Modern Dünyada Özgürlük ve Sınırları
Umre ibadetini dinî bir ritüel olduğu için reddeden modernizmin aksine onu kabul edip ama umreyi bir turistik geziye çevirip bu durumu pazar nesnesi haline getirmeye çalışan bir süreçle karşı karşıyayız
Burhan Taşkaya / Haksöz Dergisi Sayı: 323 - Şubat 2018
Somut kavramların tanımını ve tarifini yapmak kolaydır. Mesela kırmızı elma dediğinizde bunun bütün dünyada karşılığı aynıdır. Fakat soyut kavramlar böyle değildir. Dünyanın herhangi bir yerinde huzurevindeki annesini ayda bir ziyaret etmek sadakat olarak değerlendirilirken başka bir yerde annenin huzurevine gönderilmesinin kendisi sadakatsizlik olarak değerlendirilir. Bu örnekte görüldüğü gibi soyut kavramlar ifade edildiği coğrafyadan, zaman diliminden, o memlekete hâkim olan değer dünyasından ve düşünce dünyasından etkilenir.
Özgürlük kavramı bugün Müslümanlardan etnik milliyetçilere, kadın hareketlerinden eşcinsellere, emperyal güçlerden hastalara kadar farklı siyasal ve toplumsal kesimler tarafından kullanılmaktadır. Son 200 yıldır farklı toplumsal ve siyasal kesimler tarafından felsefesi inşa edilmiştir.Özgürlük kavramının kapladığı alan neredeyse hayatın tümüne tekabül etmiştir. Öyle ki iddiaların oluştuğu ilişki biçimlerinden tutun da en temel değer yargılarına kadar bu duruma şahitlik ediyoruz. Bu kavramın gittikçe daha sofistike, sistematik ve sınırlarını zorladığı bir zaman diliminde Müslümanların basit kavramsal analojiler yapmanın ötesinde yeni, genel ve multi disipliner bir yaklaşıma ihtiyacı vardır.
Önce bu kelimenin İslam kaynaklarında nasıl ele alındığına bir bakalım.Özgürlük Türkçede kullandığımız bir kelime ve özü gürleştirmek anlamına geliyor. Fakat bunun yanısıra hürriyet kelimesi de var. Hürriyet eski Araplarda asil, soylu yani köle olmayan anlamındadır. Kur’an-ı Kerim’de kısas ayeti olarak bilinen Bakara Suresinin 178. ayetinde “hür olana karşı hür, köle olana karşı köle” ifadesi yer alır. Kur’an köleyi özgürlüğü elinden alınmış kişi olarak tanımlar. Buna göre kişi eğer sosyal hayatta köle değilse hür demektir.
Yine farklı bir ayette İmran’ın karısı Hz. Meryem ile ilgili şöyle der: “Rabbim karnımda olanı muharraran olarak sana adadım, benden kabul et.” (Âl-i İmran, 35) Burada ‘muharraran’ ifadesi bütün bağımlılıklardan uzak, hür olarak anlamına geliyor. Normal şartlarda Hz. Meryem tapınağın hizmetçisi olacaktır fakat bütün bağımlılıklardan kurtulup sadece Allah’a bağımlı olmak hürriyet olarak tanımlanmıştır.
Bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Dinarın kölesi olana yazıklar olsun.” Burada paranın, eşyanın esaretine girip özgürlüğünü kaybetmenin ahlaki olarak düşüklük olduğu ifade ediliyor.
Fahreddin Razi, hürriyeti şöyle tanımlar: “Nefs içgüdüsel olarak bedenî işlere ya arzu duyar yada duymaz. Arzu duymayan kişi özgürdür. Bu duruma özgürlük adını veririz. Çünkü dinde özgürlük köleliğin karşıtı şeydir.Tutkular köle olunan alışkanlıklar ve özlemlerdir. Özgürlük nefsin içgüdüsel iffetidir.”
Gazalide hürriyeti nefsin heva ve hevesinden kurtulmak olarak tanımlar.
Bütüncül bir tanımlama yapacak olursak -teşbihte hata olmasın- dikey bir ilişki olan insan-Allah ilişkisinin -ki bu tevhiddir- yataydaki insan-insan(kendisi), insan-toplum, insan-eşya ve insan-tabiat ilişkisini düzenlemesidir. Yani insanın kendi nefsinin, heva ve hevesinin, toplumun yada toplumdaki herhangi bir bireyin, eşyanın, mülkiyetin, tabiatın esaretinden kurtulup sadece Allah’a bağımlı olması, O’na kul olmasıdır.Yani Allah’a kulluğun önündeki içsel ve dışsal engellerin kaldırılmasıdır.
Batı’da gelişen özgürlük kavramı, iktidar gücü, medya ve güçlü lojistiğiyle beraber son 200 yıldır neredeyse dünyanın tamamını etkilemektedir. Özgürlük kavramı kendi tarihsel süreci içerisinde üç ayrı kavramla ifade edilir. İlk kavram olan ‘liberty’ 1789 Fransız Devrimiyle bütün dünyada ünlenen bir kavramdır. Kuvvetlinin iktidarına karşı direnerek onun esaretinden kurtulmak anlamına gelir, aynı zamanda mülk sahibi olmak anlamına da gelir. Çünkü Batı tarihinde mülk sahibi olmak Yeniçağ’a kadar mümkün değildi. Dolayısıyla daha çok siyasal ve ekonomik boyut taşır. Özgürlük kavramının ifade edildiği ikinci kavram ise ‘freedom’dır. İnsanın, canının her istediğini yapması anlamına gelir. İfadenin Rusça ve Japoncadaki karşılığı ise ahlaksızlıktır. Yani insanın bedeni bütün arzularının yerine getirilmesi olarak ifade edilir. Üçüncü olarak ‘emansipasyon’ kavramı kullanılıyor. Genel olarak din, aile, cemaat, toplum, gelenek ve ahlak gibi bireyin bağlı olduğu bütün bağlardan sıyrılarak özgürleşmesi anlamına gelir. Kısacası bireyin özerkleşmesine tekabül eder.
Batı’da gelişen özgürlük kavramını mekân, zaman ve vaka bağlantısı ile beraber tahlil etmenin bizi daha doğru yargılara götüreceği kanaatindeyim. Eski Greklerde o çok övündükleri Atina şehrinde Eflatunların, Aristoların yaşadığı medeniyetin, düşüncenin, kültürün inanılmaz geliştiği dönemde Atina’da 40 köleye karşı bir hür insan vardı. Ortaçağ’da Kilise, hayatı, düşünceyi, aklı, bedeni, eylemleri, toprağı hatta şehirleşmeyi kontrol altında tutuyordu. Papa ve ruhban sınıfı iktidar ve ekonomik gücü elinde bulunduruyordu ve karşı tarafta ise elinde hiçbir imkân, güç bulunmayan halk sınıfı vardı. Kiliseye karşı ortaya çıkan Aydınlanma felsefesinin en güçlü kavramı özgürlüktü. Bu felsefe aklı, bireyi, insanı merkeze aldı. Fakat eskilerin tabiriyle “Bir şey haddini aşarsa zıddına inkılâp olur.”Süreç içerisinde insan rasyonel aklı, bireyi ve bedeni kutsayarak bunların esiri haline geldi. Liberalizm, kapitalizm, sosyalizm gibi beşerî ideolojilerin ve aynı zamanda modernizm ve post-modernizm süreçlerinin etkisiyle özgürlük daha sistematik, karmaşık hayatın bütün alanlarıyla ilgili iddiası olan bir kavram haline dönüştü.
Özgürlüğün Zemini
Batı’da gelişen özgürlüğün sacayakları sekülerlik, bireycilik ve hazcılıktır. İnsan-Allah ilişkisini reddeden bu anlayış, merkeze insanı alarak ve insanı bütün ilişkilerinden soyutlayarak aklının ve arzularının esiri haline getirmiştir. Bugün herhangi bir değere inanmadan, herhangi bir ilkesi olmadan sadece arzularına ve çıkarlarına göre yaşayan ve derin bir yalnızlıkla baş başa kalan bir insan prototipi oluşturmuştur. Madde bağımlılığı, kürtaj, intiharlar, depresyon gibi durumların çok yoğun yaşandığı Batı’da devletler bu sorunları çözmek için sürekli yeni politikalar geliştirmek zorunda kalmaktadırlar. Devletler çözümlere hep sonuçları üzerinden yaklaşmaktadır oysa sorun, oluşturmak istedikleri insan ve toplum modelinin sonucudur.
İslam’a ait özgürlük kavramının zemini ise vahiy, ahlak ve adalettir. Bunun sınırları vahiy tarafından belirlenmiştir. Kur’an buna hududullah diyor. Batı’daki özgürlük anlayışı ile İslam’ın özgürlük anlayışındaki temel fark budur. Batı’daki özgürlüğün sınırı ancak başkasının özgürlüğünü ihlal ettiği yere kadardır. Bununla birlikte karşı tarafın rızası var ise neredeyse hiçbir sınır tanımaz bir olgudur.İslam insanın fıtri taleplerini biliyor ve bu taleplerin meşru, ahlaki yollardan karşılanması için sınırlar belirliyor. Cinsel ihtiyaçlardan tutun da en büyük sosyal-siyasal alanlara kadar bu sınırlar içerisinde özgürce hareket etmesine izin veriyor. Bu güçlü zemin değerlendirilebilir ve ortaya çıkan yeni durumlarla ilgili bir perspektif geliştirilebilirse Müslümanların yaşadığı yeni kriz alanlarından hakkıyla çıkması sağlanabilir. Bu aynı zamanda kendi iddialarının hazin sonuçlarını yaşayan Batılılar ve dünyanın geri kalanı içinde bir kurtuluşa sebep olabilir. Bu durum Müslümanların iddialarının farklı coğrafyalarda hayat bulması için bir imkâna da dönüşebilir. İnancı ne olursa olsun herhangi bir ebeveyn, çocuğunun madde bağımlısı, cinsel sapkın, depresif olmasını, yalnızlık içerisinde kıvranmasını arzu etmez. İslam’ın iddiaları bu insanlarında felahına sebep olabilir.
Sosyal İlişkiler Bağlamında Özgürlük
Batı’da gelişen özgürlük kavramının temel hedefi insanın ilişkide olduğu ne varsa aile, akraba, cemaat ve toplumun her türlü etkisinden ve müdahalesinden insanı soyutlayıp bireyi merkeze almasıdır. Kişiler aile, akrabalık, komşuluk gibi ilişkilerden uzaklaşmıştır. Yaşlıların daha çok yaşlı bakım merkezine gönderildiği, gençlerin ailelerinden uzak yalnız yaşadıkları bir aile modeli ortaya çıkmaktadır. Bu yaklaşımın sonucu derin yalnızlıktır. Bunun en somut örneği yakın zamanda haberlere konu olan İngiltere’deki yalnızlıkla mücadele bakanlığının kurulmasıdır. İngiltere’deki her 10 kişiden biri yalnızlık yaşıyor. Bu Batı’nın oluşturmak istediği toplumsal modelin bir sonucudur. Thomas Hobbes’un “İnsan insanın kurdudur.”sözü bugün Batı’da hâkim bir durum iken Müslümanlar için “Müslüman Müslümanın yurdudur, sığınağıdır.” sözü esastır.
İnsan sığınma ihtiyacı olan bir varlıktır. Her şeyden önce insan Allah’a sığınır. İnsan eşine, anne babasına, kardeşlerine, akrabalarına, komşusuna, dostuna, arkadaşına sığınır. Batı’da oluşan bu toplumsal yapı ve aile modeli medya, sinema, dizilerle dünyanın geri kalanıyla beraber Müslümanları da etkilemektedir. Biz Müslümanların bu süreçten etkilenmemesi için bir kısmı verili bir kısmı sonradan oluşturulmuş aile, akrabalık, komşuluk, dostluk ve arkadaşlık gibi kurumları güçlendirmemiz gerekiyor.Geleneksel büyük aile modelini tekrar ihya etmemiz gerekiyor. Yaşlı anne ve babalarımızın değer gördüğü, saygı gördüğü, torunlarına değer ve tecrübe aktarabildikleri modeli tekrar oluşturmak gerekiyor. Akrabalık ilişkisi ile ilgili Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: “Sebepsiz yere akrabalarıyla ilişkisini kesen bizden değildir.” Buradan akrabalarımızla ilişki geliştirmek zorunda olduğumuz sonucu çıkıyor. Yine İslam bize komşumuzun açlığından haberdar olma sorumluluğu yüklüyor.
Cemaat içi ilişkilerde de insanların birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ettiği, iyiliği emredip kötülükten nehiy edebildiği bir ilişkinin kurulması gerekiyor. Cemaatin aksine bireylerin özgür ve bağımsız çalışması bu son dönem Batılı hâkim özgürlük anlayışının sonucudur. İstişareyi, ortak aklı önemsiz gören bu tavır süreç içerisinde vakadan kopup savrulmalara sebep olabilir. Fakat cemaat içinde herkesin birbirine benzediği, sanki aynı fabrikadan çıkmışçasına özgünlüklerini ve farklılıklarını yitirdikleri bir ilişki biçimi de kanaatimce doğru bir yaklaşım değildir. İnsanların ilgi, alan ve yeteneklerini geliştirebilecekleri özgür ortamların olması gerekiyor.
Beden Tartışmaları ve Özgürlük
Kilisenin beden anlayışında beden her zaman ruhun önünde ve tanrıya ulaşma noktasında en büyük engel olarak değerlendirildi. Hristiyanlık ruhun temiz kalması adına bedenin arzuları ve taleplerini şeytani olarak değerlendirmiş ve bu talepleri bastırmak, eğer mümkünse yok etmek istemiştir.Fakat İslam’da böyle bir püritenlik yoktur. Bedenin fıtri taleplerinin meşru ve helal yollarla karşılanması vardır. Rönesans’la beraber Batı yeni bir insan tanımı yapmıştır ve insan bedenini keşfetmiştir. Ruhtan arındırılmış, ulvi olanla, aşkın olanla irtibatı kesilmiş bir insan tanımı yapmıştır.
Geçmişinde bedene ait olduğu için bastırılmış her isteğin serbest bırakılması gereğine inanan bu zihniyet yeni bir özgürlük tanımı yapmıştır. Hristiyanlığın günah diyerek bastırdığı ne varsa özgürlük kategorisine almıştır. Sonrasında liberalizm ve feminizminde etkisi ile bedene ait tüm tasarrufun kişinin kendisinde ve onun özgür tercihinde olduğu kanısı oluşmuştur. Beden daha çok estetik, sanat ve tıbbın aracı haline gelmiştir. Özellikle kadınlarda bedenin deforme olma korkusuyla anneliği reddetme, emzirmeye karşı çıkma, sebepsiz kürtaj gibi durumlar kadının özgürlük talebiyle meşrulaştırılmaya çalışıldı. Kürtaj tartışmalarında ceninin bir canlı olarak değil de kadın bedeninin bir parçası olarak değerlendirilmesi üzerinden kürtajın bir hak olduğu sonucu çıkarılmaya çalışıldı. Bedenin estetik kaygıları sadece kadınları ilgilendiren bir durum değil artık, nerdeyse vücudun bütün yapıları için uygulanabilir hale gelen estetik operasyonlar hem kadınlar hem erkekler tarafından tercih edilir hale geldi. Zayıflamak yada kilo almak, fit bir vücuda sahip olmak nerdeyse insanların en önemli gündemi ve mutluluk sebebi haline geldi. Hatta estetik ve güzellik algısının tek tipleştiği ve herkesin bir şekilde operasyonlarla, zayıflama salonlarıyla bir forma sokulmak zorunda kaldıkları bir durum ortaya çıkmıştır. Oysa Müslümanlar için bedenin kendisi mahlûktur ve insana emanettir. Aynı zamanda beden Müslümanlar için bir imtihandır. Emanete zarar verecek şeylerden kaçınılmalıdır. Bununla ilgi Hz. Peygamber’in yeme içme alışkanlığından spora hatta uyku alışkanlığına kadar tavsiyeleri bulunmaktadır. Müslümanların birçok ameli yapabilmeleri için sağlıklı bir bedene ihtiyacı varken bedenin estetiği mutluluk ve mutmainlik sebebi değildir. Müslümanlar için mutluluk ve mutmainlik Allah’ın emrettiği salih amellerde saklıdır.
Tıp dünyasındaki yeni gelişmelerde yine kişilerin özgürlüğü üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Örneğin tüp bebek yöntemi normal yollar ile anne baba olamayan kişilerin üreme hücrelerinin laboratuvar ortamında döllenip tekrar anne karnına yerleştirilmesi ile ailelerin çocuk sahibi oldukları bir yöntemdi. Bir sorunu çözmeye dönük bir yaklaşım iken bugün önümüze taşıyıcı annelik, anonim sperm bankası, yumurta bankası, dondurulmuş yumurtalar gibi birçok “alternatif” ortaya çıktı. Amerika’da haberlere konu olan bir vaka aslında nasıl bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu ortaya koyuyor. Anne kısır olduğu için yumurta teyzeden, sperm babadan alınıyor ve hala taşıyıcı annelik yapıyor. Bu vaka hala ve teyzenin fedakârlığı olarak sunulmuştu. Burada anne ve baba olmak gibi fıtri bir arzunun masumiyeti üzerinden gayri meşru yolların ve yöntemlerin bireylerin özgür tercihleri üzerinden meşrulaştırılmaya çalışıldığına şahitlik ediyoruz.
İnsanın üremesinden insan üretimine doğru bir sürece gidilirken özgürlük ve ahlak tartışmalarının çok yoğun bir kısmını bu gelişmelerin oluşturacağı kanaatindeyim. Türkiye’de hâlihazırda bu duruma izin verilmiyor ama yakın zamanlarda bir TV’de sabah programları sunan bir kadın, evlenmeden bir sperm bankasından çocuk sahibi olmayı istediğini dile getirmişti. Zaten bu durumlar böyle medyatik kişiler üzerinden başlar, gündeme bomba gibi düşürülür ve sonrada çok sık konuşulur ve normalleştirilir. Böyle bir süreci yaşama ihtimalimiz var açıkçası. Bu konuda Müslümanların sadece fıkhi yaklaşımlarla yetinmeyip Müslüman hekimlerin, âlimlerin, felsefecilerin, psikologların vb. farklı disiplinlerle beraber insanları bu konularda tatminkâr bir şekilde uyarmak ve caydırmak gibi sorumlulukları olmalıdır. Ötenazi ve engelli olma ihtimali olan bebeklerin anne karnındayken alınması gibi durumlar kişilerin özgür tercihleri üzerinde meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Bu durumlar Müslümanlar için bir imtihan halidir ve sabır gösterilebilirse belki de cennetlerin vesilesidir.
Cinsiyet ve Cinsellik
İslam cinsiyet ve cinselliği temel bir sınıflama ile insanı kadın ve erkek, ilişkilerini de heteroseksüel olarak belirler ki bu, canlının üremesini mümkün kılan bir farklılaşmadır. İslam ve onun oluşturduğu kültür ve gelenek cinsiyet kimliğini, cinsiyet rollerini ve cinsiyet farklılıklarını korumaya çalışır.Bebeklikten başlayıp cenaze merasimine kadar birçok farklı durumda bu farklılığın korunmasına çalışır. Kız ve erkek bebeklerinin kıyafetlerinin farklılığı, renklerinin farklılığı, kız çocuklarının kulaklarının delinmesi, çocukların oynadıkları oyunların dahi cinsiyetlerine göre farklılık göstermesi, gençlik dönemlerinde eğlenme biçimlerinden tutun ilişkilerine kadar cinsiyet farklılığının korunmasını amaçlamaktadır. İleri ki yaşlarda annelik ve babalık gibi roller yükler. Hayat boyu bu cinsiyet arsındaki farkın net ve keskin bir şekilde korunmasını ister.
Modernizmin etkisiyle beraber bu sınırların gittikçe ihlal edildiğine ve flulaştığına şahitlik ediyoruz. Bunu ‘unisex’ kavramında ve bunun sosyal hayattaki karşılığında görebiliyoruz. Unisex her iki cinse uygun, cins farkı gözetmeyen tutum anlamına geliyor. Unisex kıyafetler yani hem erkeğin hem kadının giyebileceği kıyafetler, unisex kuaförler ya da en son ODTÜ’de gündeme gelen cinsiyetsiz tuvaletler gibi durumlarla karşılaşıyoruz. Bu kadın ve erkek arsındaki farkı ortadan kaldırmaya dönük çabalar olarak karşımıza çıkıyor. Yine bu durumların tamamı bireysel özgürlükler üzerinden meşrulaştırılmaya ve normalleştirilmeye çalışılıyor. Gün geçtikçe kadınsı tavırlar gösteren erkekler ile erkeksi tavırlar gösteren kadınlar hızla artmaktadır. Ki Hz. Peygamber bu durumu yasaklamıştır.
Ayrıca son zamanlarda aile içerisinde annelik ve babalık gibi sorumluluklar hâkim özgürlük algısının oluşturduğu konfor ile beraber yerine getirilmemektedir. Bu gerekliliklerin yerine getirilememesi aile içinde huzursuzluklara ve boşanmalara sebep olmaktadır.
İslam cinsel ihtiyacın fıtrata uygun bir şekilde karşı cinsle ve evlilik müessesi içinde karşılanmasını meşru kabul etmiştir. Cinsel yönelimi duygu bakımından bedensel olarak yaratıldığı kimliğe göre düzenler. Bugün elindeki lobi gücü ile beraber eşcinsellik, biseksüellik, transseksüellik gibi fıtrat dışı yönelimler birer tercih olarak meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Bu durumlar ile ilgili farklı yaklaşımlar var. Bu durumların hastalık olduğu, doğuştan gelen bir duygu sapması olduğu yada sonraları daha çok tercih ile ortaya çıkan duygusal sapma olduğuyla ilgili farklı fikirler var. 1970 yılında Amerika Psikiyatri Birliği, bu durumların hastalık olmadığıyla ilgili karar aldı. Bu yönelimler en son olarak 1992 yılında hastalıkların uluslararası sınıflandırılması (International Classification of Disease ICD-10) listesinden çıkarılmıştır.
İslam fıkhına göre de hastalık hali özür durumunu ifade eder ve eğer eşcinsellik hastalık olarak kabul edilirse irade dışı bir duruma tekabül edeceği için mesuliyeti ortadan kaldırabilir. Ayrıca bu durum doğuştan bir duygu sapması olduğu için ve irade dışı ortaya çıktığı için yine mesuliyeti ortadan kaldırabilir. Bu durum kanaatimce sonradan ve daha çok sapkın tercihlerin sonucu olarak ortaya çıkan bir duygu sapmasıdır. Kur’an’da Lut kavmi örneği üzerinde lanetlenmiş ve Lut kavminin helakına sebep olmuş bu fahşa ve sapkınlık hali özellikle sinema, dizi vs. araçlar ile toplumda normalleştirilmeye çalışılıyor. Örneğin Mahsun Kırmızıgül’ün Kürt meselesini işlediği “Güneşi Gördüm” filminde hiç konuyla alakası olmamasına rağmen bir mağduriyet üzerinden eşcinsellik güçlü bir şekilde vurgulanıyor. Yada TV ekranlarında sapkın tercihler sevecen, sempatik tavırlarla ön plana çıkartılmaya çalışılıyor. Aynı şekilde sol-sosyalist, liberal, feminist kesimler tarafından aslında tam bir onursuzluk hali olan bu durum ‘Onur Haftası’ olarak kutlanabiliyor. Müslümanların bu durumun gittikçe görünür, duyulur olmasına karşı net bir şekilde karşı çıkmaları ve buna engel olmaları gerekiyor.
Popüler Kültür ve Hedonizm
Post-modern süreçle beraber özgürlük tanımı da değişmektedir. Medya, reklamcılık ve kitle iletişim araçlarının özgürlük adı altında hazcılık pompalayan etkisi ile popüler kültür üzerinden insanların pazara dâhil olmasını sağlamaktadır. Özgürlük olarak sunulan bizatihi kapitalizme köleliktir. Bu yeni özgürlük tanımına göre insan tükettikçe özgürleşecektir. Bu, heva ve hevesi üzerinde odaklayarak insana haz merkezli bir yaşam tarzı dayatmaktadır.
Post-modern paradigmanın iki önemli kavramı var: İzafileştirme ve maddileştirme. Modern zamanda tek gerçeklik var iken post-modern süreçte hiper gerçekliklerin, çoğul gerçekliklerin kabul edildiği bir süreç yaşanmaktadır. Örnek verecek olursak umre ibadetini dinî bir ritüel olduğu için reddeden modernizmin aksine onu kabul edip ama umreyi bir turistik geziye çevirip bu durumu pazar nesnesi haline getirmeye çalışan bir süreçle karşı karşıyayız. Post-modern paradigma ve popüler kültürün temel hedefi tüketmektir. İhtiyaç ve arzu, tüketimi yönlendiren temel faktörlerdir. İhtiyaçların sınırı varken arzuların sınırı yoktur. Post-modern paradigma insanı en zaaflı ve en doyumsuz yerinden yakalıyor. Nefsin arzuları yada nefsin özgürlüğü insanın kadim imtihanıdır. İnsan tükettikçe, konforunu artırdıkça refaha ulaşacağını ve mutlu olacağını düşünüyor oysa hakikat ihtiyaçtan fazlasını infak ettikçe, zekât ve sadaka verdikçe, birilerinin sıkıntısını giderdikçe gerçek felaha ulaşacağıdır. Tüketim kültürü sadece zenginleri etkileyen bir durum değil geniş bir pazar ağı ile diğer kesimleri de etkileyebiliyor. Artık orta gelirli ailelerin çocuklarında bile sayısız ayakkabı ve kıyafete şahit oluyoruz. Tüketim kültürü artık bir tüketim olmanın ötesinde bir kimlik inşa ediyor. Kişinin nasıl bir evde oturduğu üzerinden, bindiği araba üzerinden yada boş vakitlerini nerde ve nasıl geçirdiği üzerinden bir kimlik inşa edildiğine şahit oluyoruz.
“Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bununla beraber malını saçıp savurma çünkü (malını) saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.”
KAYNAKÇA
Ali Bulaç, İnsanın Özgürlük Arayışı, İnkılâp Kitabevi Yay., 2015
Abdurrahman Arslan, “Bir Muhalefet ve Bütünleşme Aracı Olarak Özgürlük”, Küresel Sistem ve Kavramlar / Müzakereli Seminerler, Özgür-Der Yayınları, 2004
Gannuşi, Laiklik ve Sivil Toplum, Mana Yayınları, 2017
A. Teyfur Erdoğdu, Özgürlükten Kurtulmak, Rumuz Yayınevi, 2017
Dr. Eyüp Şahin, “İslâm Felsefesi Geleneğinde Özgürlük Düşüncesi Üzerine”, Kelam Araştırmaları, 7:1, sf.121-130, Ocak 2009
Nurten Zeliha Şahin, “İslam Hukuku ve İnsan Hakları Bağlamında Eşcinsellik Sorunu”, Ekev Akademi Dergisi, Sayı: 62, Bahar 2015
Burcu Özcan, “Hedonizm ve Kimlik Temeline Dayalı Postmodern Tüketim Yaklaşımı”, Sosyoloji Konferansları Dergisi, Sayı: 35, 2007
Bünyamin Sevim, “Modern Özgürlük Algısı ve İslam”, Haksöz Dergisi, Sayı: 298, Ocak 16
Abdurrahman Arslan, “Değişim, Haz, Özgürlüğü Tüketimin Dünyasında Aramak”, Birikim Dergisi, Sayı: 152-153, Aralık-Ocak 2002
HABERE YORUM KAT