Mısır'ı darbeye İhvan'ın yapısı ve tercihleri mi sürükledi?
Yıldıray Oğur, Mısır’da yaşanan darbe sürecini İhvan’a mı mâl ediyor?
HAKSÖZ HABER
Yıldıray Oğur araştırmacı gazetecilik denilince akla ilk gelen isimlerden. Köşe yazılarını mantıksal bir çerçeveye oturtmak için yoğun inceleme ve araştırmalar yapan Oğur, herkes için kullanılan bu unvanın hakkını teslim eden nadir gazetecilerden.
Ancak yeteri kadar “araştırma” yapılmadığı vakit Oğur da baltayı taşa vurabiliyor. Yıldıray Oğur “Mısır’da muhalefetin ortak adayı kim olmalıydı?” başlıklı yazısında 2012 Mısır cumhurbaşkanlığı seçimiyle Türkiye'deki gelecek seçimi muhalefet konumundakilerin aday tercihleri üzerinden -zorlama bir şekilde benzerlikler kurarak- kıyaslayan bir yazı yazmış. Oğur, Türkiye’deki muhalefete Mısır üzerinden akıl verebilir ancak Mısır’da yaşanan süreci okuma biçimi oldukça problemli.
2012’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda aday olan ve Oğur tarafından “ılımlı” olarak nitelenen Abdulmünim Ebu’l Futuh’un seçilememesinin sebebi Oğur’un yazısında ordunun Ebu’l Futuh’a karşı İhvan’ın adayını desteklemesi olarak aktarılıyor.
Ebu’l Futuh’un Türkiye’deki arkadaşlarından birisiyle yaptığı görüşmeyi aktaran Yıldıray Oğur yukarıda aktarılan izahın oldukça komplocu bir yaklaşım olduğunun farkında değil herhalde!
İşin özünde bu yaklaşımın kaynağı birçokları tarafından dile getirilen “İhvan iktidarı paylaşmak istemediği için darbe gerçekleşti” şeklinde ifade edebileceğimiz indirgemeci, yüzeysel çıkarımdan güç alıyor. Zaten Oğur da yazısında bu hususu birkaç kere dile getiriyor.
İhvan’ın 100 yıllık kapalı ve “Ortodoks” bir cemaat olduğunu dile getiren Oğur, cemaat olmaktan vazgeçmedikleri için iktidarı diğer gruplarla paylaşmak istemediklerini ifade ediyor. "O yüzden 100 yıllık kapalı ve ortodoks İslami bir cemaat olan Müslüman Kardeşlerin kararı kritikti." ... "Müslüman Kardeşler cemaat olmaktan çıkamayınca, yıllar sonra gelen iktidarı diğer gruplarla paylaşmak istemeyince 2013’de Tahrir’de yine büyük gösteriler başladı ve ardından Mursi’nin güvenilir, dindar bir general olarak Genelkurmay Başkanlığı’na getirdiği Sisi’nin darbesi geldi."
İhvan’ın yıllardır devam eden yasaklama ve katliamlar sebebiyle örgütlenme açısından tercih etmek durumunda kaldığı usul onu kapalı bir cemaat yapmaz! İhvan-ı Müslimin bir tek Müslümanlar açısından değil tüm dünyadaki en yaygın ve örgütlü toplumsal yapılar arasındadır. Liderliğinden teşkilat birimlerine kadar birçok detayı isimlerine varıncaya kadar internet sitelerinden öğrenmek bile mümkün!
Devrim öncesinde bütün sendikalarda, meslek örgütlerinde örgütlü, milletvekili seçimlerinde aday çıkartıp diktatörlük rejiminin müsaade ettiği kadarıyla aktif siyasetin içinde olan başka bir yapıydı herhalde! Tüm bu olgusal gerçeklere rağmen Yıldıray Oğur İhvan’ın kapalı bir cemaat olduğu iddiasını neye dayandırıyor merak ediyoruz doğrusu!
İhvan’ı “kapalı, Ortodoks cemaat” şeklinde tanımlamak oryantalist bakış açısının özetidir. Oryantalizm derinlikten yoksun, anlamaktan öte anlamlandırmaya çalışan özünde oldukça ırkçı bir yaklaşım sorunudur. Oğur’un da bu durumun farkında olduğuna eminiz!
Artık bu meseleden sıkıldık ancak “İhvan aday göstermese veya iktidarı paylaşsa darbe olmazdı” yaklaşımının tutarsızlığı hakkında birkaç kelam etmek gerekiyor. Tam tersinden hadiseye bakarsak İhvan aday göstermeyip seçimleri Mübarek rejiminin vesayet artıkları kazansaydı ortaya çıkan sonuçtan İhvan sorumlu tutulmayacak mıydı? En hafifinden cesaretsizlikle suçlanmayacak mıydı?
Oğur, 2019 senesinde yazdığı yazıda Tunus örneğinden yola çıkıp “Ümmet için de demokrasi...” başlıklı bir yazı kaleme alarak da bilmediği sulara dalmıştı. “Arap Baharı sırasında Nahda ve Gannuşi ele geçirdiği iktidar fırsatını muhalefetle paylaşarak, hem ülkenin yeni bir Mısır olmasını engelleyerek Tunus’un Arap Baharı’nın tek başarı hikayesi olmasını sağladı hem de siyaseten gücünü artırdı.”
Türkiye’de yaşanan hadiseler üzerinden Tunus’u örnek göstererek Müslümanlara demokratik kültürü rol model olarak göstermek durulması gereken yeri bilmemektir! Arap coğrafyasında İslami hareketlere olan düşmanlık “iktidarı paylaşmak, demokrasi” vb. hususlarla geçiştirilemez. Tunus örneği ortada! Nahda kendisinden taviz vererek hatta yer yer sığınarak iktidarı paylaştı. Peki, sonuç ne oldu?
Tunus’ta yaşananlar da ortadayken hala Mısır’daki darbeyi İhvan’ın yapısı ve tercihlerine indirgemek haksızlıktır. İslami hareketlere duyulan nefret, Batıcı laik despotizm için neredeyse varoluş gayesi olma özelliğine sebep.
Bu husus göz ardı edilerek Mısır’da yaşananları anlamaya çalışmak ve Türkiye ile Mısır arasında analoji kurmak yeteri kadar “araştırma” yapılmadığının göstergesidir. Bu tutumu Yıldıray Oğur’a yakıştırmıyoruz!
Yıldıray Oğur'un bahse konu olan yazısı:
Mısır, binlerce yıllık tarihinde ilk kez ülkenin liderini seçmek için bundan 10 yıl önce 2012 yılında sandık başına gitti.
İlk demokratik seçim de zaten bir yıl önce 2011’de yapılmıştı.
Tahrir Devrimi’nin ardından yapılan ve katılımın yüzde 50’lerde kaldığı ilk parlamento seçiminde sandıktan Müslüman Kardeşlerin partisi birinci, İslamcı Selefilerin partisi ikinci sırada çıktı.
Ülkeyi yöneten askeri konsey ile Müslüman Kardeşler arasında gerginlikler baş gösterdi.
Yeni anayasayla devrimin yönünün İslami bir rejime mi, seküler bir demokrasiye mi kayacağıyla ilgili kaygılar artmaya başladı.
Tam bu sırada Kahire’yi ziyaret eden Başbakan Erdoğan, Mısır’a laiklik tavsiyesinde bulunmuş, bu beklenmedik yerden gelen tavsiye kapalı kapılar ardından Müslüman Kardeşler’i kızdırmıştı.
2012’de Cumhurbaşkanlığı seçimlerine giderken en merak edilen konu ise Müslüman Kardeşlerin aday gösterip göstermeyeceğiydi.
Ülkedeki en örgütlü yapı olan Müslüman Kardeşler, Tahrir Devrimi’nin öncüsü değildi.
Hatta Tahrir Meydanı’na cemaatin önce gençleri gitmiş, devletin gadrine çokça uğramış yaşlı kuşak gösterilere ilk başta temkinli yaklaşmıştı. Ama sonra onlar da devrimin içinde yer aldılar, büyük kalabalıkların toplanmasında etkili oldular.
Fakat Tahrir’de İslamcı bir devrim yapılmamıştı. Meydandan “tekbir”li sloganlar değil, “ekmek, özgürlük ve sosyal adalet” sloganları yükselmişti.
O yüzden 100 yıllık kapalı ve ortodoks bir İslami bir cemaat olan Müslüman Kardeşlerin kararı kritikti.
Müslüman Kardeşler de devrimin başından itibaren meydandan yükselen demokrasi, siyasi özgürlük, hukuk devleti taleplerine uyumlu mesajlar verdi.
Parlamento seçimlerinde birinci çıkmalarından sonra Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday göstermeyeceklerini, iktidarı tek başlarına kontrol etmekten değil, paylaşmaktan yana olduklarını açıkladılar.
Bu o kadar kesin bir karardı ki 2009 yılına kadar Müslüman Kardeşlerin Rehberlik Konseyi’nde olan Abdulmünim Ebu’l Futuh, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmakta ısrar edince hareketten ihraç edildi.
Müslüman Kardeşlerin eski gençlik liderleri olan, Mısır Tabipler Birliği başkanlığı yapmış doktor Ebu’l Futuh geleneksel Müslüman Kardeşler çizgisinin dışında ılımlı bir profildi.
Müslüman Kardeşlerin bir cemaat olmaktan çıkıp, siyasi bir partiye dönmesini din ve siyaset ilişkisinde sınırların netleştirilmesini savunuyordu.
Tahrir Meydanı’ndaki gençler arasında popülerdi. Hem liberallerle hem de İslamcı Selefilerle iyi ilişkileri vardı.
Tam da Mısır’ın bu geçiş sürecinde ihtiyacı olan İslamcılar ile laikler arasında köprü olabilecek bir isimdi.
Seçim kampanyası sırasında bu imajını destekleyen açılımlar yaptı. Cumhurbaşkanı seçilirse cumhurbaşkanı yardımcısı görevine bir Kıpti veya kadını atayacağını açıkladı. En büyük tartışma konularından olan seçimlerden sonra yapılacak anayasada İslam temelli demokratik bir sivil devlet vaat etti:
“İslami kurallara göre bir sivil devlet tüm yetki kurumların sorumluluklarının ve rollerinin halk tarafından belirlendiği bir anayasaya sahip olmalı. Buna modern devlet, sivil devlet, demokratik devlet de diyebilirsiniz. İslam cinsiyet, din ve renge göre ayrımcılık yapmaz. Yeni anayasada da yapmamalı”
Ortada iki iddialı aday görünüyordu: Mübarek’in eski Dışişleri Bakanı olan, Arap Birliği lideri Amr Musa ve Ebu’l Futuh.
Mısır tarihinde cumhurbaşkanı adayları arasında yapılan ilk televizyon tartışmasına da bu iki aday çıktı:
Tartışmada Futuh, Musa’yı Mübarek’in adamı olmakla, Musa da Futuh’u İhvancı olmakla suçladı. Amr Musa, Futuh’un “bir Müslüman’ın Hristiyan olmasında bir sorun görmediği” açıklamasının İslamiliğini sorguladı.
Tartışma Futuh’un devrim yanlıları arasındaki popülaritesini artırdı. Seküler kesimin kafasındaki şüpheleri azalttı.
Devrim sonrası yeni anayasada uzlaşmayı sağlayacak lider profili olarak Futuh’un adı anketlerde önde çıktı.
Müslüman Kardeşlerin geçici askeri rejimle anlaştığı iddia edilirken Futuh, geçici askeri rejime seçimden sonra bir dakika bile tahammül etmeyeceklerini açıkladı.
Fakat bu sırada zeminin ayaklarının altından kaymakta olduğunu fark eden geçici askeri konseyden devrimcileri ve Müslüman Kardeşleri endişelendiren adımlar geldi.
Cumhurbaşkanı adayı çıkarmayı düşünmeyen Müslüman Kardeşlerin bu kararını değiştirmesine neden olan ise eski rejimin önemli figürlerinin Cumhurbaşkanlığı adaylığı oldu.
Özellikle de Mübarek’in devrilmeden önce yardımcılığına getirdiği, eski istihbarat şefi Ömer Süleyman’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı...
Eski rejimin geri gelme ihtimali Müslüman Kardeşler içinde devrimin selameti için geride duralım diyenler ile “muhalefet cephesinde en büyük örgüt biziz, biz istediğimizi başkan seçtirmeliyiz” diyenler arasındaki mücadelede ikincilerin baskın gelmesine neden oldu.
Böylece Müslüman Kardeşler, hareketin önde gelen isimlerinden zengin işadamı Hayrat Eş Şatır’ı aday gösterdi. Bunun üzerine Selefiler de kendi adaylarını çıkardı.
Fakat geçici askeri yönetim hem Ömer Süleyman’ın hem de Müslüman Kardeşler ve Selefilerin adaylarını onaylamadı.
Müslüman Kardeşler ikinci adayları olarak, uzun yıllar mecliste görev yapmış bir mühendis ve akademisyen olan Muhammed Mursi’yi öne sürdüler.
Bu sırada Mübarek’ten sonra geçici olarak yönetimi devralan askeri rejim dikkat çekici bir ismin Cumhurbaşkanı adayı olmasına ise izin verdi: Mübarek’in son başbakanı olan eski hava generali Ahmet Şefik.
Böylece 2012’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerine beş iddialı aday girdi: Ebu’l Futuh, Amr Musa, Ahmet Şefik, Nasırcı milliyetçi Hamden Sabahi ve Müslüman Kardeşlerin partisi Özgürlük ve Adalet’in adayı Muhammed Mursi.
İlk turda oylar bu adaylar arasında bölündü. Mursi %25, Şefik %24, Sabahi %21, Ebu’l Futuh %18 ve Musa %11 aldı.
İkinci tura Mursi ve eski rejimin adayı Şefik kalınca Mursi kılpayı farkla yüzde 51’le seçimi kazandı ve Mısır’ın seçilmiş ilk cumhurbaşkanı oldu.
Ama milyonların katıldığı bir devrimin ardından, devrilen Mübarek’in başbakanı karşısında gelen bu zayıf zafer Müslüman Kardeşler yönetiminin üzerinde bir demoklesin kılıcı gibi sallandı. Bu sırada eski rejimin unsurlarının kontrol ettiği Anayasa Mahkemesi parlamento seçimlerinin bir kısmını iptal etti.
Müslüman Kardeşler iktidar olmuştu ama muktedir olamamıştı.
Anayasa tartışmaları da Müslüman Kardeşler ile devrime destek veren diğer kesimler arasındaki mesafeyi açtı.
Müslüman Kardeşler cemaat olmaktan çıkamayınca, yıllar sonra gelen iktidarı diğer gruplarla paylaşmak istemeyince 2013’de Tahrir’de yine büyük gösteriler başladı ve ardından Mursi’nin güvenilir, dindar bir general olarak Genelkurmay Başkanlığı’na getirdiği Sisi’nin darbesi geldi.
Sonrası herkes için zulüm oldu.
Mursi hapishanede hayatını kaybetti. Bugün Müslüman Kardeşlerin bütün liderleri, devrime katılan genç liberal ve solcu aktivistlerin pek çoğu ya hapiste ya da yurtdışında sürgünde. Ebu’l Futuh da 2018’de hapse atıldı.
Bir ülke ve bir halk binlerce yıl sonra eline geçen büyük bir fırsatı böylece kaçırdı.
2012 seçim kampanyası sırasında Ebu’l Futuh ile birlikte çalışmış ve şu anda Türkiye’de yaşayan bir Mısırlı aktivist kaçırılan fırsatı şöyle anlattı:
“Ebu’l Futuh ve onun kapsayıcı söylemi son derece destek buldu ve Mursi girmese seçimi kazanırdı. Zaten seçimlerin ilk turunda 20% alması bunu gösteriyor. İslamcılar arasında da kendisinin geçmişinden ötürü büyük bir destek vardı. Bilhassa İslami kesimin gençleri ciddi destek verdi. Hatta en başta İhvan da aday çıkarmayacağını söylemişti, öyle olsa İhvan’dan da ciddi destek alırdı. İhvan dışında Selefiler arasındaki en büyük gruplar başta Ebu’l Futuh’u destekledi, sonradan son dakikada bir kısmı çekildi. Kampanya ekibinde dahi Selefi temsilciler vardı. Bazılarına göre ki ben de buna inanıyorum, Ebu’l Futuh başa gelse ordu için daha kötü olacaktı. İhvan’a ve Mursi’ye göre çok daha kararlı söylemleri vardı ve ordu ile istihbarat korktu. Önünü kesmeye çalıştılar. İhvan yönetimini tercih etti ordu. İhvan hem daha statükocuydu, onunla anlaşılabilirdi hem de kötü yönetim sergileyip kolayca yıpratılabilirdi, kutuplaşma politikalarına sürüklenebilirdi ki nitekim öyle oldu. Ebu’l Futuh olsa bu kutuplaşma tezgahını, devrimci muhalefet arası derin çatlaklar oluşturma planını böyle kolay uygulayamazlardı. Çünkü Ebu’l Futuh kısmen solcuları da liberalleri de İslami kesimin İhvan dışı gruplarını ve ayrıca eğitimli bir şehirli kesimin bir kısmını da temsil ediyordu.”
Bambaşka bir tarihsel anda ve siyasi ortamda yapılan 2012 Mısır Cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefetin adayı kim olmalı tartışması Türkiye’de harareti her geçen gün artan “muhalefetin adayı kim olmalı” tartışması için önemli ibretler barındırıyor.
100 yıl iktidar mücadelesi vermiş Müslüman Kardeşler, tarihin o anında eline geçen büyük fırsatı, iktidarı paylaşmak, uzlaşmak yerine ele geçen tarihi fırsatı kaçırmamak masadaki her şeyi istemek için kullanmayı tercih etmiş ve hikayenin sonu büyük bir hüsranla ve yenilgiyle sonuçlanmıştı.
Çünkü Müslüman Kardeşler bir dini cemaat olarak kendi hatalarından dersler çıkarması, değişmesi, özeleştiri vermesi kolay olmayan bir yapıydı ve bu esnekliği göstermeyi de başaramamışlardı. İktidar tecrübesizlikleri yüzünden Mısır’ın statükosu ve Körfez merkezli istihbarat oyunlarıyla da baş edemediler.
Adayın ismi, kimliği dışında tartışmanın özü, ana teması çok benzer.
Bugün de başta CHP olmak üzere muhalefet bloğunu benzer bir ikilemle karşı karşıya. Çok uzun yıllar iktidara gelememiş bir parti CHP. 20 yıldır bir tek parti iktidarına karşı da sürekli kaybetmiş.
İlk defa tarihin bu anında muhalefetin büyük parçası olarak iktidara gelme ihtimali ufukta belirmiş durumda. Bunun bir partiyi ve taraftarlarını heyecanlandırması normal. 2019’da kazanılmış belediyeler bu heyecanı artırıyor, neden olmasın dedirtiyor.
Ama CHP’nin oy oranı yüzde 25 ile 30 arasında sabitlenmiş durumda. Tarihsel bagajı, ülkedeki siyasi iklim daha fazlasına izin vermiyor.
Bu yüzden ittifak zorunlu.
Peki bu durumda ufukta ihtimal olarak görünen bu iktidar daha baştan bu ittifakla paylaşılacak, muhalefetin farklı kesimleriyle gerçek bir uzlaşma zemini kurulacak mı yoksa bunlar taktiksel düzeyde kalacak, diğer bütün muhalefet parçaları uzun yıllar sonra iktidara gelme fırsatı için araç olarak mı görülecek?
Başta tabii ki ilki dense de bu kolay değil.
Çünkü gerçek bir uzlaşma ve iktidarı paylaşmak kendi mutlak hakikatini sorgulamayı, kendi hakikatinden geri adım atmayı da gerektiriyor.
Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısı bunu yapan bir çıkıştı.
O çağrıyı yaptığından beri Cumhurbaşkanı her konuşmasında “helalleşme diyorsun” diye başlayan cümlelerle bu çağrıya uymayan CHP’lilerin çıkışlarını hatırlatıyor.
Tek başına bu bile çağrının ne kadar doğru bir yere dokunduğunu gösteriyor.
Ama Kılıçdaroğlu bu çıkışıyla iktidardan gördüğü ilgiyi kendi camiasından göremedi. En baştan itibaren helalleşmeyi büyüten tepkiler, destekler gelmedi, aksine kimlerle helalleşilip, kimlerden hesap sorulacağı listeleri yapıldı. “Biz niye kendi hatalarımızı öne çıkaralım ki”, “zaten hatamız mı var”, itirazları yükseldi.
Halk TV’ye uzun bir süredir iktidarı eleştiren Nihal Bengisu Karaca’nın bile çıkmasına tahammül edemeyen, cepheyi genişlettikçe ipin ucunu, kontrolü kaçırmaktan korkan, geniş bir muhalif kesim var.
Aslında bir çeşit diyalog çağrısı olan endişeli muhafazakarların bizi ikna edin çıkışları bile “başlatmayın endişelerinize” tepkileriyle karşılaşıyor.
DEVA, Gelecek gibi partilere karşı hala akla gelen ilk sorular da “siz de” ile başlıyor.
Diyalog için ilk adımları atanların gördüğü bu muameleyi, muhalefete güvenmediği henüz böyle bir adım atmamış iktidar seçmenleri de izliyor ve önden gidenlere yapılan muamele, muhalefete karşı güvensizliklerimi artıyor.
Çünkü bu muhalif kesim yıllardır örselendiğini düşündüğü fikirlerinin haklı çıkmasını, iktidara gelmekten daha çok önemsiyor.
Mevcut iktidar gerilerken, yıllarca yenilmiş fikirlerinin yanlış olabileceğini kabul etmek, özeleştiri vermek istemiyor.
İktidara gelme hayallerinde yeni bir başlangıç yapmak, yeni bir merkez inşa etmek, toplumsal uzlaşmadan daha heyecan verici olan kısım hesaplaşmak, tasfiye, eski iktidara destek verenlerin cancellanması.
İşte tam da bu yüzden 2012 Mısır cumhurbaşkanlığı seçimindeki tartışmalara dönüp bakmak faydalı olabilir.
CHP’nin de Müslüman Kardeşler tecrübesinden öğreneceği çok şey var.
HABERE YORUM KAT