Modern Ortadoğu Tarihi
Aslında kitabın içeriği hakkında genel bir değerlendirme yazmayı düşünüyordum; fakat bunu yazarın kendisinden daha iyi yapabileceğimi sanmıyorum.
Modern Ortadoğu Tarihi
(A History the Modern Middle East)
William L. Cleveland
Türkçesi: Mehmet Harmancı
(Agora Kitaplığı, 1. Basım, İstanbul: Haziran 2008)
W. L. Cleveland'ı yaklaşık 20 yıl önce Yöneliş Yayınları tarafından basılan nitelikli çalışmasıyla tanışmıştım [Batı'ya Karşı İslam: Şekip Arslan'ın Mücadelesi, Türkçesi: Selahattin Ayaz, Yöneliş Yayınları, İstanbul: Şubat 1991]. Bu kitabı gördüğümde de hem yazar ismi hem de kitap ismi olarak ilgi duymamı sağladı. Kitap, kısa bir göz gezdirmenin ardından, Hz. Peygamber'in risaletinden bir müddet sonra dil, renk, toprak, sınır gibi cahili anlayışları bir kenara bırakarak İslam ümmetini oluşturan "bizlerin" tarihini yeniden gözden geçirme fırsatını verdi. 1400 küsur yıldan beri tarihimizi oluşturan bu coğrafyada, son birkaç yüzyıldan beri Batı karşısında içine düştüğümüz/düşürüldüğümüz durumdan bir türlü kurtulabilmiş değiliz. Bu durumdan kurtulabilmek için geri düştüğümüz Batı karşısında çözümü yine Batının modernleşmeci anlayışında aramaya başladık. Onların sundukları kurtuluş reçetesi ise, bu coğrafyanın içine düştüğü durumun müsebbibi olarak gördüğü İslami anlayışları bir kenara bırakıp, İslam öncesi cahili anlayışlara yeniden dönülmesiydi. Böyle de oldu ve Osmanlının parçalanmasından sonra oluşturulan ulus-devletler bu anlayışla, 1400 yıllık İslami geleneği bir kenara bırakıp, kendilerine İslam öncesine ait "kök" arayışı içerisine girdiler.
Bu açıdan kitap, özellikle modern dönemde Müslümanların içerisinde bulunduğu durumun görülmesi açısından iyi bir perspektif sunuyor ve Batılı Büyük Güçlerin bu coğrafya üzerinde uygulamış oldukları ileriye dönük siyasetlerini (özellikle petrolün batılılar tarafından önem kazanmasından sonra) görme açısından objektif bir bakış açısı veriyor. Yazarın çok sade ve anlaşılır bir dil kullanmasının yanında, mütercimde Türkçeye aktarırken iyi bir performans sergiliyor. Kitap, sanki bir roman gibi insanı kendisine bağlıyor, kahramanları hakkında sürekli merak uyandırıyor. Kahramanların içerisinde bulunduğu durum insanı olayların içerisine çekiyor, bir yerde kendisiyle özdeşleştiriyor ve sanki hep bir sonraki aşamada başına nelerin geleceğini düşündürtüyor.
Aslında kitabın içeriği hakkında genel bir değerlendirme yazmayı düşünüyordum; fakat bunu yazarın kendisinden daha iyi yapabileceğimi sanmıyorum. Yazar kitap hakkında "Üçüncü Bölüme Önsöz" adlı girişinde bizlere fırsat bırakmadan uzun bir değerlendirme yapıyor. Yazar kitaba yaptığı ilavelerle yakın tarihte gelişen olaylar hakkında da değerlendirmeler yapıyor. Ayrıca yazarın da belirttiği gibi, kitabın sonundaki "Seçme Bibliyografya" kısmı gerçekten okuyucu için çok faydalı olabilecek referanslar içeriyor.
Kitap hakkında daha detay bilgiler için yazarın "Üçüncü Bölüme Önsöz" adlı girişini aşağıya alıntılıyoruz:
"Bu kitabı hazırlamaktaki amacım, Ortadoğu tarihini bu konuda daha önce etraflıca bilgi edinmemiş olan öğrencilere ve genel okurlara hitaben anlatan bir metin ortaya çıkarmaktır. Aşağıdaki sayfalarda Ortadoğu terimi, batıda Mısır'dan doğuda İran'a, kuzeyde Türkiye'den güneyde Arap Yarımadası'na kadar olan bölgeyi anlatmak amacıyla kullanılmıştır. Bu coğrafik bölgeye Arap Kuzey Afrika'yı, Sudan'ı ve İslami Afganistan'ı dahil edecek şekilde genişletmeyi öngören güçlü argümanlar bulunduğunu biliyorum. Yine de, tutarlılık oluşturmak ve etkili bir metin çıkarmak açısından çalışmalarımı merkezi Ortadoğu'ya yoğunlaştırdığımı, dolayısıyla Orta Asya'nın bağımsız İslami cumhuriyetlerini bu edisyonun dışında tuttuğumu söylemeliyim. Kitabın odaklandığı kronolojik tarih, 18. yüzyılın sonlarından 21. yüzyılın başlarına kadar olan dönemi kapsar. 5. Kısım'daki bölümlerin çoğu gözden geçirilmiş, yeniden düzenlenmiş ve güncelleştirilmiştir. Dolayısıyla, 23. Bölüm'de ikinci İntifada da anlatılır ve bu kalkışma yerel ve bölgesel bağlamları içinde bir yere oturtulmaya çalışılırken, 24. Bölüm 2002'de Türkiye'de İslami yönelimli bir çoğunluk hükümetinin başa gelmesinin etkileri, keza İran cumhurbaşkanı Hatemi'nin reform getirme girişimleri ile yerleşik ulemanın statükoyu muhafaza etme çabaları arasındaki çatışmaların doğurduğu sonuçlar irdelenmektedir. Son olarak, elinizdeki kitap şimdiki zamana ya da geleceğe değil, geçmiş zamana dair bir değerlendirme çalışması olmakla birlikte, 11 Eylül 2001'de meydana gelen dramatik olaylar ve ABD'nin bu olaylara tepki olarak Afganistan ve Irak'ta düzenlediği askeri harekâtlar, kanımca, ne kadar el yordamıyla ve eksik tutulmuş olursa olsun, ciddi bir analizi gerekli kılmıştır. Nitekim ben de Sonsöz bölümüne bu konulardaki değerlendirmelerimi ekledim.
Bu yeni edisyonda daha fazla açıklık sağlamak ya da yeni yorumlar eklemek düşüncesiyle bazı bölümleri elden geçirmiş olmama rağmen, kitabın bütünü ikinci basımdaki ana formatı muhafaza etmektedir. 1. Kısım, İslamiyet'in yükselişinden 18. yüzyıla kadar Ortadoğu tarihinin sergilediği modellerle ilgili genel bir bakış sunar. Son edisyonda uzunluğu oldukça azaltılmış olan 1. ve 2. bölümler, İslam inancı ve usullerinin ana özelliklerini gözler önüne sererken, Hazreti Muhammed'in zamanından 13. ve 14. yüzyıllarda Moğol istilalarının sonuna kadarki dönemde İslami toplumsal ve siyasal kurumlarının ortaya çıkışlarını anlatır. İslamiyet'e dair kendi tarihsel ortamına ve kendi koşullarına uygun bir tablo çizmeye çalışırken, Kuran ayetlerinin indiği İslamiyet ile Yakın Doğu'nun yerleşik uygarlıkları arasındaki etkileşimin önemine dikkat çektim. Ayrıca, İslami uygarlığın dünya çapındaki niteliklerini vurguladım ve bu uygarlığın dinamiğinin salt bir Ortadoğu İslam imparatorluğunun yükselişi ve düşüşüne odaklanarak anlaşılamayacağını, İslami akımın farklı merkezlerinin (hepsi de Kuran ayetlerinin temel inançlarına sıkı sıkıya bağlı kalan, ama kendi ekonomik ve kültürel ortamlarındaki özgül koşullarını da hesaba katmak durumunda kalan bu merkezlerin) dünya çapındaki genel modeli olarak kavranması gerektiğini göstermeye çalıştım. 3. Bölüm, Osmanlı İmparatorluğu'nun yükselişini ve Osmanlı idari kurumlarının ortaya çıkışlarını ele almanın yanı sıra, İran'da kurulmuş olan Safevi İmparatorluğu'nun yükselişi ve düşüşünü tartışmaktadır. Bu bölümün Osmanlılarla ilgili kısımları, Osmanlı kurumları üzerine var olan zengin tarihyazımı metinlerinden elde edilmiş yeni malzemelere de yer vermektedir.
2. Kısım'da 19. yüzyılın başlarından 1919-1920'de barış anlaşmalarına kadar olan dönemde siyasal otoritenin üç ana merkezine (Osmanlı İmparatorluğu, özerk Mısır eyaleti ve İran'daki Kaçar İmparatorluğu) odaklanıyorum. İran'ın dönüşüm yolları Mısır ve Osmanlı İmparatorluğu'nunkilerden farklıydı ve ben de onların aralarındaki farklılıkları saptayıp açıklamaya, modern İran'ın gelişmesi açısından önemleri üzerinde durmaya gayret ettim. Osmanlı-Mısır Ortadoğusu'nun modern tarihine, bu bölgenin Osmanlı-İslami pratikler ve değerlere dayalı, kalıcı bir sistemle örgütlendiği inancıyla yaklaştım. Bütün bu bölge içerisinde Osmanlı sistemi hiçbir zaman durağan ya da tekbiçimli olmadığı gibi, Osmanlıların 19. ve 20. yüzyıllardaki dönüşümleri arifesinde de hep sürekli değişim halindeydi. Bununla birlikte, 300 yıl sonra Osmanlı egemenliğinin genel hedefleri ve uygulamaları, ayrıca imparatorluğun çeşitli bölgelerinin sakinlerinin gözünde bu uygulamaların nasıl bir seyir alacağı yeterince anlaşılmış durumdaydı.
Kitabın önemli temalarından birisi, reformlar çağı sırasında ve ondan sonraki dönemde yerleşik Osmanlı-İslami idari uygulamaları ve toplumsal ilişkilerinin bozulması ve giderek yok olması sürecinin Ortadoğu halkları açısından alt üst edici ve gelecek ufkunu karartıcı bir önem taşıdığıdır. Söz konusu değişim sürecinin terminolojisi, genellikle "modernleşme" ya da "Batılılaşma" başlıkları altında temsil edilmiştir. Öte yandan, bu çerçevenin ya değerlerden kaynaklanan, ya da kültürel yargılarla ilintili olan veya ikisini birden kapsayan çağrışımları olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla burada, bence bir Batılılaşmacı olan Kemal Atatürk gibi Ortadoğu aktörlerinin niyetlerine tam olarak denk düştükleri durumlar dışında onlara başvurmaktan bilerek kaçındım. "Modernleşme" ve "Batılılaşma" yerine de, 19. yüzyıl reformcularının hedeflerini daha iyi karşılayan ve Ortadoğu'da daha erken çağlardaki köklü değişikliklerin meydana geldiği 19. yüzyıl gelişmelerini daha iyi anlatan dönüşüm terimini tercih ettim. 19. yüzyıldaki gelişmeler, İslami Ortadoğu'da dışarıdan esinlenen dönüşümün ilk örneği olmadığı gibi, Osmanlılarda reform yapmayı amaçlayan ilk girişim de değildi. Osmanlı imparatorluğu'nun 15. ve 16. yüzyıllardaki yükselişi ve konumunu sağlamlaştırışı başlı başına bir köklü dönüşüm süreciydi zaten. Aynı dönemde İran'da Şiiliğin dayatılışı da benzer nitelikteydi. Bana göre, 19. yüzyılda Ortadoğu'nun hakimleri devletlerini "Batılılaştırma"ya değil, silahlı kuvvetleri için yararlı gördükleri seçme Avrupa teknolojik gelişmeleriyle örgütlenme yöntemlerini benimsemeye niyetlenmişlerdir. Öte yandan, 2. Kısım'da göstermeye çalıştığım gibi, giderek daha fazla sayıda nüfuzlu idareci ile askeri yetkili Avrupa usullerini ödünç almaya yatkın hale geldikçe, dönüşüm süreci de hızlanmış ve salt askeri alanın dışındaki sahalara yayılmıştır.
4. Bölüm, Osmanlı padişahları III. Selim ve II. Mahmud ile Mısır valisi Mehmed Ali'nin reform programlarında somutlaştığı haliyle bu dönüşüm sürecinin ilk aşamalarına dair bir tartışmadır. 5. Bölüm Osmanlıların Tanzimat döneminde ve Mısır'da İsmail hükümranlığında dönüşümün hızlanmasını ele alırken, harcamaların artışı ile yerel pazarların Avrupalı tüccarlara kaptırılmasının birleşik etkisinin, bu iki devletin iflasına ve zaman içinde İngiltere'nin Mısır'ı işgal etmesine yol açtığını göstermektedir. Yine bu bölümde, eğitim alanındaki değişimler irdelenmekte, bürokrasi, öğretmenlik ve yargıçlık alanlarında dini kurumlardan yetişenlerin yerine güya Fransızca bilen kişilerin alınması üzerinde durulmaktadır. 6. Bölüm, 1. Dünya Savaşı'nın patlamasına kadar olan dönemde İngilizlerin Mısır işgalini ve Nasıriddin Şah dönemindeki Kaçar İran'ını incelemektedir. Kitabın bu yerinde 19. yüzyıl sonu İran'ına da bakılarak, okurların Osmanlı-Mısır deneyimleri ile İran'ı etkileyen koşullar arasındaki farklılıkları kavramasını sağlamayı umut ettim.
7. Bölüm'de, köklü dönüşümlere karşı çıkan ya da en azından bunun İslami pratikler ve ilkelerin temellerine dayandırılarak yapılmasını arzu eden kişilerin perspektiflerine eğildim. Osmanlı sultanı Abdülhamid ile kırsal kökenli üç reform hareketi (Vahhabilik, Sunusilik ve Mehdiyyelik), 19. yüzyılın sonlarında su yüzüne çıkan Avrupa tarzı reformlara karşı direniş eğilimlerinin temsilcileridir. Burada ayrıca, Muhammed Abduh'un ileri sürdüğü İslami reform fikirlerini ve bunun yanı sıra, Hıristiyan misyonerlerin faaliyetleriyle matbaanın bulunuşunun kıvılcımını çaktırdığı daha seküler eğilimli "Arap uyanışı"nı ele almayı tasarladım. 8. Bölüm'deki tartışmalarım, anayasal hükümeti savunan çok farklı iki harekete dair yorumlarımdır. Jön Türk devrimi, Osmanlı anayasasını yeniden uygulamaya sokmuş ve yeni kurumlarla öğrenim görüp, reform yapmaya ve bu suretle Osmanlı İmparatorluğu'nun kurtarmaya kararlı bir grup subayı ve kamu görevlisini iktidara getirmiştir. Bu bölümün ilk kısmında Jön Türklerin politikalarını irdeliyor ve 1. Dünya Savaşı'nın arifesinde Osmanlı nüfusunun sadakatini kendilerine çekmeye çalışan topluluklar içindeki ana akımları saptamaya çalışıyorum. İkinci kısımda da İran'daki 1905-1911 tarihli anayasa mücadelesine eğiliyor ve bu süreci Jön Türk çağıyla kıyaslıyorum.
9. Bölüm, 1. Dünya Savaşı'nın Ortadoğu'da geçen kısmının, savaş zamanında yapılan çeşitli anlaşmalarla Osmanlı topraklarının paylaşılmasıyla ilgili manevraların, eski Osmanlı Arap topraklarını İngiltere ile Fransa arasında bölen nihai barış antlaşmasının koşullarının değerlendirilmesidir. Bu bölümü kapatırken, Osmanlı İmparatorluğu'nun kendisinin ve dayandığı örgütlenme ilkelerinin yok oluşunun, Ortadoğu halkları, özellikle de imparatorluğun eski Arap eyaletlerinin halkları açısından çığır açıcı bir önem taşıdığını ileri sürmekteyim. Araplar, Osmanlı sonrası bir düzene hazır olmadıkları gibi, onların İngiliz ve Fransız istilacıların idaresine sokan bir düzene hiç hazır değillerdi. Bu yüzden 1920'yi izleyen çeyrek yüzyıl boyunca Arap liderlerin zihinlerini, Avrupalı devletlerden tam bağımsızlığa kavuşmak ve yeni devletleri için milli kimlikler oluşturmak gibi meseleler meşgul edecekti. (Kitabın diğer bölümlerinde olduğu gibi 2. Kısım'da da, diplomatik gelişmelere ve iç olaylara ayrı bölümler ayırmadım ve bunun yerine, uluslararası ilişkileri iç gelişmelerin bir yönü olarak ele almayı tercih ettim.)
3. Kısım, manda sisteminin dayatılmasından 1948'de İsrail'in kuruluşuna kadarki dönemi kapsamıştır. Son derece tartışmalı bir konu olan Osmanlıların çöküşünden sonraki ve yeni devletlerin ortaya çıkma sürecindeki Ortadoğu tarihinin nasıl anlatılacağı meselesi, başka kitaplarda da geniş biçimde tartışılmış bir sorundur. Ben burada devlet olgusunu başa alan bir yöntemde karar kıldım, ancak bu yöntemin kıyaslamalı olmasına ve çağların ya da dönemlerin özel kronolojik tarihlerini kapsamasına da dikkat ettim. Kısacası, iki büyük savaş arasındaki çağın, kendisinden önceki ve sonraki dönemlerden ayrı, ortak özellikleriyle özgül bir nitelik taşıdığı kanısındayım. Sözelimi, Türkiye'de ve yeni kurulan Arap devletlerinde Osmanlıların bu döneme yansıyan önemini vurguluyor, yerel seçkinler ile Avrupalı istilacı güçler arasındaki ilişkinin tonunu belirleyen siyasal liderlikteki sürekliliklerin varlığını ortaya koyuyorum. 10. Bölüm'de Türkiye'de Atatürk'ün, İran'da Rıza Şah'ın reform programlarının hedefleri ve etkisini kıyaslıyorum. Arap devletlerini ele alırken de yalnızca geç Osmanlı dönemiyle olan kopuşları ve iç süreklilikleri değil, aynı zamanda İngilizlerle Fransızların, kendi idareleri altındaki devletlerin gelişme çizgisinin şekillenmesinde önemli rol oynayan idari denetim modellerini göstermeye çalıştığımı belirtmeliyim. 11. Bölüm, İngiltere'nin egemenliğini muhafaza ettiği Mısır, İran ve Ürdün gibi ülkeleri ele alırken, 12. Bölüm'de Suriye ve Lübnan'daki Fransız egemenliği ele alınmakta, ayrıca Suudi Arabistan'ın yükselişi incelenmektedir. Sonraki bölümse, iki büyük savaş arası dönemin belli başlı siyasal ideolojilerine (bölgeselcilik, pan-Arap milliyetçiliği ve İslami dayanışmanın kalıcı cazibesi) dair bir analizle kapanmaktadır. 13. Bölüm'ün konusu Filistin mandası ve İsrail'in doğuşudur.
4. Kısım, 1945'ten 1970'lerin başlarına kadar olan dönemde Ortadoğu'yu inceler. 14. Bölüm, 1983'te sivil hükümetin kuruluşuna kadar olan dönemdeki Türkiye ile 1970'lerin ortalarında devrimin arifesine gelen günlerin İran'ını tartışır. 15. ve 16. bölümlerde Arap devletleri ve "Nasır çağı" diye adlandırdığım dönemde bu devletlerin İsrail'le ilişkileri üzerinde durulmuştur. Bu terimi kullanmamın sebebi, Nasırcılığın, gerek Mısır cumhurbaşkanının görev süresinde yaptığı fiili etkiler ve esin kaynağı olmasıyla, gerekse 1967'deki beklenmedik çöküşünün peşinden uyandırdığı umutsuzlukla, Arap dünyasını derinden etkilemesidir. 17. Bölüm, 1948'den 1977'ye kadar olan dönemde İsrail siyasal kültürü ve kurumlarını ele almanın yanı sıra, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) ortaya çıkışını ve bu örgütün 1970'deki kara Eylül'e kadar faaliyetleri için bölgesel bir dayanak arayışlarını tartışmaktadır.
5. Kısım, ikinci basıma yapılan kayda değer değişiklikleri ve eklemeleri kapsar. Yine de bu kısma girizgah olması bakımından, 1970'lerin başlarından itibaren ortaya çıkan yeni tarihsel kalıpları anlamayı sağlayacak ipuçlarını ekledim. 1970'ler ve 1980'lerdeki Mısır ve Lübnan'a odaklanan 18. Bölüm, Mısır devlet başkanı Enver Sedat'ı 1973'te İsrail'e savaş açmaya ve 1979'da aynı devletle bir barış anlaşması imzalamaya zorlayan iç baskıları tartışmanın yanı sıra, Filistin örgütlerini Lübnan'la kanlı bir iç savaşa sokan ve 1982'de İsrail'in ülkeyi istila etmesine sebebiyet veren faaliyetleriyle birleşen yerel demografik değişikliklere eğilmektedir. Bu bölüm, Mısır'a Hüsnü Mübarek döneminin ilk yılları üzerine bir analizle kapanır.
Suriye ve Irak devlet başkanları Hafız el-Esad ile Hüsnü Mübarek, yaklaşık otuz yıldır kendi ülkelerinin egemenleriydiler. 19. Bölüm, onların iktidara yükselişlerini, iç ve dış politikalarını ve onların egemenliklerini temsil edip cesaretlendiren yönetici seçkinlerin toplumsal bileşimindeki dönüşümünü konu alır; sonra da, 1980-1988 İran-Irak Savaşı'nın tartışılmasıyla biter. 20. Bölüm iki kısma ayrılır: Birincisi, 1979 devrimini analiz eder, İran İslam Cumhuriyeti'nin kurulmasının önemini tartışır ve İslami yasaların kadınların statüsü üstündeki etkisini geniş biçimde inceler; ikincisi de, Mısır'ın özel bir vaka oluşturmasıyla, genel bir Ortadoğu fenomeni olarak siyasallaşmış İslam'ın kabarışına eğilir. 21. Bölüm'ün ana konusu, 1950'lerin başlarından 1980'lere kadar Suudi Arabistan ve Yemen ile kuruluşlarından 1980'lere kadar İran Körfezi'nin petrol üreten Arap devletleridir. 1973'ün petrol fiyatı devriminin etkileri ile siyasal değişimi önlemenin yanı sıra toplumsal ve teknolojik değişimi gerçekleştirmeyi sağlayan muazzam zenginliğin egemen aileler arasında dağılmasının yol açtığı gerilimler de bu bölümde ele alınacaktır.
22. Bölüm, İntifada olarak bilinen Filistin ayaklanmasıyla, 1991 Körfez Krizi'nin kökenleri ve sonuçlarına odaklanır, sonra da uzayan savaşın 21. yüzyıla girilen döneme kadar Suudi Arabistan, Kuveyt, Yemen ve Irak üstündeki etkisinin tartışılmasıyla kapanır. 23. Bölüm, Oslo barış sürecinin parlayışı ve sönüşünün, Yaser Arafat'ın Filistin Yönetimi (FY) başkanlığının toplumsal ve siyasal sonuçlarının ve İsrail'deki Netanyahu ve Barak hükümetlerinin yükselişiyle düşüşlerinin tartışılmasına ayrılmıştır. Bu bölümün sonucunda, ikinci İntifada'nın patlak vermesi ve İsrail'de 2001'de başbakanlığa Ariel Şaron'un gelmesi üzerinde durulmuştur. 24. Bölüm, Clinton yılları döneminde ABD'nin Ortadoğu politikalarının analiziyle açılırken, 2000'li yılların başlarına kadarki Türkiye ve İran'ın durumlarının karşılaştırmalı bir değerlendirmesi yapılmış ve siyasal İslam'ın hayati önemini muhafaza ettiği Mısır örneğine bakılmıştır. Yukarıda dikkat çekildiği üzere, kitabın sonuna bir de, 11 Eylül 2001 olaylarını, ABD'nin 2003'teki Mısır işgalinin dolayımsız etkilerini analiz ettiğim Sonsöz bölümü eklemeyi tercih ettim.
Elinizdeki kitap özellikle siyasal meselelere odaklanmıştır, ama, Ortadoğu'yla ilgili eksiksiz ve bütünsel bir tarih okuması ortaya çıkacağı umuduyla, belli başlı toplumsal, ekonomik ve ideolojik akımların anlatıya dayalı değerlendirmelerinde de geri kalmamaya çalışılmıştır. Şüphesiz, her şey tek bir kitaba sığdırılamaz (zaten böyle bir çabaya girilmesine gerek de yoktur). Bu gerçeğin farkında olarak, kitabın sonuna, ele aldığım konularda ve Ortadoğu'nun geçmişiyle ilgili -ve burada ele alınmayan- başka yönler üzerine daha derinlikli bilgiler edinmek isteyen okurlara rehber işlevi görece ayrıntılı ve güncellenmiş bir bibliyografya bölümü ekledim."
Hüseyin Gül / Haksöz-Haber
HABERE YORUM KAT