Misyoner cinayetleri, hangi örgütün operasyonu?
18 Nisan 2007’de Malatya’da misyonerlik faaliyeti yürüten biri Alman uyruklu üç kişi boğazları kesilerek katledilmişti. Üç misyonerin katledilişi kendinden önce işlenen cinayetler gözönünde bulundurulduğunda çok kritik bir yerde durmaktadır.
Trabzon’da 5 Şubat 2006’da Rahip Santoro’nun, 17 Mayıs 2006’da Danıştay’a yapılan silahlı saldırı ile Mustafa Yücel Özbilgin’in ve 19 Ocak 2007’de İstanbul’da Hrant Dink’in öldürülmesini takiben Malatya’da misyonerler katledilir. Danıştay saldırısından bir yıl, Dink cinayetinden üç ay sonra işlenen Zirve yayınevi cinayetleri olayın hemen akabinde tutuklanan mafya özentisi beş gencin gözü dönmüşlüğü ile izah edilemeyecek çap ve önemdedir.
Birkaç gündür Malatya başta olmak üzere birçok ilde Ergenekon’un Zirve katliamı bağlantısı dolayısıyla gözaltı ve aramalar yapılıyor. Bu gözaltı ve aramalar misyoner cinayetlerinin askeri darbe sürecindeki yerini tespit açısından önemli imkanlar sağlayacak gibi gözüküyor.
Zirve yayınevinde katledilen misyonerle ilgili olarak dönemin Malatya İl Jandarma Alay Komutanı Kurmay Albay Mehmet Ülger ile birlikte istihbarat şubede görevli bazı subay, astsubay ve haber elemanları da soruşturma kapsamında gözaltına alındılar. İlaveten İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Ruhi Abat’ın da gözaltına alınmasını kenara not etmek gerek.
Bu dönemde işlenen misyoner cinayetleri Kafes Eylem Planı’nda askeri operasyon olarak geçiyordu. Üstelik Ermeni ve Rum azınlıklara, misyonerlik faaliyetleri yürütenlere yönelik yapılacak istihbarat ve operasyonlara dair detaylı planlamalar yürütüldüğü anlaşılıyordu. Fakat uzun bir dönem Ergenekon savcılarının misyonerlerin katledilmesine bakan davayla ilgilenmeleri engellendi.
Bu süreçte ciddi biçimde deliller karartıldı, saklandı ve davayla ilgili kamuoyu manipüle edildi. Ancak cinayetin arka planına dair tüm işaretler jandarma ve ilişkili olduğu isimleri gösteriyordu. Soruşturmanın genişletilmesi engellendi, deliller perdelendi, failler tetikçilerle sınırlandı ve işin üstü örtülüyor derken yeni bir Ergenekon dalgası geldi.
Bu cinayetlerin olağan şüphelisi jandarma merkezli örgütlenme kıskaca alındı. Baskın yapılan, bilgi-belge aranan yerler birçok ildeki jandarma komutanlıkları ve İnönü Üniversitesi’ydi.
Gizli tanıklar, ihbar mektupları, ses kayıtları, teknik takip sonuçları 2003-2004 sonrasında Genelkurmay Başkanlığı raporları ve MGK kararları çerçevesinde ‘misyonerliğe karşı alınacak tedbirler’in gerçek yüzünü ortalığa döküyor. Medya yoğun propaganda bombardımanı ile misyonerliği ciddi ve yakın bir tehdit algısı olarak toplumun gündemine sokarken aslında Genelkurmay’ın istihbarat raporlarına uygun hareket ediyordu.
Hıristiyan misyonerlere karşı yaygın bir tedirginlik oluşturmak planın birinci aşamasını oluşturuyordu. İkinci aşamada ise misyonerlere karşı jandarmanın örgütlediği saldırı ve cinayetlerle ‘gerici AK Parti Hükümeti’nin ve dayandığı dinci çevrelerin irticai kalkışmalarının boyutları’ yeni bir Menemen Masalı olarak efsaneleştirilecekti.
Bir taraftan AK Parti hükümetinin düşürülmesi diğer taraftan AB ile ilişkilerin krize sokulması hedefleniyordu. Bir taraftan halkın İslami duyarlılığı cinayetlerle kirletilip mahkûm edilmek isteniyor diğer taraftan da sözde Hıristiyanlaştırmaya karşı dini hassasiyet gösteren çevreler üzerinden Kemalist ulusal kimliğin daha bir hızla inşası hedefleniyordu.
28 Şubat sürecinde namaz, başörtüsü, oruç, kurban üzerinden en keskin düşmanlıklar sergileyen ve Kur’an kursu, İHL, İlahiyat kapatma yarışına girenler bir zaman sonra yeni bir hedef göstermeye başladılar. 28 Şubat darbe sürecinin iktidar partisi DSP’nin sembol isimlerinden Rahşan Ecevit’in misyonerlik faaliyetlerini gösterip ‘din elden gidiyor!’ feryadları bu mizansenin ne zamandan beri ve hangi aktörler eliyle tertiplendiğini, yürürlüğe koyulduğunu gösteriyor.
2003 ve 2004 yılında sık sık basına sızdırılan Genelkurmay’ın misyonerlik faaliyetlerini yakından takip ettiğine ilişkin istihbarat raporları da kapsamlı ve uzun dönemli yeni bir darbe planının parçalarını oluşturuyordu. Misyonerlere yönelik saldırılar yürürlüğe sokulan bu darbe planı çerçevesinde analiz edilirse yerli yerine oturur.
Misyoner katliamı İslam’ı veya Müslümanları korumak isteyenlerce organize edilmedi, edilemez de. Tersine İslam’ı ve Müslümanları Kemalist askeri düzen altında ezmeye programlanmış bir cinayet şebekesi tarafından işlendi bu cinayetler.
Ergenekon operasyonları tüm bu süreci ve hedeflenenleri daha net bir biçimde anlamamızı kolaylaştıran veriler sunmakta. Darbecilerin amaçlarına ulaşmak için hiç tahmin edilemeyecek, düşünülemeyecek planlamalar, operasyonlar tezgâhladıklarını göstermekte. Bu süreçte itiraz kabilinden zaman zaman gündeme gelen “ne alakası var”, “bu isimler şu örgütle nasıl yan yana getirilebilir”, “bu eylemin şu zihniyet sahipleriyle ne ilgisi var” türünden yaklaşımların tutarlılık ve inandırıcılıktan yoksunluğunun son gelişmelerle birlikte bir kez daha altını çizmekte yarar görüyoruz.
---
* Bu makale, 21 Mart 2011 tarihli Yeni Akit gazetesinde de yayınlanmıştır.
YAZIYA YORUM KAT