Etyen Mahçupyan

Etyen Mahçupyan

Yazarın Tüm Yazıları >

Mızrak ucu

24 Mart 2010 Çarşamba 14:39A+A-

Eskiden sol cenahta bir ‘mızrak ucu’ tabiri vardı. Herhangi bir olayın veya eylemin stratejik açıdan en ileri safha olduğunu ifade eder, ‘düşmana’ dokunulan noktayı betimlerdi. Dolayısıyla ‘mızrak ucu’ aynı zamanda riskin alındığı yer ve zamana da işaret etmiş olurdu. Çünkü ideolojik ‘ilerleme’ mızrağın sürekli ileri itilebilmesini gerektirir, buna karşılık söz konusu çabada başarısız olunması halinde geri adım atılması ve yenilgi ihtimalinin artması kaçınılmaz olurdu. Bu nedenle ‘mızrak ucu’ olan siyasetin çok iyi hesaplanması şarttı...


Bugünlerde AKP’nin bir anayasa değişikliği paketiyle kamuoyu önüne çıkmasının ardında ne denli sağlam bir siyasi analiz var bilmiyoruz. Ama bu, farkında olsalar da olmasalar da ‘mızrağın ucu’ işlevi görecek olan bir adım. Genel tabloya baktığımızda siyasi partiler arasında, hükümetle bürokrasi arasında ve nihayet siyasetin geneli ile toplumsal talepler arasında üç farklı gerilim görüyoruz.


Siyasi partiler arasındaki denge esas olarak değişmiş değil. CHP ve MHP oylarının bu partilerin kendi inisiyatifleriyle artma ihtimali yok. Her ikisi de hükümetin yapacağı yanlışlardan beslenme noktasında sıkışmış haldeler. Böylece AKP’nin önünde çok geniş bir siyaset alanı açılmış durumda ve halen gerçek tek siyasi aktör bu parti... Öte yandan bu denge değişmediği gibi, seçime doğru gidilirken beklenenin tersine bir eğilim gösteriyor. Normalde muhalefetin daha cesur olması, karşılanmayan toplumsal taleplere talip olması beklenir. Oysa Türkiye’de seçim yaklaştıkça iktidar daha cesur adımlar atma eğiliminde. Diğer bir deyişle kartlar AKP’nin elinde ve bu partinin ilave bir risk alması çok da mantıklı gözükmüyor, çünkü hâlâ birinci parti ve oyunun ortalama yüzde 35 civarında kalacağı anlaşılıyor.


Hükümetle bürokrasi arasındaki gerilimde de, bu ülkenin tarihi dikkate alındığında, belki de daha fazla zorlanmaması gereken bir noktada olduğumuz düşünülebilir. Bunca yıllık vesayet rejiminin bir anda, hem de İslami duyarlılığı olan bir hükümet tarafından reforme edilmesi pek gerçekçi gözükmüyor. Ergenekon dava süreci iktidarın başarılı bir sınav verdiği bir dönem oldu. Çünkü bütün çabalara rağmen yürütmenin yargıya müdahale ettiğine dair bir izlenim yaratılamadı. Yargı mekanizmasının iç bölünmesi, AKP’ye yargı sürecine mesafe alma şansı verdi ve böylece hükümetin bu olaydaki meşruiyeti pek de zedelenmedi. Yüksek yargı ile olan sürtüşme ise, iktidarı değil doğrudan yüksek yargıyı vurdu. Yapılan son anketlerde toplumun kabaca üçte ikisi yargının siyasallaştığını ve bir reformun gerekli olduğunu söylüyor... Nihayet ortada lafı çokça dolaşsa bile, AKP’nin kapatılmasına yönelik bir dava açılmasının artık hiçbir hukuki zemininin olmadığı açık. Böyle bir olayın anında çok yaygın bir toplumsal tepkiye neden olacağını ve yüksek yargı reformunu daha da radikalleştirmenin gerekçesini oluşturacağını söyleyebiliriz. Kısacası bürokrasi ile olan gerilim açısından da AKP’nin eli aslında rahat. Siyasi atmosfer hükümetten yana ve bu giderek kesintisiz bir eğilime dönüşmüş durumda. Dolayısıyla bu gidişatı riske atacak bir adımın siyaseten ne kadar isabetli olduğu tartışmalı gözüküyor.


Siyasetin geneli ile toplumsal talepler arasındaki gerilimde ise AKP hükümet olmanın getirdiği handikapları yaşıyor. Çünkü toplumsal beklentiler, onların karşılanabilmesini güçleştiren bir biçimde hızla yükseliyor. Buna, hükümetin geri adımlarını ve düpedüz yanlışlarını veya duyarsızlıklarını eklediğinizde, AKP’nin asıl sınavının kısa vadede toplum karşısında olacağını öngörebiliyoruz. Bunun anlamı şu anki ortalama yüzde 35 oyun artı veya eksi yönde geniş bir dalgalanma potansiyeline sahip olmasıdır. Toplumun önümüzdeki seçimdeki siyasi tercihi, partiler arası bir kıyaslamaya değil, AKP üzerinden referandumvari bir değerlendirmeye dayanacaktır.


Bu durumda siyaset/devlet ilişkisi açısından epeyce rahatlamış ve risk yüklenmek istemeyecek olan bu hükümetin şu anki sıradışı tavrı anlam kazanıyor. Çünkü hareketsiz bir biçimde seçimi bekleyecek olan bir AKP, kaçınılmaz olarak toplumsal taleplerle karşı karşıya gelecek. Bu gerilimin asker ve yargı alanındaki muhalefet kışkırtmalarıyla bütünleşmesi ise muhtemelen iktidarı yıpratacaktı. Nitekim muhalefet sözcülerinin anayasa reformuna tepkileri, bu partilerin seçim yaklaştıkça toplumsal talepleri ‘seslendirmeye’ heveslendiklerini, popülizan bir demagojiye kayarak ‘siyaset’ yapmayı hayal ettiklerini ortaya koyuyor.


Ne var ki AKP, beklenmedik bir ‘mızrak ucu’ üretmiş durumda. Siyasi gündemi demokrasiye ve özgürlüklere taşıyan bu hamle, hükümetin karşılamakta zorlandığı tekil toplumsal istekleri arka plana iterken, AKP’yi de tek reformist güç olarak tescilleyen bir görüntü yaratacak. Yüzeysel bir bakışla riskli gözüken bu strateji, eğer bilinçli yönetilirse referandumla birlikte büyük bir eşiğin geçilmesiyle sonuçlanacak.


Anayasa değişikliği paketinin maddeleri tabii ki kendi başlarına da son derece önemli. Ama büyük tabloda, asıl önemli olan Türkiye’yi demokrasi ekseninde bir referandum ortamına götürerek gelecek dönemin meşruiyetinin sağlanması...

 

TARAF

YAZIYA YORUM KAT