1. YAZARLAR

  2. Sinan Ceran

  3. Milli Çizgi Roman: Bir Resmi İdeoloji Klasiği
Sinan Ceran

Sinan Ceran

Yazarın Tüm Yazıları >

Milli Çizgi Roman: Bir Resmi İdeoloji Klasiği

24 Ağustos 2008 Pazar 16:14A+A-

Çocukluğumuzun ve ilk okuma heyecanımızın en önemli safhalarından biride masallardır. Duygu dünyamızı altüst eden , bizi hayretlere sürükleyen, okunan her satırın yaşama biraz daha sıkı sarılmamız için uzatılmış bir ip olduğunu biraz da büyüdükten sonra anladığımız, beslendiğimiz  “devegücütazıhızışerbeti”miz masallar.Bir film şeridi gibi hızlı akışına yetişemediğimiz, kahramanları aramızdan seçilen ve onlara bahşedilen bütün olağanüstülükleri biraz kıskançlıkla, biraz hayranlıkla ama daha çok şaşkınlıkla izleyip, takip ettiğimiz masallar.

Çizgi Roman için Ruhi Şirin, “masalın yerine ikame edilmiş resimli edebiyat ”, “ modern çağda masalın yerine ilk göz koyan bir ifade biçimi , masalın yeni açılımıdır ”(1) diyor. Önemli karikatüristlerden Abdülkadir Uslu ise çizgi romanı ” elle çizilmiş ve belirli süreklilik içinde artarda gelen , bir metinle bütünleşen ve basılı olan çizgilerden oluşan bir anlatım biçimidir” şeklinde tarif ediyor. Kareler arası duyarlılığın çizgiye ağırlık verilerek sağlandığı ve metnin ağırlığının çizgiler arası duyarlılığı aksatıp, durgunlaştırdığı şeklindeki genel kabul, yazımıza konu olan çizgi romanlarda metnin ideolojik nedenlerle ağırlaştırılmasıyla karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’de çizgi roman için 1934-35 başlangıç, 1946-54 arayış, 1955-70 altın çağ, 1970-85 değişim, çıkışların durması, 1986 ve sonrası düşüş ve Rönesans olarak görülebilir.Zıpzıp ve arkadaşları ilk yerli çizgi roman olarak karşımıza çıkar.

Türk insanı ideolojik resimli romanla Karaoğlan, Malkoçoğlu ve Tarkan gibi çizgi romanların sinemaya uyarlanması ile tanıştı.Özellikle televizyonların öğleden sonra kuşaklarında halkın ulusal bilincinin tazelenmesi gereken milli gün ve bayramlarda, Kardak kırizi, Kıbrıs sendromları, ülke

bölünüyor, gericilik retorikleriyle süslenerek daha çok gündemimize sokulan bu filmler tam bir çizgi roman klasiğidir.

Türkiye Cumhuriyeti kendi retoriğini Osmanlı reddiyesi üzerine kurup, tüm kurum ve kuruluşlarıyla yukardan modernleşmenin ve neo-Osmanlı nitelikleri sergilemenin tutarsızlıklarıyla pek çok Osmanlı kahramanı yarattı. Ancak T.C’nin gözdesi ise üretilen Türk tarih tezinin çizgi roman kahramanı Karaoğlan’dır. “Onüç Kahraman”, “Akıncılar” bu türün en eski örnekleridir. 1959’da tarihsel romanlarıyla tanıdığımız Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun yazdığı öykülerin Tarık Buğra’nın çizgileriyle buluşmasıyla çizgi romana dönüşür. Karaoğlan’ın beklenen ilgiyi görmesiyle diğer bir çizgi roman kahramanı 1965’te Cumhuriyet gazetesinden Ayhan Başoğlu tarafından üretilen Malkoçoğlu’dur. Bu yıllar Fatih’in fedaisi Kara Murat’la Resmi İdeolojinin fedaisi Tarkan arasındaki çekişmeye tanık olacaktır.1967 yılında Hürriyet gazetesinde Sezgin Burak tarafından üretilen Tarkan çizgi romanı 1969’da filme çekilir. Türk sözcüğünün Atilla’dan birkaç yüzyıl sonra Göktürklerle birlikte kullanılmaya başlanmasına rağmen Tarkan kendini Hun Türk’ü olarak tanıtacaktır. Ayrıca Ulus kavramının olmadığı o çağda Tarkan kendini Türk ulusunun bir evladı olarak da değerlendirecektir. Şoven bir Türk milliyetçiliği duygusunun yaratılmasına bolca ihtiyaç duyulduğu o zamanlarda üretilen bu filmler yerini daha çağdaş çizgilerle bugün başka kahramanlara bırakmış gözüküyor.

İşte bunlardan biride Ustura Kemal’dir. Koyu bir Atatürk hayranı olan Haldun Sevel’in 32 sene önce yarattığı bir çizgi roman kahramanıdır.“Bin Yaşa Gazi Paşa”, “Şeref Sözü”, “Yiğidi Bıçak kesmez” gibi ayrı ayrı öykülerle aktarılan kitaplar halinde yayınlandı. Milli mücadele yıllarında işgal altındaki İstanbul’da Kuvay-i Milliye’ye bağlı Milli Müdafa Grubuna gönüllü olarak katılan, delikanlılık ve cesaret timsali bir İstanbul kabadayısının hikayesini ulusçu bir bakış açısıyla anlatır. “İç ve dış düşmanların” Türk milletini tahrip ve tahriklerine karşı Türklük şuuru kazandırmak için üretilmiş ideolojik çizgi romanlardan bir diğeri de Kültür Bakanlığı yayınlarından çıkan “ Kurtuluş Savaşı ve Ali “ çizgi romanıdır. Metnin ağırlığının çizgiye kıyasla daha çok hissedildiği, didaktik tarzın en fazla hakim olduğu çizgi romanlardan biridir. Öyle ki Atatürk’ün nutku sayfalarca alıntılandığı gibi, Misak-ı milli’nin tüm kararları, antlaşma metinleri vs.’in de uzun uzadıya yer aldığı hatta ideolojik söylemin bolca uzatıldığı diyalogların ve hitapların da yer aldığı tam bir ideolojik çizgi roman örneğidir.

NEDEN İDEOLOJİK ÇİZGİ ROMAN

Her toplumun kendi hafızası olarak da değerlendirebileceğimiz toplumsal bir tarihi olduğu gibi meşruiyet krizi çeken her ulus-devletin afazi bir toplum yaratma düşüncesiyle üretip dayattığı bir tarih tezi de vardır.1930’lu yıllardan itibaren oluşturulmaya çalışılan ‘resmi ideoloji’ ve ‘resmi tarih’ tezi, rejimin gerçek niteliğinin anlaşılmasını engelledi. Halk üzerinde etkisi olan ve etkisi olabilecek her türlü aracı kendisini meşrulaştırmak için de kullandı.19. yüzyıldan itibaren geliştirilen ve akademik bir hüviyet kazanmaya başlayan tarih bilimi ile birlikte rejimin ilk bulandırdığı ve tahrif ettiği alan tarih alanı oldu. Bütün ulus devletlerin yaptığı gibi resmi hizmete mahsus tarih okullarda da yeni bir toplumsal hafıza yaratmak için kullanıldı. Ancak bizzat üretilen jakoben ve hikayeci tarihin kendi niteliğinden kaynaklanan nedenlerle bir yüzü hep soğuk ve itici olmuş ve halk üzerindeki etkisi sistem tarafından arzulanan düzeye ulaşamamıştır. Bunun için olacak ki resmi tarihin mutfağı değişmese de vitrini değiştirilerek daha kolay pazarlanabilecek ve hazmedilebilecek hale getirilmiştir. 1937 yılında İçişleri Bakanlığı halk öykü ve kahramanlarının “ rejimin ruhuna uygun yüksek manalı yeni vakıalar içinde “  gösterilmesine ilişkin bir genelgesinde :” Nasıl ki Miki Maus tipi daima aynı kalmakla beraber, her filmde ayrı bir mevzuun, ayrı bir muhitin kahramanı oluyorsa, yukarda adı geçen ve halkın gayet iyi tanıdığı tipleri ( Köroğlu, Ferhad ile Şirin, Kerem ile Aslı, Şahmaran, Nasreddin Hoca vs.) yepyeni mevzular içinde kullanmak ve böylelikle halkın alışık olduğu kahramanları yeni Türk inkılap ve medeniyet gayelerine uygun telkinler yapan maceralar içinde yaşatmak istiyoruz.” Böylece örneğin Ferhat, dağları, Şirin’e olan aşkından değil, zeytin fidanlarına ulaşmak içi deler. Ferhat artık yarı çılgın bir aşık değil çalışmanın, işin simgesidir.(2) Bir söyleşisinde “ atalarımız kan dökmüş. Niye verdiler canlarını? Onların niye öldüğünü biraz milli olarak, hislerine hitap eder şekilde anlatmasam olur mu?” diyerek tarih kitaplarında milli hisleri yer alması gerekliliğini savunan Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof.Dr. Yusuf Halaçoğlu, Teksas ve Tommiks çizgi romanlarını örnek gösterip  bunların Amerikan milli hislerini körüklemek için kullanıldığını belirterek popüler vasıtalara olan ihtiyacın nasıl beynelmilel bir niteliğe sahip olduğunu ortaya koyar.(3)

İşte bu ihtiyaçla üretilen ve yazımıza konu olan Yüzbaşı Cemil ve Atatürk adlı, seri olarak yayınlanan çizgi romanlar Türk Tarih Kurumu Basımevince 1994-96 yıllarında her bir serisi 20.000-25.000 adet basılarak Orhan-Erhan Dündar tarafından yazılıp resimlendirilmiştir. Yüzbaşı Cemil serisi dört kitaptan oluşurken, Atatürk serisi ise altı kitaptan oluşmuştur. Atatürk serisi hazırlanırken yararlanılan bazı kaynaklar şöyledir: Atatürk Ansiklopedisi, Tek Adam, Atatürk’ün yaşamı, Babamız Atatürk, Sınıf Arkadaşım Atatürk v.s

MİLLİ ÇİZGİ ROMAN: ÇOCUKLAR İÇİN GÜDÜMLÜ İNKILAP TARİHİ

Klasik anlamda iyi ile kötünün mücadelesinin İttihat Terakki/ Kuvay-i Milliye ve diğerleri olarak kabaca sınıflandırılabileceğimiz bir vasatta sergilendiği görülür. Bu serinin kahramanı(!) Yüzbaşı Cemil’dir.

İyi bir eğitim almış olmasına rağmen ulusal bilinci yeterli düzeyde olmayan Yüzbaşı Cemil asker babasının kendisini İzmir’in işgaline karşı mukavemet ve reddi ilhak yanlısı“vatanperver” subayların yer aldığı bir toplantıya götürmesiyle tüm hayatı değişir.

“Çocuk”!.. Evet dün akşama kadar çocukmuşum. Ama dün o çuha kaplı masa başında gözlerimi bambaşka bir dünyaya açtım… Duygularım ve düşüncelerim olgunlaştı…” diyerek vatan savunmasına başlayacaktır. Yunanlıların İzmir’i işgal edecekleri haberine karşı mukavemet grubu halkı Yunanlılara karşı çıkma konusunda bilinçlendirmek için miting düzenlenilmesini kararlaştırılır ve hatiplerin “ çelik bir imanla şahlanan sesleri” halkın bağrışları arasında kaybolur. İzmir “zito, zito” sloganları arasında “ Yunan kuklaları” tarafından işgal edilir. Buna karşılık “ memleketin asıl sahipleriyse bu nankörleri sessizce” izliyorlardır.  İzmirli Rumlar  “ Düne kadar ekmeğini yedikleri ülkeyi işgal edenleri çiçek yağmuruna tutmuşlardı.” gibi ötekileştirilene ilişkin tavır serinin tamamında dillendirilir. Birkaç arkadaşının ölmesi kendisinin de bir grup arkadaşıyla birlikte hapse atılmasıyla bilenen Cemil hapisten kaçmanın bir yolunu bulur ve evine döner. Ölen arkadaşlarının öcünü almak ve “ Bu cenneti kurtarmak için Cehennemler yaratmaya gidiyoruz” diyerek milli mücadeleye katılır.

İyi ve modern bir aile, aydın ve vatanperver bir sevgili (Munise), asker bir baba, bileği bükülmez arkadaş (Tuzsuz); beceriksiz, korkak, zalim ve hain düşman gibi yan unsurlar esasoğlan Yüzbaşı Cemil’le aktarılmak istenen milliyetçi hezeyanları beslemek için asıl vurguya eklemlenmiş yan bilgi ve kurgular olarak karşımıza çıkıyor. İdeolojik değerlerin boca edilmesiyle çizgi roman niteliğini kaybederek kuru, zevksiz, monoton, heyecansız bir tarih kitabı niteliğine bürünüyor.

Elin ‘gavurunu’ ve yaptıklarını göstererek her fırsatta  ‘Türkün Türk’ten başka dostu yoktur’ yanılgısı ve retoriğini ‘Biz’ bilincini pekiştirmek için tarih kitaplarında kullananlar, bu çizgi romanda da sistemin kendi çıkarları gereği hiçbir zaman içselleştiremediklerini ‘ötekileştirerek’ kendini açığa vuruyor. Çizgi romanda Rumlarla ilgili olarak palikarya, meyhaneci, kefere, yerli kopil gibi sözcükler kullanılıyor. ‘İzmir ağlıyor’ dizisinde Cemil’in asıl düşmanı Yunanlılar ve ‘işbirlikçi’ Rumlardır: “Yunanlı pek pervasızdı. Çöken bir İmparatorluğun, dört uzun yıl şan ve şeref dolu kavgasında ordularını yitirmiş, insanlarının ise umutsuzluk içinde bocaladıklarını biliyordu. At da Yunanlınındı meydan da Yunanlının. Kim karşı koyacaktır mağrur ve muzaffer(!) Yunan ordusuna?” Cemil için (tabi okurlar için de olması istenilen) Rumlar su katılmamış birer düşmandırlar. Cemil İzmirli olmasına rağmen ‘Ötekiyle’ hiçbir insani ilişkisi olmamış ve ona göre Rumlar “ düne kadar ekmeğini yedikleri ülkeye ihanet” ediyorlardı. “Ya bizimkiler? Kendi yurtlarında, kendi sokaklarında bir yabancı gibi köşe başlarında saklanıp işgali izlemeye başladılar.” Çizgi romanda Rumların kalleş, hain ve görüntüleriyle itici çizimleri verilmek istenen mesajın okur tarafından kolayca algılanmasını da sağlar.

Oysa bugün etnik temizliklerin hızını ve yoğunluğunu anlayabilmek için, devletlerin politikalarının yanı sıra toplumlar arası yabancılaşma ve geriliminde hesaba katılması gerekir. Toplumların bu özelliği intikamcı silahlı çeteleri beslemiş ve katliamlar meydana gelmiştir. Aynı şekilde Kıbrıs politikasında da ulusçuların yürüttükleri strateji budur. Öyleyse halkların genlerinden getirmedikleri ancak devletler tarafından kendilerine dikte edilen düşmanlık ve ötekileştirme stratejisi halklara yönelik ebedi bir kine neden olmamalıdır. Yunanlıların sergiledikleri tutumun benzerini Türk burjuvazisi de söz konusu sürece cevap olarak İzmir’in kurtarılmasından sonra sergileyecektir.(4) Benimsediği “ Balkan metodu” gereği kendisine kalan veya kalmasını istediği topraklardan, Ermeni ve Rumları tüm fırsatları kullanarak mümkün olduğunca arındırmaya çalışacaktır.

Rumlara karşı kullanılan cümleler “çöl bedevileri”, “din kardeşlerine ihanet”, “arkadan vurma” gibi kalıplarla Araplar içinde kullanılarak Arapların da ‘Ötekiliği’ okurun gözünde sağlanmış olur.

Yüzbaşı Cemil serisinde dikkati çeken bir diğer husus Atatürk serisinde de görüleceği üzere Tek Adam ve kurtarıcı fikrinin İttihat terakki ile birlikte okuyucuya verilmek istenmesidir. Bu nedenle sadece işbirlikçi Rumlar değil İttihat Terakki karşıtı yerli halkta İsyan Yolu 1-2 de olduğu gibi nankörler ve bozguncular olarak nitelendirilir.

MEB’den çıkan bir diğer çizgi roman da Mustafa Kemal Atatürk serisidir. Bugün Atatürk isminin zihinlerdeki ilk yansımasının dokunulmazlık ve dahi tartışılmazlıkla eş anlamda kullanılması nedeniyle bu çizgi romanda Yüzbaşı Cemil serisine göre daha büyük bir dikkatin sergilendiği görülür. Atatürk’ün hayatının çizgi roman haline getirilmesi beraberinde çizgi romana ait rahatlık, komiklik, muzipliği de sınırlayacağından hatta bunu sıfırlayacağından çizgi romanın kahramanı diğer çizgi kahramanlar gibi sıradanlaştırıl(a)mıyor. Çünkü tartışılamaz olanın kahramanlaştırılması mümkünken, çizgiyle sıradanlaştırılması ancak İnkılap Tarihi dersi ölçeğinde mümkün olabiliyor. Türk tezinin en son halkasını oluşturan ‘Büyük Önder Atatürk’ efsanesinin oluşturulması için üretilen yakın tarih malzemeleri bu kültü desteklemek, yaratmak için kullanılmıştır.” Bu kültün inşasında Milli Eğitim’e ve cumhuriyetin ideolojik örgüsünü topluma benimsetme projesinin bir aracı olarak oluşturulmuş İnkılap Tarihi derslerine büyük görev düştü. İnkılap tarihi ders kitaplarındaki anlatım yeni rejimi ve Atatürk’ü haklılaştırmaya dönüktür. Başarı ve başarısızlık hep bu çerçeve içerisinde tanımlanır.”(5) Bu çizgi roman da çizgi yoluyla laytlaştırılıp, rafinerize edilmeye çalışılmış olsa da Atatürk’le bağlantılı yakın tarih gelişmelerinin resmi bakış açısıyla aktarıldığı görülür. Tarih kitaplarının ve derslerinin ana sorunlarından biri olan ezberciliğe kapı aralayan kronolojik hassasiyet, askeri terim, yer ve şahıs isimlerinin çokluğu çizgi romanın konusunun takibini zorlaştırdığı gibi, neden sorusunun sorulmasını da zorlaştırmaktadır. Zira hikayeci ve efsaneci tarih, yaşananlara neden-sonuç ilişkisinde yaklaşmayı anlamsızlaştırır. Hikayenin İnkılap Tarihinden alınmış siyah-beyaz fotoğraflarla süslenmesi bu gerçeği değiştirmez.

Bir hayat hikayesini efsaneleştirecek, hikayeleştirecek bütün unsurlar bu çizgi romanda mevcut. Mustafa’nın “başlıca işin kargaları kovalamak olsun” diyen dayısının sözüne uyması, birdirbir oynarken bile eğilmemesi, matematik hocasının kendi ismini Mustafa’ya vermesi, daha küçük yaşta yetim kalması, dediğinden şaşmayan kişiliği, Hocanın bile çok zor yapabileceği bir denklemi bir çırpıda çözmesi gibi. Aslında bu ve benzeri çoğaltılabilecek sıradan unsurlar, hikayesi söz konusu edilen kişiyle düşünüldüğünde/düşündürüldüğünde efsaneleşmesinin boşuna olmadığı, “Az zamanda çok şey” yapmış olmanın derin köklerinin geçmişte aranması ve hikayenin inandırıcılığı için önemlidir. “ Sende memleketin başına gelen büyük adamların daha gençliklerinde gösterdikleri müstesna kabiliyet ve zeka emareleri görmekteyim”  cümlesinin çeşitli vesilelerle tekrarı bu düşüncemizi güçlendirir niteliktedir.

Bu serideki ötekileştirme Yunanlılarla sınırlı kalmaz. “Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan Manastır’a göz dikmişlerdi”, “Zaten Sırp ve Bulgar çeteciler sık sık Manastır’daki Türk köylerini basıyorlardı”, “Hicaz’da Araplar ayaklanır çarpışmalar olur” vs. Söz konusu toplulukların yalnızca eşkıya, çete, isyancı ve hain olarak değerlendirildikleri bu alıntıların,600 yıl birlikte yaşayan insanların ne olup da birbirlerine kan kusturdukları sorusunu sormaktan ziyade, üretilmiş bir ezeli düşman fikrini telkine yönelik olduğu apaçıktır.

Bu senaryolardaki asıl kasıt ezeli düşman fikriyle “devlet-i ebed müddet” fikrinin ebedileştirilmek istenmesidir.

31 mart ayaklanmasının anlatıldığı bölümde “ Hemen hoca kılığında bazı kimseler harekete geçerler”, “ Derviş Vahdeti çalışmalarında Kıbrıslı Kamil Paşa ile İngiliz ajanları tarafından destekleniyordu” vb. cümlelerle İttihat Terakki karşıtı tutum Osmanlı muhatap alınmadığı halde genç subaylarca ihanet olarak değerlendirilir. Zira memlekette hürriyet yoktur ve önce bu sağlanmalıdır. Bunun için teşkilatlanmalıdır. ” Bu teşkilatlanmayı ise ancak genç zabitler yapabilir”  diyerek memleketin geleceğinin ancak genç zabitlerin elinde olduğunu Mustafa Kemal daha harp okulundayken belirtir.

Enver Paşa ile Mustafa Kemal arasındaki tarihi çekişme ise “Enver enerjiktir ve bir şeyler yapmak isteyecektir; ancak hesapsızdır. Eğer Erkan-ı Harbiye-i Umumiye riyasetine gelirsem iyi işler görebiliriz” şeklinde Genel Kurmay Başkanının yazdığı mektupla ve Enver’in Alman hayranlığı ile birlikte kendisi 33 yaşındayken 15 yaşında bir kızla evlenmesinin de altı çizilerek Enver aleyhine okuyucunun zihninde sonlandırılır.

Yüzbaşı Cemil’in çiziminde olduğu gibi bu serinin baş aktörleri de daha düzenli ve güzel çizilirler. Ancak, Araplar ve diğerler ayrılıkçı unsurlar ve yerli hainler için bu titizlik gösterilmez.

Mustafa Kemal Atatürk serisi Türkiye’nin batılılaşma serüvenine bir girişle sonlandırılır: Mustafa Kemal Binbaşı Selahattin’le çıktığı ilk batı Avrupa yolculuğunda Sırp hududunu geçtikten sonra fesini valize koyarak İstanbul’da Tiring mağazasından aldığı kasketi başına geçirir ve birinci mevkide oturup devleti temsil ediyoruz, Osmanlılığımız, Müslümanlılığımız belli olmalıdır diyen binbaşı Selahattin’e şu karşılığı verir “ Canım Selahattin Bey artık hududu geçtik sivil kıyafetle yolculuk ediyoruz herkesin bizi tanımasında ne fayda var”. Tren bir Sırp istasyonunda durduğunda Selahattin Bey sandviç almak için satıcı çocuğu çağırır ve sandiviçleri domuz eti var mı diye birer birer koklar ve çocuğun yüzünü asıp uzaklaşmasıyla Selahattin Bey fesini çıkarıp kasketini giyer. Mustafa Kemal Sofya’da izlediği bir operanın ardından gece kendisini uyku tutmaz ve arkadaşına şunları söyler: “ Şakir kim ne derse desin, şimdi Balkan savaşında yenilgiye uğramamızın nedenini daha iyi anlıyorum. Ben bu adamları çoban diye bilirdim. Halbuki baksana operaları bile var… Bir operaya kavuştuğumuz günü görebilecek miyim?” der. Ancak tabi bu seride kapalı olan halkın mı yoksa devletin ve elitlerinin mi modernleşip, batılılaştığıdır. Bu alıntılarımız kimin modernleştiğini gayet sarih olarak göstermektedir.

Daha önce aktardığımız söyleşisinde Halaçoğlu şunları da söylüyor: “ Daha küçükken hiç kimse enternasyonal olamaz. Böyle olması da fevkalade sakıncalar doğurur. Çünkü vatanı kendi menfaatlerimizin üstüne çıkarabilmemiz için böyle bir hissin verilmesi gerekir”. Bu düşünce doğrultusunda hazırlanan söz konusu çizgi romanlar da ulusçu, jakoben, elit bir kadronun ürettiği tarih anlayışının ürünüdür. Dünya pazarında ciddi bir sektör halini alan çizgi roman endüstrisinin emperyalist hedefleri işaret edilerek, statükonun ürettiği batıya öykünmeci laik kültürün çizgi romanlarla çocuklara dayatılması meşrulaştırılamaz. Bakalım on yılda bir yapılan darbelerle sistemin meşruiyetine ikna edilmesi hedeflenenler, bu çizgi romanlarla ikna edilebilecekler mi?

__________________________________

1-      M.Ruhi Şirin, İletişim Yaziları, 14 Nisan 1999 Çarşamba, Zaman Gazetesi

2-      Popüler Anlatılar ve Kemalist Pedagoji, Nemci Erdoğan, Birikim 105-106

3-      Gazete Pazar, 19 nisan 1998

4-      Prof.Dr. Bilge Umar, İzmir’de Yunanlıların Son Günleri, s. 330-334, Bilgi Yayınevi, 1974, İstanbul

5-      Foti Benlisoy, “Savulun Bre Palikaryalar!”, Virgül 12

YAZIYA YORUM KAT

6 Yorum