Milli Mücadeleye ihanetten söz edenler başta verilen sözler ve sonrasında yapılanlara bakmalılar!
Mustafa Kemal’in dahi Kurtuluş Savaşı yıllarında tamamen İslami değer ve sembolleri referans göstererek Anadolu halkının cihad ruhunun üzerinde yükseldiği açık değil mi?
HAKSÖZ HABER
Yasin Aktay köşesinde bugün İstiklal Şairi olarak anılan Mehmet Akif Ersoy üzerinden vesayetin tarih anlayışı ve bugünkü söylemlerini yorumluyor.
Aktay, AK Parti ve muhazakarlar tarafından suskunluk ile karşılanarak kan davası güdülmeyen geçmişi her ne kadar olumlu bir durum olarak yorumlasa da gerçek tarihi, kendisine göre yorumlamayı tercih eden, tarihi nesnellikten uzak kalmayı makbul kabul eden sözde Milli Mücadele taraftarlarının bugünü ve dünü keyfe keder yorumlayarak iyilik olarak anılan bir durumu da kendi lehlerine kullanma kurnazlığına giriştikleri görülüyor.
Kendisine karşı savaş verilmiş tek dişi kalmış canavarın bütün kültürüne teslim olan, olmayanları da zorla olmaya yönelten kesim bugün kendi tarihini neye dayanarak oluşturuyor? Dini söylemleri bir zamanlar referans kabul eden Türkiye'nin otokrat yönetimleri bugün o "özel günleri" hatırına bile getirmiyor!
...
Mehmet Akif Ersoy’un ve yazdığı İstiklal Marşı’nın Millî Mücadele hareketindeki varlığı başlıbaşına İstiklal Harbi’nin hangi duygu ve saiklerle yürütülmüş olduğunun net bir resmini verir. Bu resmi bir kenara bırakarak yazılan veya anlatılan hiçbir İstiklal hikayesinin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.
Akif’in tam vefatının 85., İstiklal Marşı’nın da yazılışının 100. yıldönümünde Türkiye’nin Milli Mücadele hareketine dair bir tartışma açmanın aslında hayırlı bir tarafı vardır. 20 yıldır tek başına aynı milletin teveccühünü kazanarak halkın hür seçimleriyle iktidarda kalan muhafazakâr AK Parti’nin en güçlü referanslarından birinin İstiklal Marşı’nda ifade edilen felsefe ve anlayış olduğu çok açıktır. Oysa AK Parti burada ifade edilen ruhu temel alarak sonrasında yaşanan hadiseleri, ihtilafları, ayrışmaları, hesaplaşmaları tarihe ve vicdanlara havale ederek hiç tartışmaya açmadı, kaşımadı. Çünkü tarihi olaylardan bugüne getirilecek hiçbir hesaplaşmanın günümüze bir faydası yoktur. Tarihten günümüze kan davaları getirmemek adına aslında ciddi bir fedakârlık yaparak muhafazakâr camia adına bir tür suskunluk siyasetini takip etti. Böylece İstiklal Marşı’nın yazıldığı tarihi bağlam içinde gerçekleşmiş olan uzlaşma zeminini öne çıkarmayı bir ortak değerler olarak altını çizmeyi önemli ve yeterli gördü.
Oysa bu uzlaşma ortamını kendileri için yeterli görmeyen jakobenler, İstiklal Marşı sonrası zamanlarda emrivakilerle, darbelerle, silah zoru ve tasfiyelerle elde etmiş oldukları haksız imtiyazları müktesep hak olarak sürdürmek, kadük kalmış imtiyazları ise canlandırmak istediler.
“Muhafazakarların Millî Mücadele’ye katılmamış olduklarını, bilakis saltanat hatta işgal tarafında yer almış olduğu” iddiasını yalanlamak için başka hiç kimseye değil, sadece İstiklal Marşı’na müracaat etmek yeter de artar bile. Ancak bu iddia bir kez daha dillendirilmişken söylemek gerekir ki: Millî Mücadele hareketinin kendisi bir Daru’l İslam’ı, yani vatanı kurtarma hareketidir ve Kuvay-ı Milliye’nin Anadolu halkını bu mücadeleye katılmak için başvurduğu hiçbir argüman ve motivasyonun İslam’dan başka bir dayanağı yoktu.
Müslümanlık olmasa gavurun hükmü altında kalmaktan yana bir halkın hiçbir rahatsızlığı olmazdı.
Oysa Anadolu halkı için bir toprak parçasını vatan kılan şey tamamen o toprağa atfedilen İslami anlamdı, Hilaldi, özgürlüktü, ezanın özgürce minarelerden okunmasıydı.
Cuma namazının kılınması için özgürlük şarttı ve Antep’te, Maraş’ta, ülkenin birçok yerinde işgal dolayısıyla imamlar Cuma namazını kılmadıkları için Müslüman halka vatanı kurtarma yolunda cihat için eşsiz bir motivasyon sağlamış oluyordu.
Mesela Maraş’ta Rıdvan Hoca’nın kalede düşman bayrağını görünce “Kalede düşman bayrağı varken hür olamayız. Hür olmayan bir memlekette cuma namazı kılınmaz” diyerek bu kutlu direnişin meşalesini yakışı meşhurdur. Malum bu sözler üzerine galeyana gelen halk kaledeki düşman bayrağını indirdikten sonra cuma namazını kılabilmiştir.
Aslında yine Maraş’ta mücadele başörtüsüne el uzatan Fransız askerine karşı Sütçü İmam’ın gereken cevabı vererek iki Fransız askerini öldürmesiyle başlamıştır. Sütçü İmam’ın başlattığı direniş Kurtuluş Savaşı’nın âdeta bir meşalesi olmuştur.
Mustafa Kemal’in dahi Kurtuluş Savaşı yıllarında tamamen İslami değer ve sembolleri referans göstererek Anadolu halkının cihad ruhunun üzerinde yükseldiği çok açık. Kendisine verilen “Gazi” unvanı İslami cihad kavramı olmadan hiçbir anlamı olmayan bir unvandır ve bu unvan kendisine Müslüman halk nezdinden hem “muhtaç olduğu kudreti”, meşruiyeti ve desteği sağlamıştır.
Bu gerçeğe rağmen muhafazakâr kesimin Kurtuluş Savaşı’na katılmamış olduğunu bugün söyleyebilenler ağaç kovuğundan çıkmış gibi bu ülkeye yabancı. O gün Kurtuluş Savaşı’nda muhafazakâr kesimden başkası mı vardı?
Doğrudur, Millî Mücadele hareketine karşı muhalefet de dini gerekçeler ve argümanlarla yapılıyordu. Bu, muhafazakâr kesimin katılmadığını değil, bilakis muhafazakâr, İslamcı düşüncenin o günün bütün toplumunda en baskın anlayış olduğunu gösteriyor ki bütün taraflar bu anlayışa en uygun olduklarını ispatlama yarışı içine giriyorlardı.
Millî Mücadele hareketinden sonra olanlar ise bu ülkenin trajedisidir. Kendisine karşı savaş verilmiş tek dişi kalmış canavarın bütün kültürüne teslim olunmuştur. Denize atılan düşmanın kültürü, inancı, değerleri, yazısı, giyim-kuşamı devrim denilerek ithal edilmiştir. Bu ülkenin dini ve manevi değerlerine adeta bir cadı avı başlatılarak din eğitimi sonlandırılmış, Millî Mücadele hareketinin öncüsü konumundaki ulema itibarsızlaştırılarak toplum dışına itilmiş, uğruna Kurtuluş Savaşı başlatılan başörtüsü aşağılanmıştır.
Bütün bunlar elbette muhafazakâr kesimin onayıyla değil onlara rağmen, direnenlerin hayatları ve itibarları pahasına yapılmıştır. Olup bitenlerde hiçbir demokratik boyut olmamıştır. Millî Mücadele hareketinin ahitnamesi olan İstiklal Marşı’nın büyük şairi, mücadelenin kahramanı, insani kalite açısından geçilemeyecek yüksek seciyeye sahip Mehmet Akif Ersoy’un peşine hafiye takılarak taciz edilmiş ve ülkeyi terk etmeye mecbur bırakılmıştır.
Ortada açılması gereken bir dosya varsa budur. Yani sonraki yıllarda İstiklal Marşı’nın şartlarından, ruhundan ve anlamından şu veya bu nedenlerle gerçekleşmiş olan sapmadır. Mustafa Kemal’in sonradan açık ettiği düşünce ve siyasi tutumunu baz alarak Milli Mücadele’nin tarihi yazılamaz. Yazılacaksa tahrif edilmemiş, elimizdeki ortak referans metin olarak İstiklal Marşı baz alınarak yazılacaktır.
O bayrağın, o marşın, son ocak’ın kast ettiği şey kesinlikle sonradan yapılanlar değildi.
Aslında bugün bu dosyayı açmalarını kendilerine hiç tavsiye etmeyiz, zira açılacaksa hiç istemeyecekleri şeyleri görmek ve duymak zorunda kalırlar.
HABERE YORUM KAT