1. YAZARLAR

  2. Etyen Mahçupyan

  3. Milliyetçiliğin cehaleti
Etyen Mahçupyan

Etyen Mahçupyan

Yazarın Tüm Yazıları >

Milliyetçiliğin cehaleti

09 Eylül 2009 Çarşamba 13:10A+A-

Bütün ideolojiler tarihseldir.. yani toplumların içinden geçtikleri tarihsel süreçlerle bağlantılı olarak ortaya çıkarlar ve esas olarak yaşanmakta olan dönemi anlamlandırırlar. Yaşananların nasıl değişmesi veya ‘aslında’ nasıl olması gerektiğini söyleyerek de bir cazibe yaratırlar. Ama hayat, ideolojileri dinlemez, kendi yoluna devam eder... Böylece, değişen hayata uyum sağlama yeteneği ne olursa olsun, eninde sonunda bütün ideolojiler gerçeklik karşısında anlamsızlaşırlar.

Böyle bakıldığında zihinsel hayatımızın sürekli olarak yeni ideolojilere filiz verdiğini, eskilerin ise olabildiğince direnmeye çalıştıklarını söyleyebiliriz. Eski ideolojilerin direnebilmesinin en önemli nedenlerinden biri alışkanlıklar ve bu alışkanlıklardan beslenen beklentilerdir. Örneğin modern dönemin başat ideolojisi olan milliyetçilik günümüzde gerileme içinde olsa da, çoğumuz çevremizin milliyetçi olduğunu varsaymaya ve ona göre davranmaya devam ediyoruz.

Milliyetçiliğin gerileme içinde olduğunu tespit etmek pek zor değil. Artık hiçbir ülkede entelektüel bir üstünlüğü yok, hiçbir ülkede saygınlığı olan herhangi bir düşünür tarafından savunulmuyor. Genelde arkaik bir yaklaşım, hatta bir tür toplumsal hastalık olarak görülüyor. Öte yandan toplumsal çatışmaların kimlikselleşmesi ile birlikte etrafta milliyetçilik rüzgârının daha fazla estiğini de gözlemliyoruz ama burada etkileme dinamiği ters yönde çalışıyor. Tabii ki kimlik siyaseti yapanlar arasında birçok milliyetçi var... Ama haksızlığa uğradığına inanılan veya azınlık olduğu için baskı altında kalan kimliklerin hak arayışlarına dışarıdan bakanların ‘milliyetçi’ görme arzuları daha fazla. Örneğin Kürtler arasında Kürt milliyetçiliğinin oranı, Türklerin algılamasındaki Kürt milliyetçiliğinden çok daha az. Öte yandan bugün kimlik siyasetinden giderek milliyetçilik kokusu alıyoruz. Oysa geçmişte, yani milliyetçiliğin gerçekliğe ‘hitap eden’ bir ideoloji olduğu zamanlarda, milliyetçilik, kimlikleri ‘yaratan’ ideolojiydi...

Velhasıl giderek derinliği azalan ama popüler dil içinde kendisini ayakta tutan bir ideolojiden söz ediyoruz. Konferansların ve kitapların değil, sokakların ve hamasi siyasetçilerin ideolojisinden... Ne var ki milliyetçiliğin yüzeyselleşmesi, çevremizde milliyetçilik görme veya çevremize milliyetçilik atfetme kolaycılığını engellemiyor. Hatta tam aksine özellikle ‘karşıtlarımızın’ temel güdüsünün milliyetçilik olduğunu varsaymaya eğilimliyiz.

Ermenistan-Türkiye ilişkileri de esas olarak bu karşılıklı cehalet dengesi üzerine oturuyor. İmza öncesindeki protokoller her iki tarafta da ‘taviz verme’ kriteriyle ölçülüyor. Ermenistan tarafında ‘düşmanla’ anlaşmanın temel bir zaaf olduğuna dair epeyce köklü bir bakış olduğunu gözlemliyoruz. Aslında bunun bir tür milliyetçilik olduğu açık, ama yüzeysel haliyle... Çünkü bu bakışın altında büyük bir korku var... Türkiye tarafından algılanması zor, çünkü Türkiye tarafı ortak tarihin farkında değil. Ermenistan’da yapılan saha çalışmalarından ve gözlemci değerlendirmelerinden çıkan sonuçlardan biri, Ermenistan vatandaşlarının Türkleri ve Türkiye’yi aşırı milliyetçi olarak algılamaları. Bu nedenle de korkuyorlar... Çünkü Türkiye’nin verdiği hiçbir sözde durmayacağını, ‘aynen geçmişte olduğu gibi’ Ermenileri ve Ermenistan’ı kandıracağını, geçmişte yaşananların farklı biçimlerle tekrarlanmasına olanak tanınacağını düşünüyorlar.

Türkiye yıllarca Ermenistan’ın Kars antlaşmasını tanımadığını söyleyip durdu. Ermenistan’ın toprak talep ettiğini savundu... Oysa Karşı taraftan bakıldığında asıl Kars antlaşmasını tanımayan Türkiye. Konsolosluk ilişkisini ta 1924’te askıya alan, demiryolunu kapatan, Ani kentinin sınırlarını emrivaki ile değiştiren Türkiye. Ermenistan ise Birleşmiş Milletler üyesi olduğundan beri zaten sınırları tanımakta. Dolayısıyla karşı yakadan bakıldığında bu tarafta çok yoğun, ‘devletleşmiş’ bir milliyetçilik bulunuyor. Bu nedenle de Türkiye’nin bu yüzyıla yaraşır olgun bir devlet tavrı sergileyeceğinden son derece şüpheliler.

Peki, Ermenistan tarafında hiç mi milliyetçilik yok? Olmaz mı... Hatta Sovyet sisteminin çökmesinin ardından gelen ideolojik boşluğun asıl milliyetçilikle doldurulduğu açık. Hele Karabağ meselesinin ortaya çıkmasıyla bu milliyetçiliğin ‘gerçekliğe tekabül eden’ bir duruş haline dönüştüğünü de söyleyebiliriz. Ama arada ince bir fark var: Ermenistan’da kimlik siyasetinin ürettiği bir milliyetçilik, oysa Türkiye’de hâlâ kimlik yaratmaya çalışan bir milliyetçilik bulunuyor. Ermenistan’daki, zamanın rüzgârıyla kısa zamanda uçup gidecek türden. Buradaki ise bir beka sorunu olarak işlevselleşmiş. Milliyetçi olmamak Ermeni kimliğini küçültmüyor, ama sanki Türk milliyetçisi olunmadan Türk olunamıyor...

***

Söz milliyetçilikten açılmışken
Taşnaklardan söz etmemek olmaz. Bu partinin sözcüleri hâlâ Türkiye’nin belirli bir bölgesinin Ermenilere verilmesi gerektiğini savunuyorlar. Doğrudur, o bölgede Ermeniler yoğun olarak ve binlerce yıl yaşadılar. Ama bu durum Ermenileri o toprakların ‘sahibi’ yapmaz. Ermenileri oradan kovan ‘Türkler’ de kendilerini aldatmasın, çünkü bu topraklar onlara da ait değil. Mesele şu ki, biz, hepimiz bu toprağa aidiz ama o toprak bize ait değil. Taşnaklar bu kadim gerçeğin farkında değiller. Milliyetçiliğin ürettiği bir cehaletin takipçiliğini yapıyorlar. Aynen Türkiye’deki milliyetçiler gibi...

TARAF

YAZIYA YORUM KAT