha o topraklarda ona denk bir tecrübe yaşanmadı çünkü...
Endülüs tarihte eşine az rastlanır bir medeniyet tecrübesi sunmuştu. Mimariden müziğe, Müslüman ve gayrimüslimlere kucağını açan eğitim merkezlerinden eşsiz kütüphânelerine, kendi tarihsel şartlarında beraber yaşamanın en üst toplum modelinden bu toplumun varlık algısınının yansıdığı bahçelerine varana kadar kendine özgün bir tecrübe...
Endülüs düştüğünde beraber yaşamanın sembolü olan kiliselere komşu câmi ve sinegoglar ilk hedef seçilen nefret objeleri oldu. Araplar hep azınlıkta olmuştu hâlbuki. Müslüman yerel halk ise çoğunlukta. Ülkenin gerçek sahiplerine üç seçenek sunulmuştu; ya göç edeceklerdi, ya Hıristiyanlığı kabûl edecekler ya da işkence ve katliama maruz kalacaklardı...
Tam bir etnik ve dinî temizlik yapıldı...
Ne oldu da o büyük Endülüs zulmün çizmeleri altına düştü?
Bugün olanlar olmuştu aslında. Toplumsal Sünnetullah kanunları işlemişti. Bugünkü gibi Müslümanlar paramparça olmuşlardı. Siyasi birliklerini yitirmiş, dünyevîleşme illetine dûçar olmuş, ehil olmayan yöneticilere emanet teslim edilmişti.
Endülüs fethedilip inşa edilirken toplum ve devlet hayatında hâkim olan “âhiret merkezli dünya algısı”ndaki hiyerarşik düzen bozulmuştu.
Endülüs yağmalanırken Mısır’a hicret etmek zorunda kalan meşhur Endülüslü âlim İmam Kurtubî bunları Mısır’da kaleme aldığı “et-Tezkira Bi Ahvâli’l Mevtâ ve’l Umûru’l Âhirati” kitabında zikreder.
Mısır’da Endülüs’ün sonunu hazırlayan yozlaşmanın, hayatı dünya merkezli kurmanın topluma nasıl sirayet ettiğini görünce, insanlara varoluşun anlamını hatırlatmak amacıyla kaleme almıştı o muhalled eserini.
Liderlerin ve halkın hayatında öncelikler hiyerarşisi bozulunca musîbetler de kaçınılmaz olur işte.
Mısır halkı bu sefer diktatörüne karşı ayaklandı. Sonunda onu bütün ihanetleriyle tarihe gömdü. Bütün Ortadoğu’da bir özgürlük meşalesi yaktı. Umarız bundan sonra yeni diktatörlere geçit vermez, halkın iradesi tecelli eder ve tarihte olduğu gibi yeniden öncü bir rol üstlenir...
Zira endişemiz var; Mübarek’ten sonra dizginleri ele geçiren Mısır Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi pek de halkın iradesini yansıtmıyor.
Mısır ordusunda birbirinden farklı iki kesim var: Batı’ya bağlı üst rütbeliler, halkın içinden gelen alt rütbeliler. Mübarek’in de içinden çıktığı üst rütbeliler elbette orduyu kontrol eden kesim. Bir diğer ifadeyle ABD’nin sözünün geçtiği kesim. Önemli ölçüde parasını da silahlarını ABD’nin tedarik ettiği kesim..
Mısır bu geçiş dönemini sağlıklı atlatırsa eğer Ortadoğu’nun makûs talihi değişir. Bir Endülüs tecrübesinin yeniden ihya edilmesinin önü de açılır!..
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT