Mübarek gitti, ama oyun bitmedi
Mübarek sonrasında yönetimi ele alan Mısır ordusunun Savunma Bakanı Hüseyin Tantavi, yasama organının yerine geçmeyeceklerini falan söylüyor, ancak Mısır tarihine baktığımızda bunu inandırıcı bulmak zorlaşıyor...
Çünkü Mısır ordusu, yalnızca bugünün değil, Kral Faruk’un devrildiği 1952 darbesinden sonra sırasıyla Mısır’ı yöneten generallerin (Necip, Nasıl, Sedat ve Mübarek) tüm icraatlarından sorumludur.
Ortada bir “suç” varsa, tamı tamına suç ortağıdır!..
Bir kere Mısır ordusu hiçbir zaman kendini sadece “asker” olarak görmemiş, “yönetici aktör” olarak daima işin içinde bulunmuştur.
Halk isyanı sırasında “tarafsız” gözükmesi, çıkar hesabının sonucudur. Yoksa demokrasiye bağlılık gibi bir derdi yoktur, hiç olmamıştır...
Buna geçmişi şahittir.
Mısır ordusuyla Mısır siyasetini bir vücudun iki uzvuna benzetmek mümkündür. Tantavi’nin vaadleri bu çerçevede değerlendirilmeli, hayal kurulmamalıdır.
Yasama organının yerine belki asker geçmeyecek, ancak elini de çekmeyecektir.
Bu durumda olumsuzluklar sivillere mal edilirken, olumlu gelişmeleri (şayet olabilirse) ordu sahiplenecektir.
Sanırım Mısır’ı, bizim 12 Mart (1971) askeri müdahalesi sonucunda oluşan yönetim gibi bir yönetim tarzı bekliyor.
Halkın kendi gücünü idrak etmesi elbette çok önemlidir. Gücünü idrak eden milletlerin karşısında hiçbir beşeri güç tutunamaz. İran’da da tutunamamıştı. Ne var ki, bir açmazı vardır: Hareket plânlı-projeli yürütülmemiş, muhalif gruplar sadece Hüsnü Mübarek’i göndermek için bir araya gelmiştir.
Hüsnü Mübarek gitti, peki şimdi ne olacak?
Muhalefet, “ortak düşman” ortadan kalktıktan sonra da birlik-beraberliğini sürdürebilecek mi, yoksa iktidarın cazibesine kapılıp her grup kendini daha öne çıkarmaya mı çalışacak?
“Ortak düşman”ı bertaraf etmek için birleşmek kolay, ama sonrasını yönetmek zordur.
Bu olayda benim görebildiğim, izleyebildiğim kadarıyla tek önemli mesaj var: Gücünü fark eden halkın karşısında hiçbir güç tutunamaz.
Ama acaba Mısır ordusuyla Mısır halkı ne kadar barışık kalabilir? Korkarım orduyu istediklerine pişman olacaklar.
Aslında General Necip’ten bu yana gelişen tüm olumsuzlukların etkili aktörlerinden biri olan Mısır ordusunu halkın istemesi büyük bir çelişkidir: Mısır’ın yetenekli sivil önderlerden mahrum bulunması başıbozuk halkın böyle bir çelişkiye düşmesini kaçınılmaz kılıyor. Umarım yağmurdan kaçarken doluya tutulmazlar. Ayrıca bu durum, “Denize düşen yılana sarılır” atasözünü de anımsatıyor.
Bu bir şaşırtmaca: İçinden de Amerika kokusu geliyor. Çünkü Mısır ordusuyla Mısır halkından ziyade Amerika barışıktır.
Mısır açısından en zor dönem şimdi başlıyor. Mübarek’e karşı yekvücut olan muhalefet, bunu ne kadar daha sürdürebilir? Her grup kendi hâkimiyetini kurmaya çalışacak kuşkusuz. İşte o zaman kılıçlar bilenmeye başlanacak.
Mısır başta olmak üzere Arap ülkeleri için demokrasiye geçmenin çok zor olduğunu düşünüyorum. Irak örneği ortada... Demokrasinin olabilmesi için öncelikle “tahammül” ve “hoşgörü” olması gerekiyor...
Osmanlı’dan “insana saygı ve insanlara hoşgörü” geleneğini miras alan Türkiye bile bunu hâlâ başaramamışken, Mısır nasıl başaracak?
Türkiye Mısır konusuna başından beri temkinli yaklaştı. Bence doğrusunu yaptı. Çünkü risk alınamayacak kadar fazla belirsizlik vardı. Şimdi biraz daha net... Türkiye orduyu değil, halkı desteklemeye ve deneyimlerinden mevcut Mısırlı siyasetçileri yararlandırmaya çalışmalı.
Şimdilik Türkiye iyi bir pozisyonda gözüküyor. Yalnız Amerika’nın Mısır ordusuna yaptığı külliyetli hibeyi hesaba katmak gerekiyor. Pozisyonlarını kısa zamanda düzeltip Türkiye’nin önüne geçebilirler.
İngiltere Başbakanı’nın sonuçtan memnuniyet duyan açıklaması, “Alicengiz oyunu”nun çoktan kurulduğunu gösteriyor. Sanki Ortadoğu’daki bugünkü tablonun yakın tarihteki en büyük sorumlusu İngiltere değil!
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT