Mısır’ı anlamak için
Geçen yıl Kahire’de Hıristiyanların haftalık gazetesi Watani’nin başyazarı Yusuf Sidhom ile sohbet etmiştim.
Mısır’da demokrasiye geçiş sürecinin geleceği için umutlu olup olmadığını sorduğumda şöyle demişti: “Türkiye’de 60 yıl aldıysa, izninizle Mısır’da 5 yıl sürebilir…” (Bkz. 18 Ekim 2011 tarihli yazım.) Batı’da ve bizde Tahrir Devrimi üzerinden henüz iki yıl dahi geçmeden, Mısır’da bir “din diktatörlüğü” kurulduğunu ilan edenler çok acele ediyorlar, ama demokrasinin yerleşmesi muhakkak ki 5 yıldan fazla sürebilir.
Türkiye ile karşılaştırma, Mısır’da yaşanmakta olanların anlaşılmasına ışık tutabilir. Evet, Türkiye ile Mısır pek benzemiyor. Başlıca üç nedenle: Türkiye, 1950’den bu yana 16 genelde hür ve adil seçim yaptı. Mısır’da ise 1952’den bu yana, sadece bu yıl (başkanlık için) hür ve adil bir seçim yapıldı. Türkiye’de 1950’de kurulan askerî-bürokratik vesayet rejimi, dini devlet tekeline ve denetimine alıp toplumu laikleştirme çabasına odaklanırken, Mısır’daki otoriter rejim ulema aracılığıyla İslam’ı yedeğine aldı. Mısır’da güçlü bir Selefi (köktenci) geleneğin bulunmasına karşın, Türkiye’de ana İslami gelenek, modernist ve özgürlükçü yorumlarla beslenen Sufilik, tarikat ve cemaatler. Türkiye’de piyasa ekonomisi hayli gelişti, Mısır’da ise emekleme çağında. Türkiye, siyasi rekabetin kapılarını tedricen açarak İslamcı akımı dönüştürüp yarı-liberal demokratik düzene entegre etti; Mısır’da ise siyasi rekabetten dışlanması, İslamcı akımın ılımlı yönde evrimini köstekledi.
Ama Türkiye ile Mısır arasında önemli benzerlikler de var. Türkiye 60 yıldır askerî–bürokratik vesayetten kurtulma mücadelesi içinde. Bugün için fiilen kurtulmuş olabilir, ama vesayetin hukuki altyapısı büyük ölçüde yerinde duruyor. Muhammed Mursi, Mısır’ın ilk kez seçimle gelen başkanı, ama otoriter rejimin hemen bütün kurumları ayakta, onu çelmelemek için pusuda. Son diktatör Hüsnü Mübarek’in atadığı Anayasa Mahkemesi, ülkenin hür seçimle gelen ilk meclisini ve (anayasayı yapacak) ilk kurucu meclisini feshetti, ikincisini de fesihle tehdit etti. Mursi’nin parlamento seçimleri yapılana kadar yargının yetkilerini kısıtlamasının nedeni bu.
Denebilir ki şimdilerde Mısır’da, Türkiye’de 2010’a kadar yaşanana benzer, askerî-bürokratik vesayete karşı demokrasi mücadelesi yaşanmakta. Türkiye’de demokratlar ve liberaller (özgürlük ve çoğulculuk yanlıları), vesayetçiler ile “endişeli modernler”in (yani laikçi liberallerin) ortaklığına karşı ittifak kurmuşlardı. Mısır’da ise mücadele, seçimle gelen yönetimi hâkim kılmak isteyen çoğunlukçu demokratlara karşı, bürokratik vesayetçiler ile (bir kısmı laikçi, bir kısmı laik) liberallerin ortaklaşa yürüttüğü mücadeleye tanık oluyoruz.
Türkiye’de vesayet düzeninin sona erdiğini söyleyemeyiz; Mısır’da ise vesayete karşı mücadele yeni başlıyor. Ama iki ülkede de, çoğunlukçu-çoğulcu demokrasi arasında savrulmalar sonunda bir dengeye varılacağını; demokratların özgürlüğü ve çoğulculuğu, özgürlük yanlılarının da demokrasiyi benimseyeceklerini umut edebiliriz.
Son günlerde Mısır’la ilgili en dikkate değer yazıyı New York Times’da Roger Cohen’in kaleminden okudum. Dindar Müslümanların hem demokrat hem de çoğulculuk yanlısı olabildiklerinin altını çizen yazının ana fikri şuydu: “Batı’nın bir yanda din ve gerilik ile öte yanda laiklik ve modernlik arasına çektiği çizgiyi gözden geçirmesinin zamanı geldi. Batı-destekli diktatörlüklerden kurtulma sürecindeki Ortadoğu’da ‘laik’ olmak, bütün sorunların yanıtı olmayabilir.”
Zaman
YAZIYA YORUM KAT