Miroğlu: Hendekler Darbeye Hazırlıktı
AK Parti Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu’na göre, 15 Temmuz darbesinin ayak sesleri aslında Doğu ve Güneydoğu’da kazılan hendeklerle duyuldu.
Gülen yapılanmasının darbe girişimi üzerinden yaklaşık 3 ay geçmesine rağmen konu hâlâ Türkiye’nin en önemli gündem maddesi. Ancak değişmeyen bir madde daha var; PKK. Darbe girişimi sonrasında Gülen yapılanması ile PKK arasındaki bağlantıya ilişkin çok sayıda iddia dile getirildi. AK Parti’li Orhan Miroğlu da bu bağlantının var olduğuna inanan isimlerden biri. Al Jazeera’nin sorularını yanıtlayan AK Parti Mardin milletvekili Orhan Miroğlu, darbe girişimi sürecinin bölgede kazılan hendeklerle başladığı görüşünde. Kürt sorununa ilişkin hem bölgesel gelişmeleri hem de hükümetin yaklaşımı ile birlikte Türkiye içindeki durumu da değerlendiren Orhan Miroğlu’na göre Abdullah Öcalan bugünkü mantıkla denklem içine giremez.
Siz 15 Temmuz gecesi Meclis’teki milletvekillerinden biriydiniz. O dehşet anlarını Meclis çatısı altında yaşadınız. Yaklaşık 3 ay geçti üzerinden. Operasyonlar devam ediyor, bir yandan da açığa almalar, gözaltılar, tutuklamalar. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu süreci?
Benim tüm geçmiş darbeler dönemine ait bir hafızam var, o gece olup bitenlere bütün bu hafıza üzerinden baktım. 12 Mart, 12 Eylül 28 Şubat, Nisan Muhtırası ve şimdi de 15 Temmuz..15 hiç birine benzemiyor. Darbe girişimi demiyorum ben, Türkiye’yi işgal ve Türkiye’de bir etnik çatışma ortamı yaratma hatta mezhep üzerinde de bir çatışma yaratıp ülkeyi küresel güçlerin bir egemenlik alanı olarak yeniden dizayn etmek çabası olarak görüyorum. O gece tabii herkes gibi ben de ilk haberleri, televizyonda izledim, darbe olduğu anlaşılınca da, kızımla birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne geldim. Meclisi birkaç defa bombaladılar, Meclis’in işgal edilip edilmeyeceğine dair çok sorular vardı aklımızda. Ama dışarıda eylemlere katılan arkadaşlarımız bize moral veriyordu. Merak etmeyin halk olaya el koydu ve Genelkurmay Başkanlığı ile Meclis halkın kuşatması altında diyorlardı. Türkiye 15 Temmuz’dan sonra yepyeni bir sürece girdi. Darbeyi halk engelledi. Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın açıklamaları çok önemli ve cesaret vericiydi ama 241 insan kendini feda etmese, bedenini canlı kalkan haline getirmese bu insanların daha fazla tahribat yaratması söz konusu olurdu.
Başarılı olamayacakları ortadaydı diyorsunuz siz de. Ortada arka arkaya yapılmış, halkın büyük oranda sandığa gittiği ve nerede durduğunu ortaya koyduğu seçimler var. Bu girişimi neye güvenerek yaptılar?
Bu cesaretin ben küresel bir cesaret olduğunu düşünüyorum. FETÖ’nün 30-40 yıl örgütlenerek, iktidarı ele geçirme ve bir daha bırakmama girişimi olarak görüyorum. Bu işlerin peşinde olan insanların bir ülkenin hakikatlerini çok da iyi değerlendirebildiklerini düşünmemek lazım.. Her zaman yanılgı içinde olurlar. Bu örgüt de bu yanılgıyı yaşadı bence. Türkiye’de halk dediğimiz güç artık darbeler meselesine belli bir hafıza üzerinden bakmayı öğrenmişti, hesaplanamayanlardan biri buydu. Bir de bunun dışında bence FETÖ, Doğu ve Güneydoğu’da şu an içinde bulunduğumuz hâle çok güvendi. Her gün şehitler geliyor, hendekler üzerinden çok kötü tecrübeler yaşandı. Aslında Haziran seçimlerinde 80 milletvekili almış olmasına rağmen HDP-PKK politik hattının tekrar yüzünü çatışmaya ve şiddete yöneltmesinin de bir biçimde darbeye hazırlık amacıyla olduğunu görüyoruz. Yani, “Bu girişim başarılı olsaydı bundan en kârlı çıkacak örgüt benim” diye düşündü PKK. Zaten bu “darbe mekaniği” tanımlaması son bir iki yıldır hatta çözüm sürecinde de İmralı’da da bayağı üzerinde durulmuş bir kavram.
Bu Öcalan tarafından çok sık kullanılan bir kavramdı...
Heyet ile görüşmelerinden çıkan metinler kitaplaştırıldı. Onları baştan sona okudum ben. Orada hemen hemen her görüşmede bir darbe sürecinden bahsediliyor. Türkiye’nin Suriye’de yanlış yaptığından bahsediliyor.
Bilerek mi yoksa..
Orada öyle ifadeler var ki, ben okuduğumda çok şaşırdım. Abdullah Öcalan nasıl bu kadar net konuşabiliyor diye. Yani bir darbenin neredeyse habercisi gibi, darbenin kaçınılmaz olduğuna vurgu yapan ifadeler. Ama tabii bu darbenin kaçınılmaz olduğunu söylemek başka bir şey, bu darbeyi FETÖ ile ilişkilendirmek başka bir şey. Abdullah Öcalan’ın muhtemel bir darbeyi özellikle FETÖ ile ilişkilendirmesi de ayrıca çok dikkat çekici. Dolayısıyla bu kriz dönemi Türkiye’de bir hafta bile sürseydi şu olurdu; PKK tüm silahlı güçlerini şehirlere çekerdi. Bütün küresel güçlerin de dikkate alacağı, “Türkiye darbe süreci yaşıyor. Doğu-Güneydoğu’da güvenlik sağlanamıyor. Bunu sağlamak için bu güçleri şehirlere gönderdik” diye bir açıklama yapardı. Suriye meselesi ile ilgili son zamanlarda küresel güçlerin ilişkilerine baktığınız zaman böyle bir açıklamanın desteklenebileceğini düşünmek lazım. Batı, PKK’nin şehirlere inmesini güvenin kalmadığı bir ülkede hak olarak görebilirdi.
“Kürtlere ve Alevilere daha fazla güvenmek gerek”
HDP de bu hesapların bir parçası mı sizce?
Parçası mı değil mi bilemem, soruya evet demek, aşırı bir değerlendirme olur. HDP tabanı böyle bir oyuna karşı çıkardı, HDP yöneticilerinin içinde bu oyuna gelmeyecek çok insan olduğunu biliyoruz. Ama PKK’nin bu işin bir parçası olduğunu rahatlıkla düşünebiliriz. Hendek süreci, Türkiye’de darbeye hazırlık ortamıydı.. Diyelim ki 300-400 bin insan hendek çatışmaları sırasında bölgeyi terk etmese, PKK ile devlet arasındaki çatışmalara müdahil olsa, güvenlik güçlerine karşı tavır alsalardı, darbeye kimsenin pek de itiraz edemeyeceği geniş bir “meşruiyet” alanı inşa edilmiş olacaktı. Oturup aralarında bir anlaşma yaptılar mı, yapmadılar mı ben onu bilemem ama PKK’nin hendek stratejisinin darbe girişimine zemin hazırlamaktan başka bir işe yaramadığını da bugün artık görüyoruz. Bu şekilde düşündüğünüz zaman darbeden çıkan en önemli siyasi sonuç nedir diye sorarsanız; bence artık devletimizin de partilerimizin de bölge halkına çok daha fazla güvenmesi gerektiğidir. Kürtlere ve Alevi halka çok daha fazla güvenmek gerekir.
Neden?
Çünkü her iki halk kesimi de bence bu darbe sürecinde ve PKK’nin başlattığı hendek savaşları sürecinde çok önemli bir siyasi tavır ortaya koydular ve karşı pozisyon aldılar. Eğer hendeklerde Kürtler PKK’yi destekleseydi, biz Allah korusun çok büyük ölümleri göze alarak ancak Cizre’ye , Nusaybin’e müdahale edebilecektik. Evet çok sayıda sivilin de öldüğünü biliyoruz hendekler sürecinde, Onların da hakkı, hukuku mutlaka karşılanmalıdır.
Yani HDP’ye oy veren insanlar FETÖ’ye mesafeli ama HDP ve PKK FETÖ’ye mesafeli değil mi demek istiyorsunuz?
Evet halkın duruşu başka. Ve FETÖ hiç bir zaman halkın bakışını değiştirememiştir. Zamanında FETÖ’nün okuma salonlarından bahsedilirdi Diyarbakır’da. Çok çalıştı, çabaladı, ama hiç bir zaman Batı’da olduğu gibi yaygın ve geniş bir örgütlenme ağı bulamadı bölgede. AK Parti’nin oradaki siyasi kurumsallaşması ve Kürt meselesinde oynadığı rolün bunda önemi var. FETÖ bölgede geniş bir örgütlenme yapabilseydi risklerimiz artardı. O bakımdan devletin o geleneksel güven problemini düşünmesi lazım. Neyi konuşuyoruz mesela? Binlerce insan tasfiye edilirken kriterlerimiz ne olacak?
Size de çok şikayet geliyor mu?
Epey geliyor. Biz mağdur olduğuna inandıklarımızı ilgili kurumlara bildiriyoruz. Mesela HAK-PAR’a yakın 30 öğretmen arkadaşımızın açığa alındığını biliyoruz, Mardin’de bu şekilde açığa alınmalar var. HAK-PAR’a yakın olup olmamak değil mesele tabii, HDP’ye de yakın olabilir öğretmen arkadaşlarımız, fakat bu derse girmeme, Ankara Garı'ndaki katliamı protesto etme gerekçesiyle görevden uzaklaştırılan arkadaşlarımızın haksızlığa uğradığını düşünüyorum ben. Ben öğretmen olsaydım IŞİD’in gerçekleştirdiği katliamı protesto etmek için bir şeyler yapardım. Kendi ilçem olan Midyat’ta HDP’ye yakın öğretmen arkadaşları da biliyoruz. Savcılıklardan bu arkadaşlarımızın hakkaniyetle ve iyi araştırılmalarını talep ettik. Sadece HDP’ye yakınlık böyle bir sonuca yol açmamalı. Ama bölgede şöyle bir gerçekliğimiz de var; dağa militan gönderilmesini kolaylaştıran bazı öğretmenlerimiz de var maalesef. Kürt aydınları ve sivilleri arasında da teröre ve şiddete sağlıklı olmayan bir bakış açısı var. Meselâ, hepimiz demokratik mânâda yayın yapacak bir gazetenin kapatılmasına karşı olabiliriz ama bu gazete eğer PKK’nin yayın organı gibi çalışıyorsa burada bir sorun var demektir. Şiddet ve teröre yayın düzeyinde toleransla yaklaşılması çok da kabul edilebilir bir şey değil. Aslı Erdoğan, mesela Gündem gazetesinde yazıyordu. Gündem gazetesi PKK’nin yayın organı niteliğindedir. Bu demokratik bir yayıncılık değil. Oysa HDP’ye yakın bir gazetenin var olması faydalıdır.
“Zana neden hiç konuşmuyor?”
Var mı böyle bir ayrım?
Var, çünkü HDP’de dahi biraz daha farklı düşünen insanlara karşı bile ayrımcılık yapılıyor. O insanların itibarsızlaştırılması yönünde yayıncılık yapılıyor. Mesela Leyla Zana ne kadar yer alabildi o medyada? Neden Leyla Zana hiç konuşmuyor mesela? O konuşmuyorsa bu süreçte, ne zaman konuşacak? Leyla Zana’nın o televizyonun, gazetenin görüşleri ile arasında büyük bir fark var. Örgüt Leyla Zana’nın konuşmasını istemiyor. Leyla Zana da konuşmak istemiyor, çükü muhtemeldir ki konuştuğu zaman bu olup bitenlere çok farklı yaklaşacak, örgüt tarafından daha da itibarsızlaştırılacak. Yani Aslı Erdoğan için söylüyorum böyle kanlı bir örgütün medyasında yazı yazmak çok farklı bir şey, Kürtlerin haklarına sahip çıkmak, HDP’nin parlamentodaki mevcudiyetini savunmak farklı bir şey.
Kürt aşiretleri meselesi tartışıldı geçen hafta. Siz bununla ilgili rahatsızlık dile getiren isimlerden birisiniz. Sizi rahatsız eden nedir tam olarak?
Ben başından beri bu 15 Temmuz darbe sürecine, “Ergenekon, Balyoz hakikati üzerinden bakılamayacağını” savunan isimlerden biriyim. Bu davalardan yargılanan insanlar devletin bir çok kurumunda yaşanan boşlukları doldurma gayreti içine girdiler. Bunu saklamıyorlar da. Bu arkadaşların Kürt meselesine dair çok güçlü bir hafızaları var. “İkinci bir kalkışma olacak. İngilizler Kürt aşiretlerinin borçlarını ödüyor” diyen kişi Atila Uğur. Bu kişi, Şam’da Abdullah Öcalan ile altlı üstlü yaşamış biridir. Öcalan’ı sorgulayanlardan biridir. Öcalan’a gidip, “PKK’nin hepsi Türkiye’yi terk etmesin. 500’ü burada kalsın” diyen İmralı ekibinin içindedir. Kızıltepe’de görev yaptığı dönemde faili meçhullere adı karışmış biridir, hakkında soruşturmalar açılmıştır, şimdi kalkıyor Kürt aşiretlerini kanıtlayamadığı bir takım suçlamalarla zor durumda bırakmaya çalışıyor. .
Bu iddiayı ortaya atarken amacı neydi sizce?
Siyaseten inandığı düşüncelere ve partisine alan açmak. Bu alanı Kürtler üzerinden açabilirim diye bir düşünce ile hareket ediyor. Bir istihbarat aldığını iddia ediyor. Devletin hiç bir istihbarat kurumuyla ilgisi yok. Sonra Başbakan ikinci kalkışma iddialarının FETÖ iddiası olduğunu söyledi. Cumhurbaşkanımız da “uyanık olalım ama darbe olacakmış gibi bir beklenti içinde olmak bu ülkeye zarar verir.” dedi. Ben de dedim ki, “Kemalistler ve ulusalcı kesimler siyasi kriz dönemlerinde hep Kürtler üzerinden bir takım açıklamalar yaparlar ve bir sonuç almayı umarlar.” Zaten biz bu dönemde hem HDP’ye hem de AK Parti’ye yakın duran aşiretlerin Türkiye’ye bağlılık açısından aralarında bir mutabakat olduğunu görüyoruz. Bizim muhafazakâr medyanın da bu konuya, 15 temmuza “Ergenekon ve Balyoz” üzerinden bakmaması lâzım. Bu konuyla birlikte bir kez daha ortaya çıkan bir gerçek var. Kürt meselesi her tür kriz anında Türkiye’nin uluslararası güçler tarafından kullanılabilecek zayıf bir noktası gibi duruyor. Birtakım örgütler bu meseleyi kullanabileceğini düşünüyor.
Çözüm için çok yol denendi ama sorun kritik pozisyonunu koruyor. Son dönemde Kürt meselesi konusunda bir dönüşüm yaşandı ama PKK halen varlığını sürdürüyor. Nasıl çözülecek bu iş?
Çok doğru. Bu mesele Türkiye’de çok farklı bir merhaleye taşındı. PKK, devleti milada dönüşe zorlamak istiyor. Yani devletin Kürt kimliğini inkârı, demokratik ve siyasi manada çözüm olmaması, bölgenin ekonomik anlamda yoksulluğunun sürdürülmesi anlamında milada dönüş... PKK aslında tüm stratejilerini devleti bu milada dönüşe zorlamak için hayata geçirdi ama başarılı olabildi mi? Hayır. Çözüm süreci ile geçen 2.5 yıla baktığımızda Abdullah Öcalan’ın devre dışı kalmış olması, örgütün izlediği Pan-Kürdist politikalar, yani Kürtlerin yaşadığı tüm coğrafyaları yönetme iddiası çerçevesinde baktığınızda HDP ve PKK’yi merkeze alan bir çözüm arayışının sonuç vermeyeceği kanaatindeyim.
Şu anda Öcalan’ın mesajlarının da konuyu bir çözüme ulaştıramadığı görüldü...
Şu an esas olarak HDP’ye çok büyük bir görev düşüyor. Kürtlerle kurulacak münasebetlerde eğer karşımızda ilişki kurulabilecek bir muhatap aramamız gerekiyorsa o zaman HDP’nin son çözüm sürecinden başlayarak, Suriye politikası ve hendek politikası üzerinden kendini PKK tezlerine entegre etmesine bir şey söylememiz lazım. HDP ancak kendi içinde ciddi bir siyasi muhasebe yapıp PKK’ye rağmen Türkiye’de demokratik siyasi zemini korumaya dair bir irade sahibi olduğunu gösterirse bir çok şeyi konuşmak mümkün olabilir.
HDP’nin “PKK’ya rağmen” bir adım atacağına siz inanıyor musunuz?
Ben böyle bir şeyin olması gerektiğini düşünüyor ve gerçekçi buluyorum. Selahattin Bey hep şunu diyordu, “Silahı PKK ile konuşun. Siyaseti ve demokrasiyi bizimle konuşun.” Âmenna... Şu an PKK ile silahı konuşma kapılarımız kapalı görünüyor. Buyursun HDP, demokrasi ve sivil siyaseti konuşalım, buna dair zemini hep beraber güçlendirelim.
HDP ile demokrasi konusunda konuşma önündeki engel ne?
PKK şiddeti ve terörü...
HDP, PKK’yı kontrol edebiliyor mu? Durdurabiliyor mu?
Kontrol etmesini beklemiyoruz. Kendi zeminini kontrol etsin. Kendisinin çok değerli bir zemini var. Sivil toplum alanında, yerel yönetimlerde güçlü bir zemini var. Ama Kandil’in belediyelere atadığı kayyumları aşamadı HDP. O zaman devlet ne dedi, “Kayyum mu? Eh ben daha iyisini atarım dedi ve öyle de yaptı..” Yani kayyum süreci PKK’nin belediyeler üzerindeki kayyum sürecine karşı bir alternatif olarak geldi. Eğer HDP’li belediyeler PKK doğrultusunda değil HDP doğrultusunda mesai yapsalardı, devletin kayyumunu kim onaylardı? Şu an hepimiz çok iyi biliyoruz ki, büyükşehirleri yöneten belediye başkanları filan değil. KCK sistemine bağlı bir mekanizma var, o yönetiyor. Bu gerçekleri gördüğümüz zaman şunu söylemek zorundayız; “Kardeşim. Ey HDP’liler. Siyasi zemininize sahip çıkın. Çok güçlü bir zemininiz var onun harcanmasına izin vermeyin, eh bunu bile yapamayacaksa HDP ne işe yarayacak?” Ama o ne yapıyor? PKK’nin ortaya koyduğu terör zeminini güçlendiren politikalar izliyor. Bunu Meclis’te de yaptı, bölgede de yaptı. Nusaybin'e hendek kazılırken, 'Belediyeler bu işlere bulaşmayacak durun bir dakika' diyemediler. Bunu deseydi, Kürt siyasetinde de bir kırılma yaşanırdı. Mesela Zana yalnızlaştırıldı, Selahattin Bey, “Silahı PKK ile konuşun, demokrasiyi, siyaseti bizimle konuşun” dediğinde hemen ayar çektiler.
Kolay mı söz ettiğiniz bu koşullarda HDP'nin farklı bir tavır alması?
Mesele bu zaten. Siz bir şeyi değiştirmek istiyorsanız bu zorluklarla mücadele etmeniz ve net bir tavır almanız gerekir.
HDP’den bahsettiniz ağırlıkla, AK Parti ne yapacak?
AK Parti çok yol denedi. Ve hâlâ Kürt meselesinde HDP ve PKK’ye rağmen adım atmakla mükelleftir. Bunu kendini sınırlarını zorlayarak sürdürmek zorundadır. HDP’ye oy veren kesime de AK Parti’nin söyleyeceği, vaat edeceği şeyler olmalıdır. Biz bölgede halkı bir bütün olarak görüyoruz. Ekonomik ve siyasi çok önemli adımlar var. Bölgede büyük bir yatırım söz konusu şu anda. Doğru siyasi tutum ve Kürtlerin her alanda siyasi temsilini demokratik ve eşit bir biçimde sağlamak. Daha fazla PKK’lı öldürerek bu ülkede bu meselenin çözülme ihtimali hemen hemen yok gibi. Bu ülkede Abdullah Öcalan artı HDP mutabakatı ile siyasi zeminde ısrar etmek ve halka yaymak söz konusu olabilir. Yeni Anayasa’nın da Kürt sorununun çözümü konusunda önemli bir adım olacağını söylüyor AK Parti.
“Öcalan bu mantıkla denkleme giremez”
Peki son olarak Öcalan’a gelelim, bir mesaj verdi bayram öncesinde. Belki HDP tarafında ayrıntılı değerlendirme yapılmıştır ama kamuoyunda çok üzerinde durulmadı. Sizce ne anlam ifade etti?
Çözüm sürecinde Öcalan’ın kendisinden beklenen misyonu oynadığı kanaatinde değilim. Öcalan bence tıpkı PKK gibi, Suriye sürecinin Türkiye’deki PKK siyasi varlığına çok şey kazandıracağını, muhtemelen elini güçlendireceğini hesap etti. Ama olmadı. Görüşmelere baktığınızda Rojava’nın yeniden inşasından çok söz ediliyor. Öcalan hep düşündüğümüz gibi Suriye nedeniyle çözüm sürecinin feda edilmesine çok da karşı çıkmış görünmüyor. Eğer, “Durun bir dakika siz Suriye’deki haklarınız için mücadele edebilirsiniz ama bunun için çözüm sürecini feda etmenize gerek yok” deseydi bugün başka bir tablo ortaya çıkardı.
Öcalan bunu dese de PKK, O’nu dinler miydi?
Bunu dinlemeye zorlanabilirdi. Bir şartla. HDP, bunun arkasında durmalıydı. . Tabii bir de uluslararası güçlerin taahhütleri var. Getirip altın tepsi içinde Rojava’yı PYD’ye sunanlar Türkiye için de bir şey düşünüyorlardı. PKK’nin bir yandan Türkiye içindeki savaşı sürdürmesini hiç kimse anlayamadı. Sen orada kendi haklarınla ilgili mücadele ediyorsan, Türkiye’yi neden karşına alıyorsun? Türkiye’de çözüm süreci sürseydi Türkiye’nin şu anda oradaki PYD varlığına ilişkin tutumu böyle mi olurdu? Hiç sanmıyorum. Hendekleri kazmış bu örgüt, hendekleri kazdığı ilçeleri Rojava’yla birleştireceğim gibi olmayacak bir fikrin peşinden koşuyor.
Öcalan denklem dışına çıktı mı sizce?
Öcalan bu mantıkla denkleme giremez. Denkleme girmesinin en önemli koşulu, şartsız bir biçimde örgütünü Türkiye’yi terk etmeye davet etmesiyle olur.
Yapabilir mi? Yapsa da karşılık alabilir mi?
Karşılığını halkta alır. PKK de karşılığı olmayabilir. Ama şunu düşünmelidir ki, yapacağı her çağrının hendek stratejisini desteklemeyen Kürtler tarafında bir karşılığı olur. HDP’deki çözümden yana insanların Öcalan’dan beklentileri budur. PKK’ye yönelik, “Türkiye’ye karşı sürdürdüğün savaş yanlıştır” gibi bir açıklama Türkiye’de Kürt toplumunun yüzde 99’u tarafından desteklenir. Öcalan bu desteğin PKK ile olan ilişkilerinin kopmasından daha değerli olduğunu düşünmelidir artık.
Ben de bu noktada bunu soracaktım, PKK’yı yönetemeyen bir Öcalan Türkiye için ne ifade eder?
Çok şey ifade eder. PKK’yi Öcalan’ın yönetmesi bu saatten sonra zor, ama HDP var ortada ve gelecek için HDP daha önemli. Kürt meselesinin HDP eksenli kısmıyla ilgili normalleşme. Bu, Demokratik eksende seyreden bir Kürt siyasetinin yola yeni bir anlayışla ve Öcalan’la beraber çıkması demektir. PKK ile çözülecek bir şeyler yok mu, var elbette..Tabii ki silahsızlandırılması, yönettiği yasa dışı örgütlerin tasfiye edilmesi. Bu aşamadan sonra da PKK’nin şunu deme hakkı doğar, “Ben silahımı bıraktım. Bu aşamadan sonra beni nereye koyuyorsunuz?”
Yani PKK mı güçlü Öcalan mı güçlü?
Elbette ki Öcalan güçlü. Halk öyle görüyor..
Elinde silah olan PKK ama...
Elinde silah olan her zaman güçlü değildir. Köprüye çıkan tankı topu silahı, uçağı olan insanlar mı güçlüydü, o insanların önüne çıkan silahsız insanlar mı?
Yani siz yine bir şekilde Öcalan’ın çözümün parçası olması gerektiğini mi düşünüyorsunuz?
Olabilir ama bu akılla değil, bu akılla olmaz.. İki tarafı idare ederek değil. Abdullah Öcalan’ın PKK’yi üzmeden, yani PKK’yi bir muhasebeye ve sonrasında da silahsızlanmaya davet etmeden Abdullah Öcalan’ın bir misyon oynama ihtimali yok bu ülkede.
HABERE YORUM KAT