1. HABERLER

  2. KİTAP

  3. Modernizmin dini: Milliyetçilik
Modernizmin dini: Milliyetçilik

Modernizmin dini: Milliyetçilik

Özgür-Der Üniversite Gençliği tarafından geçtiğimiz aylarda kitap forumu gerçekleştirilen “Milliyetçilik: Bir Din” isimli eseri Mehmet Can Artuk, Haksöz Haber okurları için değerlendirdi.

24 Şubat 2021 Çarşamba 12:38A+A-

Mehmet Can Artuk / HAKSÖZ HABER

Modernizmin dini: Milliyetçilik

1882-1964 yılları arasında yaşamış olan Carlton J.H. Hayes, Avrupa tarihi üzerine uzmanlaşmış Amerikalı bir tarihçidir. Hayes’in akademik hayatının önemli bir bölümü milliyetçilik düşüncesi ve Avrupa’da milliyetçiliğin ortaya çıkış sürecini araştırmakla geçmiştir. Akademik anlamda konuyla ilgili başka kitapları da bulunan yazar çalışmalarının özeti sayılabilecek ‘Milliyetçilik: Bir Din’ adlı eserini 1960 yılında yayımlamıştır. Milliyetçilik çalışmalarında din konusunu özellikle Carlton J.H. Hayes, Benedict Anderson, Anthony Smith gibi yazarlar ele almasına rağmen özellikle Hayes mevzubahis çalışmasında din ile milliyetçilik arasındaki ilişkiyi etraflı bir şekilde ele almış ve ortaya halen bu anlamda aşılamamış olan yetkin eser ortaya çıkmıştır.

Yazar evvela kitabın başında millet, milliyet, milliyetçilik gibi kavramları tanımlar. Bu kavramların birbirine karıştırılmaması gerektiğinin özellikle altını çizer. Milliyet (nationality) kavramı Latince natio’dan türer ve ırki bağı ifade eder. Yazara göre, milliyeti meydana getiren asli unsurlar, biyoloji ve coğrafyadan ziyade, kültürel ve tarihi karakteristiklerdir. Hayes’e göre bu kültür ve tarihi oluşturan ve taşıyan en önemli unsurlar ise dil ve edebiyattır. Bir ülkede çoğunluk tarafından aynı dilin konuşulması ve benzer kültürel normların benimsenmesi, dil ve pratiklerin geçmiş ve gelecek nesiller arasında irtibat sağlaması, milliyet şuurunun ve kimliğinin yapı taşlarıdır. Hayes milliyetçiliğe uzanan bu yolun en önemli unsurlarını dil, edebiyat, tarihi birikim olarak açıklamıştır. Bir milletin, milliyetçi bir düşünceye sahip olabilmesini dil ve gelenek(tarih) etrafında bütünleşebilmesine bağlayan yazar, bu iki kavramı milliyetin temelleri olarak görmektedir. Bu iki unsurun vatanseverlik düşüncesi ile birleşmesi sonucunda ortaya milliyetçilik düşüncesi çıkar.

brooksfascism.png

Carlton J.H. Hayes vatanseverliği şu şekilde tanımlıyor: “Aşina olunan insanlara, fikirlere, adetlere olan sadakat ile bir yaşam alanına olan sadakatin birleşimidir.” Mesela evimiz, aileye olan sevgiyle, aileyle olan hatıralarla özdeşleşen bir mekândır. Bu anlamda dört duvarla bir çatıdan fazla bir şeydir. Keza doğup büyüdüğümüz mahalle de böyledir. Vatanseverlik hissi, bir ülkeyi de kapsayabilir. Aşina olunan mekânlara ve kişilere bağlılık fıtri bir şeydir. Fakat, insanı doğrudan doğruya aşina olmadığı bir ülkenin, bir coğrafyanın tamamına ve halkın tüm fertlerine bağlı kılmak için özel bir eğitim gerektirir. Modern dönemde insanlara millet/milliyet/devlet sadakatini ve vatanseverlik hissini çok küçük yaşlardan itibaren milli eğitim sistemi verir. Milli eğitim sistemi bu anlayışla modern ulus devletin sözünden çıkmayan milliyetçilik dininin neferlerini yetiştirmek amacıyla çok önemli bir rol üstlenir.

Hayes dinin geçmişten itibaren tarihte çok önemli bir rol oynamasına rağmen Avrupa’da özellikle Sanayi Devriminden sonra bilimin yükselişi, teknolojinin ilerlemesiyle beraber dinin (özellikle Hristiyanlığın) eski önemini yitirdiğini ve insanların yeni arayışlara girdiğini belirtir. Avrupalı ve Amerikalı entelektüellere göre artık hükümsüz hale gelmiş Hristiyanlığın din hissinin yerine başka bir inanç ikame edilmelidir. Böylelikle kitleler, Hayes’in ifadesiyle Hristiyanlıktan uzaklaştıkça entelektüeller tarafından kendilerine sunulan Komünizm ve Milliyetçilik gibi düşüncelere yönelmişlerdir.

Yazara göre 18.yy’ın sonunda meydana gelen Sanayi Devrimi ve makineleşmeyle beraber Avrupa toplumunun geleneksel yapısı dönüştü ve milliyetçiliğin yaygınlaşması ve atılıma geçmesinde büyük rol oynadı. Bu dönemde nüfusun tarladan fabrikaya, çiftçilikten işçiliğe, taşradan şehre doğru artmasıyla beraber devletler hızlı bir şekilde sanayileşme çabasına girmişlerdir. Her milletin kendi ülkesini diğer ülkelerden üstün konuma getirme arzusu (büyük güç olma arzusu) milletler arasında bir rekabet ortamı oluşturmuş ve sonucunda milli farklılıkların oluşması ve vurgulanmasını beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla ülkeler arasındaki bu rekabet ortamı milliyetçilik duygusunu da pekiştirmiş, milliyetçilik ekseninde sürdürülen sanayileşme çabası diğer toplumlara da sirayet etmiştir.

3bw9clqmw0buag0rholdr5blghx-4qokevh6uh9p1ko.png

Sanayileşmeyle beraber Avrupa toplumunun yerleşik düzeni de dönüştü. İnsanlar sanayide çalışmak için köyden/taşradan şehirlere taşındılar. Fakat kendi geleneksel kültüründen kopan insanlar şehir hayatına uyum sağlamak için eğitim almak durumunda kaldılar. Tabi ki bu eğitim milli bilinç ile aşılanan milliyetçi bir eğitimdi. Bu eğitim anlayışına göre insanlar arasındaki ekonomik, sosyal, mesleki, dini bütün farklılıklar en aza indirilip milli lisan ve milliyetçi vatanseverlik vurgulanarak, halk bu anlayışlar etrafında birleştirilecekti. Bu eğitim kitleleri sorgusuz sualsiz bir milli sadakate teslim ediyordu.

1870’lerden 1.Dünya Savaşına kadar olan süreçte milli emperyalizm anlayışı yaygınlık kazandı. Milli emperyalizm ile birlikte Afrika ve adaların, Asya’nın verimli toprakları Avrupalı devletlerarasında paylaşıldı ve sömürgecilik yarışı hız kazandı. Sanayi devrimiyle ortaya çıkan ulaşım, iletişim ve savaş araçları sömürge bulma ve elde tutmayı kolaylaştırdı. Bununla beraber yeni hammadde ve pazar arayışlarını hızlandırdı. Yeni emperyalizm milliyetçi bir olguya dayanıyordu. Devlet adamları açısından milli itibarı korumak ve daha fazla itibar kazanmak amaçlı doğal bir tepki ve coşkuyu ifade ediyordu. Halkın milliyetçi emperyalizmi desteklemesi adına birçok vatansever cemiyet ortaya çıktı. Gazeteler yeni emperyalist düşüncenin halkta karşılık bulması için uğraştılar. Bu propagandada kullandıkları en önemli argüman milletin bayrağını, şerefini, itibarını koruma düşüncesiydi. Milli emperyalizm düşüncesi çeşitli hastalıklara maruz kalmış, eğitimden yoksun kalmış yani geri kalmış halklara eğitim, sağlık, ilerleme getirdiğini söyleyerek güya insancıl bir anlayış olarak kendini lanse ediyordu.

Hayes’e göre milliyetçilik insanın din duygusuna hitap eder ve ortaya çıkışından itibaren bir din haline gelmiştir. Laik devletin yüceltilip ilahlaştırılmasının çağdaş biçimidir. Modern milliyetçiliğin dini karakterinin en önemli tezahürü milliyetçiliğin ortaya çıkışından bu yana adanmışlarının hiç sorgulamadan kolayca canlarını feda etmeleridir. Geçtiğimiz yüzyılda milliyetçi düşüncenin ortaya çıkardığı iki dünya savaşında elli milyondan fazla insan ölmüştür. Bu minvalde Hayes milliyetçiliği eli kanlı bir din olarak tanımlar.

Milliyetçiliğin modern düşüncenin dini olması sürecini kapsamlı ve bütüncül bir şekilde ele alan ve bizce halen milliyetçilikle ilgili en önemli eserlerden biri olan Carlton J.H. Hayes’in Milliyetçilik: Bir Din adlı çalışmasının İz Yayıncılık tarafından uzunca bir zamandır baskısının yapılmaması ise konuyla ilgilenen okuyucular açısından büyük bir kayıptır.


HABERE YORUM KAT

6 Yorum