Modernliğin demokratikleşme sıkıntısı
Geçen ay yapılan Abant Toplantısı siyasi partiler üzerineydi. Konu epeyce yavan ve basmakalıp gözükse de insanı düşünmeye sevk eden birkaç tartışma olmadı değil. Bunlardan biri Fuat Keyman'ın sunumuyla bağlantılıydı.
Keyman'ın ana tespiti AKP dışındaki, daha doğrusu 'laik' kimliğe sahip kesimde AKP'nin seçimle yenilemeyeceğine dair bir kanaatin oluşması; ancak aynı zamanda CHP olmadan çözümün de üretilemeyeceği fikrinin giderek güçlenmesiydi. Üstelik bu iki eğilim klasik 'merkez sağın' tükendiği ve neredeyse siyaset sahnesinden çekildiği bir noktada birleşmekteydi. Günümüz siyasetinin diğer iki partisi MHP ile DTP ise daha 'uç' ve sekter siyasetlerin temsilcisi olmaları nedeniyle çözüm üretici bir işleve sahip değillerdi.
Bu durumda Keyman'a göre karşımıza iki sonuç çıkmakta: Birincisi artan ve tehlikeli bir hal alan kutuplaşmadır. İkincisi ise bu kutuplaşmanın yeni bir 'merkez' üretilerek giderilebileceği... Keyman merkez kavramının artık bir 'uzlaşmadan' ziyade 'denge' anlamına gelmesi gerektiğini ve sembolik olarak AKP ile CHP, ya da toplumsal bağlama taşırsak muhafazakarlar ile laikler arasında bir denge etrafında merkezin oluşturulabileceğini önermiş oldu.
Buradaki kaygıyı ciddiye almamız gerektiği açık. Gerçekten de kutuplaşma, sosyolojik cemaatleri kimliksel açıdan homojenleştirme ve onları bir anlamda siyasi birimlere dönüştürme istidadı taşır. Böyle bir ortamda her sorun ideolojik anlamlar kazanır ve gerçek bir iletişimin, dolayısıyla sorunlara çözüm üretmenin imkanları azalır. Keyman'ın siyasi partilerin konumu ve algılanmasıyla ilgili tespitinin de bir bölümüne herhalde çok kişi katılacaktır: Gerçekten de laik kesimde AKP'nin seçimle devrilmesinin imkansızlığına dair bir kanaat ve kendi kimliksel duyarlılıklarını CHP üzerinden ifade etme eğilimi görülmektedir.
Ancak Keyman'ın tespiti ne yazık ki toplumun sadece bir bölümünün davranışını açıklamakta. Çünkü muhafazakarların da aynı tabloyu nasıl gördükleri sorusu, muhakkak ki en az laik kesiminki kadar hayatidir. Bu sınırlandırıcı tercihin altında, Türkiye toplumunun laik kesim üzerinden okunması ve ancak bu kesimin kabullendiği çözümlerin işlevsel olabileceğine ilişkin bir zımni varsayım yatıyor olabilir. Veya Cumhuriyet döneminde asıl gücün laik kesimde olması, ya da resmi ideolojinin laiklik üzerinden tanımlanması nedeniyle, şimdi bu kesimin 'rızasının' daha önemli olduğuna dair 'gerçekçi' bir tahmine dayanılabilir.
Oysa sebebi ne olursa olsun, Türkiye'nin siyasi analizinin 'laik duyarlılık' üzerinden yapılma dönemi bitmiş gözüküyor. Bunun bir nedeni muhakkak ki muhafazakarların bu ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasi gündeminin sadece parçası değil, ortağı olmaları. Herhalde göstermelik tarafları olsa bile, hiçbir demokratik rejimde çoğunluk partisinin tabanının siyaseti nasıl algıladığı ve değerlendirdiği sorusu bir kenara itilemez. Ama belki niteliksel açıdan daha da önemlisi, bugün 'laik duyarlılık' denen olgunun bizzat laik kesimde de taraftar kaybetmesi. Demokratlığın bir siyasi duruş olarak ortaya çıkmasıyla birlikte laik kültürel kimliğe sahip kesimin net bir biçimde ikiye bölündüğünü görüyoruz. Bugün demokratlar ne AKP'nin seçimle indirilemeyeceğinden rahatsızlar, ne de CHP'siz bir çözümün olmayacağını düşünüyorlar. Bu yeni siyasi pozisyon açısından kritik olan iktidarın kimliği değil, neyi savunduğu ve nasıl yönettiği. Bu açıdan bakıldığında AKP'yi eleştirmek için birçok neden olsa da, genelde olumlu bir bakışın olduğunu söylemek durumundayız. Ayrıca yine bu siyasi pozisyon açısından CHP'siz bir çözümü bir yana bırakalım, çözümün en azından 'bu' CHP ile olmayacağına dair neredeyse yerleşik hale gelmiş bir kanı var. Dolayısıyla Keyman'ın bakışı, Türkiye siyasetinin nesnel bir tahlilinden ziyade, modernist laik kesimi tabloya yeniden sokma kaygısının uzantısı gibi gözüküyor. Nitekim Keyman, sunumunun odak noktasına 'modernleşme ile demokratikleşmeyi bağdaştıramayan bir Türkiye' tespitini yerleştirmiş ve çözümün de bu bağdaştırma sonucunda ortaya çıkacağını önermişti. Dengeye dayanan yeni bir 'merkez' anlayışının hikmeti de zaten buydu... Çünkü denge, var olan güçler arasında olacağına ve bu güçler arasında bir uzlaşma aranmayacağına göre, istedikleri ne olursa olsun söz konusu modernist laikleri siyaset içinde tutmayı garantileyen bir 'çözüm' bulunmuş olacaktı.
Ne var ki Türkiye o eşiği geçmiş gözüküyor... Ama öncelikle 'modernleşme ile demokratikleşmeyi bağdaştırma' hedefinin epeyce 'sırıttığını' itiraf etmek lazım. Çünkü eğer böyle bir bağdaşma sorunu varsa, o zaman modernleşmenin demokratikleşmeye uyum gösteremediğini, ya da bu ikisi arasında felsefi bir uyumsuzluğun olduğunu söylememiz gerekiyor. İşin ilginci Keyman'ınki gerçekten de bir yere kadar doğru bir tespit, çünkü geçmişte demokratikleşmenin ne olduğunu tanımlayan modernliğin kendisiydi. Dolayısıyla 'modern' tasavvurun kendince bir 'demokratlık' algısı var... Ancak bu tasavvur demokrat bir zihniyeti ima etmiyor ve bu nedenle de günümüzün demokratikleşme algısı modernliğin 'dışına' düşebiliyor.
Bugün her toplum kendi içinde bu klasik modernlik kabuğunu kırmaya çalışmanın sıkıntısını yaşıyor. Türkiye ise çok farklı bir zeminden gelen toplumsal dinamikleri neticesinde o kabuğu çoktan sarsmış durumda... AKP bu değişimin somut kanıtlarından biri. Bu parti ve onun seçmen kitlesinin önemli bir bölümü modernleşme ile demokratikleşme arasında bir çelişki algılamıyor. Tam da bu nedenle AB normlarını benimsemeye, reformları yapmaya yönelik çok güçlü olmasa da, neredeyse doğal bir eğilim var. Yine bu nedenle küresel dünyaya entegre olmak isteyen geniş bir kitle hareketi ile karşı karşıyayız. Zaten Ergenekon ağının varlık nedeni de bu değil mi? Karşı çıkılan ve engellenmek istenen şey, modernleşme ile demokratikleşmeyi bağdaştıran ve bunu uzun vadeye yayma iradesi gösteren bir iktidarın varlığı.
Demek ki Türkiye'de Keyman'ın sözünü ettiği 'modernleşme ile demokratikleşmeyi bağdaştırma sorunu yaşayanlar aslında modernist laikler ve Ergenekon'a da desteğin buradan gelmesi hiç şaşırtıcı değil. Bu durumda dengeye dayanan bir siyasi 'merkezin' de Ergenekon siyasetini yeniden güçlendirmekten öte bir işlevi olamaz. Buradaki sorun, demokratik bir düzende iktidara ortak olma fırsatına sahip olmadıklarını düşünen modernist ve otoriter eğilimli laiklerin, toplumu neredeyse dışlayan bir 'merkez' yaratma peşinde olmalarıdır. Cumhuriyet rejimi bu 'projeyi' on yıllar boyunca yaşattı... 'Merkez' kelimesi devletin icazetini almış olan siyaseti, yani askerî vesayetin izin verdiği kadar sivil olabilmeyi ima etti. Bugün hâlâ 'merkezi' toplumda ve onun değişen dinamiklerinde aramayıp, vesayet rejiminin arkaik aktörlerinde aramanın hiçbir getirisi olamaz.
Öte yandan muhafazakar kesimin toplumun tümünü teşkil etmediği ve bugün AKP'yi destekleyen birçok laik kimlikli insanın organik bir bütünlüğü ima eden bir tarzda AKP'li olmadığı da açık. Bunun anlamı farklı konularda 'siyaset tercihleri' açısından AKP karşısında, ama ülkenin genel doğrultusuna ilişkin 'siyasi tercih' açısından AKP'nin yanında bir laik veya 'sol' partiye ihtiyaç duyulduğudur. Bu alternatifin var olan 'soldan' çıkmayacağını artık herkesin anlamasında yarar var. Eğer gelecekte kurulacak olan siyasi merkez bir 'dengeyi' ifade edecekse, bu otoriter zihniyetle demokratlığın dengesi olmayacak... Her ikisi de demokrat olan ancak farklı kültürel zeminlerden gelen toplumsal eğilimlerin dengesi olacak...
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT