MGK, Gül ve devlet aklı
Delirme durumu bazen bir tür kurtuluştur. Gerçeğin baskısına dayanamayan ruh, gerçeği tersyüz ederek, bu baskıdan kurtulur. Zihin, siyahı beyaz, beyazı da siyah görme özgürlüğü kazanır böylece; kolayca Napolyon da olunur, Amerika’yı keşfeden Kristof Kolomb da... Ama karşılığında hayatı sürdürmek için gerekli olan doğru değerlendirme yetisi feda edilir.
Milli Güvenlik Kurulu (MGK)’nın iki dilli hayat ve özerklik tartışmalarıyla ilgili yayımladığı “tek ses”li bildiriyi okuyunca devlet aklı dediğimiz organizmanın da gerçeği doğru algılama yeteneğini kaybetmeye başladığını düşünmeye başladım. Bildiri Kürt siyasetçilere tehdit içerikli sözlerle dolu. Şöyle başlıyor bildiri: “Tek bayrak, tek vatan, tek devlet anlayışını ve resmî dilin Türkçe olduğu gerçeğini değiştirmeye yönelik hiçbir girişim kabul edilemez...” Bu satırları okuyan yabancı bir gözlemcinin aklına ilk olarak Türkiye’nin ciddi bir bölünme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu gelecektir. Aslında gerçek durum böyle değil elbet; ancak devletin haletiruhiyesi dışa böyle yansımaktadır.
MGK gerçekçi olmayan tesbitlerle uyarılarını şöyle sürdürüyor: “Ortak paydalarımızdan birini teşkil eden Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî dilinin Türkçe olduğu gerçeğini değiştirmeye yönelik hiçbir girişimi kabul edilemez.”
Anadil talebi, bütün Kürtlerin ortak talebidir. Bunu PKK’nın dillendirmesi bu gerçeği değiştirmez ya da buna karşı çıkmayı gerektirmez. Kürtler anadillerinde eğitim görmek istedikleri gibi kendi dillerinde hizmet almak, vermek istiyorlar. “Ortak paydalarımızdan” biri olan Türkçenin resmî dil olmasına da itirazları yok; ancak MGK bildirisi bunu görmezden geliyor.
MGK bildirisinin hayatla çelişen satırlarından bir örnek daha: “Halkımızın her zaman ortaya koyduğu kardeşlik ve huzur içinde birarada yaşama kararlılığını, Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve beraberliğinin en güçlü teminatı olduğunun altı çizilmiştir....”
“Halkımız” sözcüğü Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan Kürt halkını da kapsıyorsa eğer, o halde bu, ancak Kürtlerin anadil talebi ile yerelde yönetimi paylaşma isteğini kabul etmeyi gerektirir. Asıl bunları dışlayan bir “kardeşlik” toplumsal barışı zedeler, toplumsal huzuru bozar. MGK, halkın karşısına iki dil ve özerklik tartışmaları gölgesinde gerçekleştirdiği yılın son toplantısından tehdit içeren sert bildirilerle çıkma yerine, “Milletimizin kardeşçe yaşaması” için Kürtlerin taleplerini müzakere açık olduğunu yansıtacak bir bildiriyi kamuoyuna açıklamalıydı. Bu, ülkedeki tansiyonu da düşürür, toplumsal barışa da büyük bir katkı sağlardı.
PKK’nın “Özerk Kürdistan” gibi uç talepleri, devletin de aklını karıştırmışa benziyor. PKK siyasi varlığını uçlarda dolaşmasına borçlu, anladık; ancak devlet niçin uçlara savruluyor. Eski Türkiye varlığını belki “tek”liğe borçluydu ancak yeni Türkiye, değil. Yeni demokratik Türkiye varlığını “çok”lukla yaşatacaktır. Bugüne kadar yok sayılan, inkâr edilen kültürler, etnik gruplar, dinler, farklılıklar bu ülkenin asli parçası, zenginliği olarak kabul görecektir. Dünyanın değişimi bu yöndedir; kapısında yıllardır üyesi olmayı beklediğimiz Avrupa’nın değerleri böyledir; ısrarla tersine gitmek niye?..
Bu gergin atmosferde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Diyarbakır’ı ziyaret etmesi önemlidir. Bu türden gezilere çok fazla anlam yüklemek doğru değildir. Gül’ün elinde sihirli bir değnek de yoktur ama Gül Diyarbakır’da gerçekçi konuştu; Kürt sorununun Avrupa Birliği standartlarında çözülebileceğini söyledi. Kan dökülmeden, adil bir çözüm olur bu. Bu sözlerin, MGK bildirisinin sertleştirdiği BDP’yi keseceğini sanmıyorum. PKK’nın uçlara savurduğu Kürt siyaseti Gül’ün açıklamalarını tatmin edici bulmayabilir. Bu Kürt siyasetçilerin aşırı beklentileriyle de ilgili bir durum. Ancak MGK bildirisine bakıldığında, Abdullah Gül’ün, devletin hâlâ ayakta kalan aklını temsil ettiğini kabul etmemiz gerekiyor.
Bu son MGK bildirisi bana 1990’lı yılların devlet bildirilerini hatırlattı. Aklıma Süleyman Demirelli MGK günleri geldi. Sanki aradan bu kadar zaman geçmemiş gibi; MGK üyeleri değişmemiş gibi sanki devletin demir yumruğu her an, bütün acımasızlığıyla yine Kürtlerin başına inecek.
Başbakan Erdoğan ve AKP seçim startını vermiş durumda. İktidar uğruna geçmişte toplumsal barış gözden çıkarılabildi. Bugün de öyle olur mu bilinmez; ancak karşılıklı tahriklerin Türkiye’yi, akıl tutulması olarak addettiğim kanlı günlere yeniden sürükleme tehlikesi de var. Delirmediysek bu kez savaş yerine barışı tercih ederiz.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT