Mimar Sinan neden aşılamıyor?
Esin Benian, Mimar Sinan'ın hayatı ve çalışmalarına odaklanıyor...
Esin Benian / Fikir Turu
Mimar Sinan’ı ‘büyük’ yapan ne?
Türk mimarlık tarihinin en büyük üstadı olarak kabul edilen Mimar Sinan kimdir? Eserleri ve mimarlığa katkıları nelerdir? şeklindeki sorular birçok araştırmanın konusunu oluşturur. Ne yazık ki Sinan’ın hayatına yönelik belgelere dayalı bilgiler oldukça kısıtlıdır. O’nun özyaşamına ilişkin sınırlı bilgiye, kendi ağzından genç arkadaşı şair-nakkaş Mustafa Sai’nin kaleme aldığı Tezkiretü’l-Bünyân (Yapılar Hatıra Kitabı) ve Tezkiretü’l-Ebniye’den (Binalar Hatıra Kitabı) ulaşılıyor. Bu belgelerden, Abdülmennan oğlu Sinan’ın Hristiyan bir ailenin çocuğu olarak Kayseri’nin Ağırnas Köyü’nde doğduğu ve Yavuz Sultan Selim (1512-1520) döneminde devşirilen oğlan çocukları arasında İstanbul’a getirildiği anlaşılıyor.
Kesin doğum tarihi bilinmiyor. Süleymaniye Külliyesi’nin bitişiğindeki köşe arsaya sağlığında inşa ettiği mütevazı türbesine defnedilen Sinan’ın mezar taşındaki kitabede 1588’de (H. 996) vefat ettiği yazıyor. Aynı kitabede, ustanın yüz yaşını aşkın ömür sürdüğüne dair bilginin yer alması, birçok araştırmacının Sinan’ın doğumunu 1490-1491 (H. 896) yılları arasına tarihlendirmesine yol açıyor. Ancak bu tarihlere de şüpheyle yaklaşılıyor. Şöyle ki, devşirme çocuklar sağlıklı, zeki, yetenekli; yaşları en fazla 20, genellikle 8-18 arasındakilerden seçilirken Sinan’ın 20’li yaşların üstünde devşirildiği; bunun da genel uygulamanın dışında bir durum olduğu dikkat çekiyor. Dolayısıyla, doğum tarihi daha ileriki yıllar olsa bile yaklaşık bir asırlık ömür sürdüğü görülüyor.
Yeniçeri Ocağı ve katıldığı seferler
16. yüzyıl başlarında Yeniçeri Ocağı’nın acemioğlanlar sınıfına dâhil olan Sinan’ın taşra hizmeti ile acemioğlanlık dönemi en fazla 9 yıl (1512-1521) sürer. Bu süreçte, bir süre dış hizmetlerde çalıştıktan sonra bir neccar ustasından dülgerlik (marangozluk) eğitimi alır. Aynı zamanda Yavuz Sultan Selim’in İran, Suriye-Mısır seferlerine katılarak ilk mimari gözlemlerini yapma fırsatı yakalar. İstanbul’a döndüğünde, bir süre önemli kişilere hizmet ettikten sonra Kapıya çıkar.1 1521-1538 yılları arasında, Kanuni Sultan Süleyman’ın yanında yeniçeri olarak birçok sefere katılır.
Katıldığı seferlerde askeri yönü yanı sıra sergilediği ustalık başarıları, hızla yükselmesinde rol oynar: Belgrad (1521) ve Rodos (1522) seferlerinden sonra atlı sekban, Mohaç (1526) seferinden sonra yayabaşı (bölük komutanı seviyesinde subay) olur ve hemen ardından zenberekçibaşı (yeniçeri örgütünün büyük subaylarından biri) tayin edilir. Zenberekçibaşı olarak Viyana (1529), Almanya (1532), Bağdat ve Tebriz (1534) seferlerinde görev alır. İran seferi sırasında Van Gölü kıyısına ulaşıldığında, suyun karşısındaki düşman ordusunun durumunu tespit etmek üzere, Vezir Lütfi Paşa’nın emri üzerine, üç adet kadırga inşa eder ve bu kadırgalara kaptanlık ederek gölün karşı kıyısındaki İran askerleri hakkında Paşa’yı bilgilendirir. Bu başarısı onu hasekiliğe yükselterek Yeniçeri Ocağı’nın en büyük subaylarından biri yapar. Hasekilik görevindeyken Korfu ve Pulya (1537) ile Boğdan (1538) seferlerinde görev alan Sinan bu kez, Prut seferinde ordunun Prut Nehri’ni geçmesi için on gün gibi kısa sürede inşa ettiği köprü ile göze girer.
Katıldığı seferler onun sadece askeri yönden yükselmesini sağlamakla kalmaz. Aynı zamanda Balkanlar’ı, Doğu Avrupa’yı, Korfu ve Pulya’yı, Anadolu’yu, İran’ı, Irak ve Suriye’yi; hatta sefer yolu üzerindeki birçok kenti görmesini ve mimari anıtları yakından incelemesini de sağlar.
Mimarbaşılığa atanması ve eserleri
1530’lu yıllarda Sinan, katıldığı seferler ve başkent dışında verilen özel görevler haricinde, genellikle İstanbul’dadır. İstanbul’da geçirdiği süre zarfında, askeri sorumlulukların yanı sıra mimarlık çalışmalarına da hız vererek adeta kendini adım adım başmimarlığa hazırlar. Nihayetinde askeri, mimari ve mühendislik becerileri ona bu makamı nasip eder. Dönemin mimarbaşısı Acem Ali adıyla da bilinen Alaeddin’in vefatı üzerine, veziriazamlığa yükselen Lütfi Paşa’nın önerisiyle başmimarlık teklifi alır. Onun bu teklifi kabul etmesindeki en büyük etken ise anıtsal cami inşa etme arzusunu gerçekleştirebilecek olmasıdır.
1539’da (H. 945) mimarbaşılığa atanan Sinan, vefat edene kadar, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murad dönemlerinde üstlendiği bu görevine devam eder. Osmanlı İmparatorluğu’nun geniş bir coğrafyada hüküm sürdüğü, ekonomik açıdan da altın çağını yaşadığı dönemde, imparatorluğun gücünü sergileyen birçok mimarlık anıtının tasarlanmasında ve uygulanmasında büyük rol oynar. Üzerine kayıtlı 400’ü aşkın mimari eserin çoğunu kendi tasarlar.
Birçok caminin yanı sıra külliyeler, mescitler, türbeler, medreseler, hanlar, kervansaraylar, saraylar, darüşşifalar, imaretler, hamamlar, mahzenler, su yolları ve köprüler inşa eder. Birçok yapının onarımında ve yenilenmesinde görev alır ki Ayasofya da bunlardan biridir. Bugün Trakya ve Anadolu’nun birçok şehrini Sinan’ın eserleri süsler. Türkiye dışında Suudi Arabistan, Irak, Suriye, Kırım, Yunanistan, Bulgaristan ve Yugoslavya’da2 da eserleri bulunur.
Başyapıtları üzerinden sanatı
Bir İslam devleti olan Osmanlı’da diğer yapı türlerine kıyasla camilere daha fazla önem verilmiştir. Kendine özgü tasarımları ile Osmanlı klasik mimarisini sistematize eden Sinan da sanatının gücünü en çok cami mimarisinde sergiler. Sinan’ın en büyük arzusu, cemaati büyük bir kubbe altında toplayan, iç mekânda görsel bütünlüğün sağlandığı, aydınlık ve ferah; aynı zamanda kendinden önce üretilmiş örnekleri geride bırakacak nitelikte, anıtsal cami inşa etmektir. Bu arzusunu gerçekleştirmek üzere, yaklaşık elli yıl boyunca, küresel yarım kubbenin geometrik saflığını bozmayacak şekilde birtakım biçimsel düzenlemeler dener ve bu denemelerin estetik kalitesini de yükselterek çalışmalarını sürdürür.
Bu süreçte ilk büyük kubbe deneyimini ve anıtsal cami inşa etme arzusunu “çıraklık eserim” dediği, inşasını 1548’de tamamladığı Şehzade Camii’nde gerçekleştirir. 4 yarım kubbeli merkezi plan şemasını ele aldığı bu camide, 19 metre çapındaki büyük kubbeyi dört taşıyıcı ayak üzerine oturtur. Büyük kubbeyi dört yönde yarım kubbelerle çevreleyerek köşelere de birer küçük kubbe yerleştirir. Sinan bu eseriyle kendinden önce uygulanmış olan plan şemasını anıtsal boyutlara taşırken kendi üslubunu da ortaya koymaya başlar. Şöyle ki, kapalı ibadet mekânının iki yanında dış revaklar düzenler. Düzenlediği revaklarla bir yandan caminin ağır kütle etkisini hafifletirken diğer yandan revakların ortasına yerleştirdiği girişlerle planın merkeziliğini vurgular.
İkinci büyük kubbesini, “kalfalık eserim” diye nitelendirdiği, Kanuni Sultan Süleyman’ın kendi adına inşa ettirdiği, Süleymaniye Camii’nde uygular. Öncelikle sultanın gücüne yakışır nitelikte büyük boyutlu bir cami tasarlar. İnşası 1557’de tamamlanan camide daha önce Bayezid Camii’nde uygulanan kubbe + iki yarım kubbeli plan şemasını kullanır. Dört büyük taşıyıcı ayak üzerine oturttuğu 26,5 metre çapındaki büyük kubbeyi giriş ve mihrap yönünde iki yarım kubbe; yarım kubbeleri de ikişer çeyrek kubbe ile destekler. Yan bölümleri ise Bayezid Camii’nden farklı olarak, bir büyük-bir küçük kubbe diziliminden oluşan beşer kubbe ile örter. Şehzade Camii’nde yan cephelerde kullandığı dış revaklara bu yapıda da yer verir. Ancak Süleymaniye’nin dış revaklarını iki katlı ve sundurma çatılı olarak uygular.
Üçüncü ve en büyük kubbesini; hatta cami mimarisine yönelik tüm arzularını “ustalık eserim” dediği Edirne Selimiye Camii’nde gerçekleştirir. Bu eseriyle hem Osmanlı hem de kendi sanatını doruk noktasına ulaştırır. Sultan II. Selim Dönemi’nde, sultanın adına başladığı; ancak inşasını sultanın vefatından sonra, 1575’te, tamamladığı Selimiye’de kubbe altı mekân birliğini tam olarak çözüme ulaştırır. Cemaati, 31,5 metre çapındaki büyük bir kubbe altında toplamayı başarır. Caminin tasarımında, tüm cami plan şemalarından farklı olarak, hemen hemen tüm geometrik formları kullanır. Sekiz adet filayak üzerine oturttuğu kubbeyi dört köşede eksedralarla genişletir. Yan cephelerde iki kat halinde düzenlediği dış revakları, üst katta ibadet mekânına açılan galerilere dönüştür. Hatta bu camisinde mihrap cephesine, mihrabın iki yanına da revaklar yerleştirerek bir başka değişikliğe daha başvurur.
Getirdiği yenilikler
Sinan’ın özellikle cami mimarisine getirdiği yenilikler sadece kubbe büyüklüğü ve plan ile sınırlı kalmaz. O, mühendislik becerisini de ortaya koyduğu yapılarında sağlamlığı, mekân-strüktür ilişkisini ve estetiği mükemmel bir kompozisyonla birleştirmeyi başarır. Şehzade, Süleymaniye ve Selimiye’de iç mekân, strüktür ve kütleyi büyük bir ustalıkla bütünleştirir. Nitekim cemaati büyük bir kubbe altında toplama fikri, yapının yükselmesine ve duvar yüzeyinin artmasına yol açar. Dış cephelerde artan duvar yüzeyini sahır ve monoton görünümden kurtarmak için yan cephelerde revak kullanır. İbadet mekânının duvarlarına; hatta yan cephelerde revakların arasına yerleştirdiği payandalarla da yapının strüktürünü güçlendirerek duvarların yükünü azaltır. Böylece duvarlar üzerine çok sayıda pencere açarak iç mekânda aydınlık ve ferah bir ortam oluşturur ve en büyük arzusunu gerçekleştirir. Yapılarındaki güzelliği ise bezemeden daha çok biçim ve çizgilerin oluşturduğu oran ve orantılarda arar. Her şeyi önceden düşünür ve yapıdaki her elemanı bir diğerinin devamı şeklinde kurgular.
Sinan, rasyonel ve akılcı tutumuyla ortaya koyduğu tasarımlarında çevrenin fiziki koşullarına uygun çözümler üretmeyi de başarır. Özellikle anıtsal nitelikteki yapılarını kentin en uygun noktasına konumlandırmakla birlikte yapı-çevre ilişkisini de güçlü kılar. Şehircilik anlayışını sergileyen tutumunun en güzel örnekleri de başyapıtlarının içinde konumlandıkları külliyelerdir. Tasarladığı külliyelerin kent içindeki konumuna; külliyedeki yapıların da yerleşim düzenine ve işlevsel ilişkilerine önem verir. Külliyedeki her bir yapıyı bütünü oluşturan bir parça olarak tasarlarken boyutuna ve yerine göre de bütün içinde özel kılmayı başarır. İstanbul’da Haliç’i ve Boğaz’ı görebilen bir tepede konumlandırdığı Süleymaniye Camii ile Edirne’de kentin her noktasından görülebilen bir tepede konumlandırdığı Selimiye Camii bu yaklaşımını sergiler.
Çağının sunduğu fırsatlar
Osmanlı İmparatorluğu’nun muhteşem yüzyılı olarak belirtilen 16. yüzyıl, Sinan’a hem birçok sefere katılarak farklı kültürler üzerinde araştırma ve gözlem yapma imkânı sunmuş hem de devletin siyasi olduğu kadar ekonomik gücünün de yüksek olmasına bağlı olarak mimarlık ve mühendislik becerilerini ortaya koyabileceği anıtsal eserler üretme fırsatı yaratmıştır. Çağının kendine sunduğu fırsatları iyi değerlendiren Sinan, birçok kent görmüş, sayısız eser incelemiş; hiçbir kopyacılığa ve taklitçiliğe başvurmadan gözlemlerini sentezlemeyi, kendi üslubunu yaratmayı başarmıştır.
Yaratıcılığını, mimari başta olmak üzere mühendislik alanında, çini, hat, oymacılık ve tezyinat gibi sanat dallarında da kanıtlamıştır. Çağdaşları olan Rönesans sanatçıları gibi çok yönlü özelliklerini eserlerinde bütünleştirmeyi başarmıştır. Osmanlı mimarisinin kendine özgü sanat ve mimari üslubu yaratmasında baş aktör olmuştur. Özellikle anıtsal nitelikteki camilerin tasarımında onu en büyük arzusuna ulaştıracak nitelikte çözümler üretmiş, dünya mimarlık tarihine eşsiz eserler kazandırmıştır. Tüm bilgi ve becerilerini ortaya koyduğu Edirne Selimiye Camii’nde hedefine ulaşmışsa da araştırma ve denemelerine devam ederek yaşamının sonuna kadar durmadan, dinlenmeden çalışmıştır. Vefatından sonra, büyük ustanın ortaya koyduğu mimarinin etkileri öğrencileri tarafından uzun süre devam ettirilmiş; bu etki, özellikle cami planlarında güçlü ve kalıcı olmuştur.
Kaynaklar
Kuban, D. (1967). Mimar Sinan ve Türk Mimarisinin Klasik Çağı. Mimarlık, 49 (Sinan Özel Sayısı), s. 13-34
Kuban, D. (2007). Osmanlı Mimarisi. İstanbul: YEM Yayın
Kuran, A. (1986). Mimar Sinan. İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları
Necipoğlu, G. (2013). Sinan Çağı-Osmanlı İmparatorluğu’nda Mimari Kültür, Gül Çağalı Güven (Çev.). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
Saatçi, S. (2020). Marmara’nın Mimarı Sinan. İstanbul: Marmara Belediyeler Birliği Kültür Yayınları
HABERE YORUM KAT