Millet yoksulluk ve veremden kırılırken Kemalistler heykel dikerek ilerleme hayalleri kuruyordu…
Ali Osman Aydın, CHP'nin heykellere harcadığı paranın bir ideolojik takıntının neticesi olduğunu ifade ediyor.
Ali Osman Aydın / Yeni Akit
CHP’nin heykel saplantısının sosyoekonomisi
CHP’li Antalya belediyesi 59 Venüs heykelini onarıp altın sarısına boyayarak şehrin muhtelif noktalarına yerleştirmeye başlamış. “Millet aç!” diyen CHP’lilerin yönettiği çoğu kentte çeşit çeşit heykellerin dikildiğini görüyoruz hep birlikte. Daha geçen haftalarda Sarıyer’de “fırtınaya öpücük heykeli” açılmıştı törenle.
Haziran 2021’de Bodrum’da bir sünger heykeli dikilmişti, hatırlarsınız. Başkan Ahmet Aras açılış töreninde: “Toplum mutluluğu sanata kültüre bağlıdır, paraya değil. İşte bunları yaptıracağız!(Heykeli kastediyor) Bu paralar bunlar için harcanacak. ” demişti.
Ben de kastettiği “para” ne kadar diye 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’na göre bir dilekçe yazmış, iki yıl sürdüğünü söylediği o heykel çalışmasının kamuya kaça mâl olduğunu sormuştum. Tabi ki “özel hayatın gizliliği” gibi çeşitli nedenleri öne sürerek cevap vermekten kaçınmışlardı.
Diğer tartışmalı heykellerden birini Ekrem İmamoğlu 2017’de Beylikdüzü’nde açmıştı. Adı, Kıbrıs Anıtı olan bu eserde Rauf Denktaş’ın sol yanında, hayatı boyunca tüm çabası adadaki Türk varlığını yok etmek olan Makarios tasvir edilmişti.
CHP’nin Batı referanslı her şeye karşı dizginlenemez hayranlığı bir kenara bırakılırsa bütün bu heykel dikme yarışının Kemalizm’in varoluşunun bir parçası olduğu anlaşılır.
Heykel oluşturulmak istenen “kültün” yani Kemalist ideolojinin tunçlaşmış halidir.
Bu yüzden açılışları da dahil olmak üzere heykel ile ilgili her husus büyük anlam ve öneme sahiptir.
Gazi de bu durumun altını çizmek için Ocak 1923’te: “Dünyada medeni, ilerlemiş ve gelişmek isteyen bir millet mutlaka heykel yapacak ve heykeltıraş yetiştirecektir…Bir millet ki, resim yapamaz, bir millet ki, heykel yapamaz, bir millet ki, fennin îcap ettirdiği şeyleri yapamaz; itiraf etmeli ki, o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.” der.
Cumhuriyet döneminde yapılan heykellerin en ilginçlerinden olan Taksim Cumhuriyet Anıtı’nın yapılış hikayesi heykel meselesinin ne kadar ciddiye alındığı hakkında bir fikir verebilir.
1926 yılında Anıt için bir abide komisyonu kurulur. İçinde mebuslar, banka müdürleri, belediye görevlileri, sigortacılar, Ticaret Odası başkanları, parti yetkileri vardır. Heykeli İtalya’nın Faşist Başbakanı Benito Mussolini’nin dostu olan Pietro Canonica yapacaktır. Fakat anıtın parası halktan tahsil edilecektir. Bunun için İstanbul bölgelere ayırılır ve belediye görevlileri makbuz karşılığı bağış toplamaya başlarlar
Bağış makbuzunda şu ibare yazılıdır: “Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin dikilecek heykeli için iştirak bedelidir
Fakat halktan toplanan 6 bin lira bu iş için devede kulak bile değildir. 15 Aralık 1926 günü imzalanan sözleşmeye göre Canonica’ya tam 165.000 Türk lirası ödenmesi gerekmektedir. Bu nedenle bağış konusunda görevliler daha ısrarcı olmaya başlarlar!
“İLAÇ VE BAKIMSIZLIKTAN SENEDE YÜZ BİN ÇOCUK ÖLÜYOR!”
1920’li yıllar veremin ülkeyi kırıp geçirdiği yıllardır... 1922 istatistiklerine göre sadece İstanbul’da bir yılda 16.252 kişi ölmektedir. 1927 yılına gelindiğinde çevre kirliliği problemleri had safhaya varır. Buna bağlı olarak da verem vakalarında artış görülür. Çünkü İstanbul’da sokaklar toz ve kir içindedir.
Balıkesir’de yayımlanan Zafer-i Milli gazetesinde bir hekim tarafından kaleme alınan makalede: “Balıkesir'de hiç bir ev gösterilmez ki veremden müteaddid kurbanlar vermiş olmasın.” denir. Yani verem milli bir tehdittir.
Aynı makalede şu ikazlara yer verilir: “Memleketimizde verem gerçekten korkunç bir şekle girmiştir. Diğer emraz-ı sariyeye karşı gösterilen telaşların, ıstırapların verem hakkında yüzde bir derecesinde gösterilmemesi cidden şayan-ı hayrettir. Doktorlarımız müttefikken diyorlar ki, verem karşısında bu lakayt tutum devam ederse memleketin istikbali gayet karanlıktır.”
Karesi Mebusu Vehbi Bey Meclisteki bir konuşmasında: İlaç yokluğu ve bakımsızlık yüzünden yılda 100 bin çocuğun kaybedildiği 1926’da kayda geçmiştir.” der. (16.05. 1926 TBMM Zabıt Ceridesi, 2. Dönem Cilt 5/ s,168)
Aynı dönemlerde Türkiye’de 1-19 yaş arasında ölüm oranı %43, 96’dır. Gazetelerin söylediğine bakılırsa “koca İstanbul’da hasta nakline mahsus bir yahut iki araba ya var ya yoktur”. Anadolu yakası bundan da mahrumdur. Hastaları nakledecek tek bir araç bile yoktur. Hastanın eğer şansı varsa, bir kamyonla hastaneye ulaştırılabilecektir.
Mesela Denizli’de bir lise talebesinin iaşesi ve pansiyon ihtiyacı yıllık 90 liraya mal olmaktadır. Bir senede İstanbul’da gıdasızlık yüzünden 3359 çocuk ölmektedir. Halbuki bir ilkokul talebesi dört-beş kuruşa doyabilmektedir.
SÖZ KONUSU İDEOLOJİYSE GERİSİ TEFERRUATTIR!
1930 yılında Devlet bütçesinin % 2.02’si yani 4.500.000 lirası Sağlık Bakanlığı için ayrılmıştır. 165 bin liranın sağlık bakanlığının, bütün ülkede yapacağı hizmetlere ilişkin bütçesinin 27’de 1’i olduğu düşünülürse, anıt meselesi için ne kadar büyük bir meblağ harcandığı anlaşılmış olur.
Bütün bu büyük meblağlar, vergi vermek için sekiz lira bulamayan köylülerin hapishanelere doldurulduğu bir zamanda harcanır.
Bildiğiniz üzere 1928 senesinden itibaren, yeni harflerin kabulüyle birlikte bütün yurtta Millet Mektepleri açılır. Görünür amaç dört ay gibi bir sürede yeni harfleri köylülerin öğrenmesini sağlamaktır. Dolaylı amaç ise ideolojiyi daha az geçirgen olan taşraya taşımaktır.
Millet Mekteplerinin tamamında görev alan öğretmenlerin aldıkları bir yıllık maaşın toplamı 670,407 liradır. Diğer masraflarla birlikte bir yıl boyunca bütün ülkede mektepleri işletmenin maliyeti 881,508 liraya ulaşmaktadır.
Tek başına Taksim Cumhuriyet Anıtı’na halktan “bağış” olarak toplanan para Millet Mekteplerinin bir yıllık tutarının 5’te 1’idir.
Takip eden yıllarda farklı şehirlerde benzer meblağlara mal olan anıt ve heykellerin yapıldığını düşünelim… Aç çocukları, 8 lirayı ödeyemediği için hapse giren köylüleri, aynı yatakta yatmak zorunda olan veremli hastaların gerekiyorsa ölmesini görmezden gelerek, heykel için para saçan bir hükümetin “halkçı” olduğunu okuttular bize yıllarca…
Her zaman yoksullar olur. Fakat yoksulluk diz boyuyken heykele, hem de kimi yerde parasını halktan alarak hatırı sayılı paralar harcamanın ne anlama geldiğini takdirlerinize bırakıyorum.
Hele bu heykellerin açılış merasimlerine verilen ehemmiyet inanılacak gibi değildir. Mesela Taksim Cumhuriyet Anıtı’nın açılışına Meclis Başkanı, Kolordu Kumandanı, İçişleri Bakanı başta olmak üzere bakanlar, parti yöneticileri, mahkeme başkanları, elçiler, konsoloslar, şehrin protokolünün tamamı ve halktan otuz-kırk bin kişi katılır. Hasta nakil aracı olmayan şehrin her yanından insanlar araçlarla Taksim Meydanı’na taşınırlar. Protokol, merasimin anlamına binaen frak ve silindir şapkayla katılmıştır törene.
Heykelin örtüsü huşu içinde açılır. Anıt huşu ve tazim duygularıyla ziyaret edilir. Kemalizm böyle merasimler ve her yere diktiği büst ve heykellerle kültünü tahkim etmeyi, tahakkümünü güçlendirmeyi başka şeylere yeğlemiştir. İdeolojinin tahkimi gibi çok hayati (!) bir ödevin yanında insanların hayatı sadece “teferruattır.”
HABERE YORUM KAT