Militarist-ulusalcı batak...
2011 Haziran'ından itibaren açılacak yeni yasama döneminin temel özelliği sadece anayasa hazırlamak olmayacak, aynı zamanda CHP sayesinde "ulusalcılığın Ergenekon kanadı"nın mecliste temsiline de tanıklık yapacağız.
Birkaç gün önce Ergenekon'la özdeş hale gelmiş bir başka sanığın, İlhan Cihaner'in Denizli'den ikinci sıra adayı yapılması, partinin bu tercihi "tabanın isteği" olarak açıklaması "yeni temsil hali"nin ardındaki iradeyi net olarak ortaya koyuyor.
Gerçekten de listeler açıklandıktan sonra CHP'ye yöneltilen tüm eleştirilere rağmen Cihaner'in Denizli adayı yapılması, yönetimin bu açıdan "kararlılığını" göstermektedir.
CHP ve MHP tarafından listelere seçilecek yerlerden konan Mustafa Balbay, Mehmet Haberal, Sinan Aygün, İlhan Cihaner, Engin Alan, Yarsav'ın eski başbakanı Emine Ülker Tarhan, 28 Şubat'ın tam askerci ya da mükemmel militarist savunma bakanı Turhan Tarhan, ara rejim mimarlarından Süheyl Batum, üniversitelerin garnizona dönüşmesinin sembolü Nur Serter gibi isimler yeni meclisin görüntüsünü etkileyecek ağırlıkta bir grup oluşturuyorlar...
Şu açık:
CHP, 28 Şubat'ın aktif siyasi ve sivil unsurlarından Ecevit'i, iktidardan indirmeye çalışan devlet komplosunun aktif aktörlerine, 2003-2004 askeri darbe girişimlerinin organizatörlerinden Ergenekon sanıklarına, son 20 yılın tehlikeli ve koyu renkli tüm siyasi ögelerini bünyesinde toplayan bir çanak, bir havuz görünümü almıştır.
Bu tablo karşısında partilerin açıklanan seçim beyannamelerinin bile, ikincil önemde kaldığı açıktır.
O zaman şunu söylemek gerekir:
Önümüzdeki dönem gerek anayasa tartışmaları, gerek temsil, gerek siyasi rekabet ya da acil demokratik muhalefet eksikliği açısından CHP, Türk siyasi hayatının en önemli sorunu olmaya devam edecektir.
Zira, düne kadar Baykal ve Sav gibi isimlerle "modernist bir Kemalizm"i temsil eden CHP'nin değişim iddiası, "militarist ulusalcı bir batağa" bulaşmakla son bulmuş görünüyor.
CHP'de oluşan ulusalcılar ve yenilikçiler arasındaki garip bir ittifak tablosunu başka türlü açıklamak mümkün değildir.
Bu tercihte, genel başkanın düşük özgül ağırlığı ve etkilere açık olması ciddi bir etken gibi görünmektedir.
Bu koşullarda CHP'nin değişim süreci karşısındaki hem direnç politikalarının aktif merkezi olmaya devam edeceğinden, ulusalcı bir örgütlenmenin merkezi işlevini göreceğinden kimse kuşku duymasın...
Eşyanın tabiatı buraya işaret ediyor...
Şimdi karşımızda pek çok soru var...
Neden CHP ve benzeri partiler kemalizmin pençesinden kurtulamıyorlar?
Ülkedeki kültürel tabakalaşma ve kutuplaşma dikkate alınırsa CHP gibi partilerin başka yollarının olmadığı, onlardan sol ve demokrasi adına ümidi tümüyle kesmek gerektiği söylenebilir mi?
Türkiye'nin bu koşullarda tek partili demokrasi düzeninden daha çoğulcu bir düzene geçmesi nasıl mümkün olacaktır?
Görünen odur ki, Türkiye'de demokrasi tartışmalarında sıra AK Parti'ye zor gelecektir.
Muhalefet olarak Türkiye en fazla CHP ve MHP'yi üretebiliyorsa, iktidarın, AK Parti'nin verdiklerine razı olmaktan, o verilenlerin daha demokratik olmasını dilemekten başka ne şansı kalır?
Acı ama gerçek...
Türkiye'nin en büyük eksiği demokratik rekabetin yokluğudur.
Türkiye'nin en büyük sorunu muhalefet yokluğudur...
Anayasa hazırlayacak bu ülke ve yeni meclis...
Anayasalar sadece kendiliğinden mutabakatlar değildir, aynı zamanda güçler dengesinin kodlanmış, kural haline getirilmiş biçimleridir...
Hangi güçler dengesi?
Yanıt ortada değil mi?
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT