1. YAZARLAR

  2. MUSTAFA YILMAZ

  3. Mezarlarınıza Tüküreceğim
MUSTAFA YILMAZ

MUSTAFA YILMAZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Mezarlarınıza Tüküreceğim

15 Ocak 2015 Perşembe 15:20A+A-

Sömürgeleştirilen yok olsa, sömürgeciyle birlikte sömürgecilik de yok olurdu. Ancak böyle olmaması gerekir. Yaşam denilemeyecek bir vasatta “yaşatılmalı” sömürülen. Ezilene bir pay ezene on pay verilmeli! Huzursuzlukta ahlaki bir rahatlık bulmayı başaran zulüm “ezenin ezilen duyduğu nefrettir.”

Çürümüş bir ideoloji, insanları konuşan, nefes alan ancak bir solucan gibi yaşayan, ölmeyecek kadar beslenen bir hayvan olarak kabul eder.

Ezenin ezileni insanlıktan çıkarabilmesi için öncelikle kendisinin insanlıktan çıkarak bir virüs gibi kristalleşmesi gerekir. Sömürgeci böylece kendi varlığını da sömürülenin varla yok arasında devam eden hayatiyetine bağlar. Ezileni sürekli var kılmak kendi varlık gerekçesini oluşturur.

Bir halkın nasıl öleceğine karar vermekten başka çaresi yoksa, kendisini ezenlerden mutsuzluğu, açlığı, yok sayılmayı, köpekçe muamele görmeyi hediye almışsa, inançları, değerleri, kutsalları aşağılanmışsa o halkın kaybedecek neyi olabilir? Böyle bir halkın bahtsızlığı artık onun cesareti haline gelir.

Marks’ın dediği gibi proletaryanın sırrı, burjuva toplumunun yıkımını kendi bünyesinde taşımasıdır. Ancak sol bu kadar namuslu davrandı mı? Fransız Komünist Partisi ulusal gururu keşfederek “ulusal parti” olduğunu ilan etti, üç renkli bayrağı ve Fransız milli marşı Marseillaise’i bünyesine kattı. Böylece sosyalist partiler kendi ideolojileri adına kapitalist tehlikeye karşı savaşmak yerine ulusal kimlikleri başka ulusal kimliklerin karşısına çıkarmayı tercih ettiler. Sovyet Rusya’da uyanan işçi partileri askerler arasında ulusal gururun süregiden gücünü keşfedince çağrıya icabet edip işbirliğine giriştiler.

Gayri meşru bir kişinin, toplumun, aklın çifte gayri meşruluğa düşmemesi için gayri meşruluğunu unutmamalıdır. Kendisinde hayret uyandırıcı ayrıcalıklar vehmeden gayri meşruluk hiçbir ahlaki ve hukuki norm tanımadan kendi iştihasını ve ihtiraslarını normlaştırır. Böylece çifte adaletsizliği ikame eder. Birincisi adaleti yok etmek, ikincisi de adalet diye adaletsizliği ikame etmek!

Hiçbir mazeret gayri meşru sömürgeciyi zalimce estetize edilmiş kibar ve küstah bir gaspçı olmaktan kurtaramaz.

Tarihsel öfkeyi, yok sayılmayı, ezilmeyi, aşağılanmayı görmemek için körlüğü ve bilgece suskunluğu tercih edenler aslında hayatlarını izzetsiz bir ebedi uzlaşma haline getirmiş olduklarını gizlemektedirler. Onlar için “etik” kaçamak düşünmek, kaçamak yaşamak ve kaçamak inanmakla eş değer hale gelmiştir. Bunlar ikna yoluyla sömürgeci efendileri tarafından zihinsel mutasyona uğratılmış zavallılardır.

Fransa’nın Cezayir işgalinin bilançosu 1,5 milyon insanın ölümü, Afganistan bilançosu tam olarak bilinemiyor. İfade edilen rakam 700 bin ila 2 milyon arasında insanın ölümüne işaret etmektedir. Ruanda’da alçakça tezgahlanan oyunda katledilen 800 bin insanın kafa tasları bugün sergilenmektedir. Birinci Çeçen-Rus savaşında kayıpların 200 bin ila 400 bin arasında olduğu tahmin edilmektedir. Irak işgalinin faturası 1 milyon insanın ölümüdür. Suriye’de bugün 300 bin insan katledildi, milyonlarcası sürgünde ve on binlercesi kayıp.

Bütün bunların sonucunda sömürgeci “zaferden” olanca gücüyle yararlanabilmek için kendisini kazandığı zaferin berbat koşullarından aklanması gerekir. Bu durumda gayretkeş bir ısrarla tarih yazımına yönelir, yeni metinler yazdırır, ezilmiş insanların hayatlarını mahvettikten sonra anılarını da yok etmeye koyulur. Gaspçılığına meşruiyet kazandırmak için ahlaksızca bir çabaya girişir. Bunun için kendi ulvi erdemleri ile ezileni ezilmeyi hak edecek bahtsızlığa düşüren derin erdemsizlikleri teker teker sayıp dökmeye başlar. Bu kendini haklı çıkarma tiyatrosu ideal bir sahtekar oyuncunun yeniden kurgulanmasıdır.

Ezilen yok sayılan aşağılanan, iktisadi olarak sömürülen, ahlaken yozlaştırılan, ilmen cahilleştirilen insanların kesilmiş sesi olmak, solunamaz duruma gelen nefesleri olmak entelektüel bir tutum ya da namuslu aydın olmanın belirtisi sayılmamalıdır. Bu durumda zulme uğrayanın yanında yer almak ontolojik bir gerekçedir ve bir inanç tarzının tercihini imgeler. Çünkü kolon önce kolonyalisti, sonra kolonyalizmi ve nihayet kolonyalizm taraftarlarını üretir.

Her sömürgeci ulus faşist eğilim tohumunu bünyesinde taşır. Nihayet faşizm bir kişinin veya o kişide temsil edilen bir grubun, bir düşüncenin yararına zulüm rejimi değil de nedir? Metropollere özgü hümanizmin eşitlik, adalet, saygı söylevlerinin iç gıcıklayıcı bir şehvetin, kapitalist vahşi tutkuların eseri olmadığını bize kimse izah edemez. Nihayet faşizm metropollere has hümanist bir düştür.

Hayretimi ifade ediyorsam bu herkesin hayret etmesine hayret etmemden kaynaklanıyor.

Sömürge insanının hayatı bir feragat hikayesidir. Ölene kadar feragat etmek zorunda kaldığı şeylerin hayaliyle yaşayan bir insan ancak acının, hayal kırıklıklarının, yok sayılmaların, ezilmelerin, tecavüze uğramaların heykeli sayılmalıdır.

Sömürgenin tarih yazımı geride bıraktığı yıkımları, ümitsiz ve vatansız çocukları, kimliksiz ve inançsız kitleleri hiç dikkate almadan, yaşanılmış geçmişi basit tarihsel hatalar olarak gösterme gayreti içerisine girebilir. Oysa sömürgeleştirme tutkularının zaferini ilan etmek için yalnızca kendi çıkarlarına hizmet etmiştir. Bu çıkar şizofrenisinin aslında bir intihar hazırlığı olduğunu çok geç anlayacak olan sömürgecinin ayağının altından sandalye kaymış ve yağlı ilmek boynuna dolanmıştır.

Sömürgeleştirilen insanın elinde isyandan başka imkan kalmış mıdır? Hayatı, geçmişi, geleceği sıfırlanmış, inancı aşağılanmış, emeği yağmalanmış, hakları gasp edilmiş insan için isyanın kutsal yolu aydınlanmıştır. Özgürlüğün yegane imkanı artık isyan etmektir. Kavgada bir kere yenilmiş olan için artık tutulacak bir çetele yoktur. Yenilmeyi bir kere öğrenmiş olan nasıl yenilmeyeceğine dair de bir deneyimden geçmiştir. Tekrarlanacak olan her ne olursa olsun deneyimlemek artık devrimci bir ideolojiye dönüşür. Hiçbir şey olmayanın, hiçbir şeye sahip olmayanın illa da bir şey olmak içi çabalaması anlamsızdır. O sadece var olmak için çabalar.

Cehennemden kurtuluş ancak ondan kopmakla mümkündür. Sömürge tüm aygıtlarıyla insanı bir isyana çağırır. Çünkü sömürge bir kölelik zinciridir. O ancak kopartılabilir. Onun kilidi yoktur.

Özgürlüğünü, vatanını, ailesini, onurunu, ekmeğini kaybetmemiş olanlar bunların ne kadar değerli olduklarını asla anlayamazlar. Bu duruma maruz kalmış olanlar ise inançlarına kesin bir itaatle ancak özgür olabileceklerini düşünürler. İnsanlar mutsuz olduklarında dahi özgür olmayı isterler; özgürce üzülmeyi, özgürce ağlamayı!

Sömürge ve onun süregiden travmalarından iğrenerek insan kendisini aklayamaz. Bu yeterli olmadığı gibi sessiz kalmak da suçu artırmaktadır. Adil ve ahlaki tutum ezilenlerin, horlananların isyanına katılmayı gerektirir. Çünkü bu isyan bugün dünden devraldığı mirasla küstahlığını devam ettiren egemen sistemin parçalanmasını müjdelemektedir.

Batı hikayesi, yalana dayalı propagandasıyla, barış adına yaptığı savaşlarıyla, sorgulanan ve işkence edilen bütün mahkumlarıyla kendini beğenmiş ırkçı bir kibrin barbarlık tarihidir. Onlar öldürdü, yağmaladı, onların miğferleri, mızrakları, silahları, topları, uçakları vardı. Hristiyanlık medeniyettir, paganizm vahşettir denklemini üreten sahtekarlık, sömürgeci ve ırkçı sonuçlar doğuran “Hristiyan” ukalalığıdır. Buradan bir medeniyet tarifi çıkar mı?

Sömürgeci Batı faşizminden ancak dünya ölçeğinde kendisini hakim kılmaya çalışan bir “şeytani gölge medeniyeti” çıkar.

Vietnam’da kesilmiş başları, Madagaskar’da işkence yapılmış bedenleri, Cezayir’de fare diye avlanan insanları, Afrika’da zincire vurulan kara derilileri, Hindistan’da parmakları kesilen kulileri, Arakan’da organları mafyaya satılan çocukları, Suriye’de tecavüz ve işkenceye uğrayan kadınları, Türkistan’da kanalizasyon çukurlarına doldurulan insanları, Orta Afrika’da palalarla doğranan bedenleri dışarda tutarak, reva görülen bu muamele gündeme getirilmeden Batı’nın şeytanlaştırdığı Hitler’e bütün günahlar yüklenebilir mi?

Cezayir’i işgal eden Montagnac’ın “Beni zaman zaman rahatsız eden düşünceleri aklımdan çıkartmak için bazı kafaları kestiriyorum, enginarların kafalarını değil, insanların kafalarını” cümlesini hatırlamak bile vahşiliğin nasıl bir şeytanca vicdani rahatlamayla temayüz ettiğini göstermeye yeter de artar bile.

Bütün bunları gündeme getirmemin sebebi, bunları saymaktan duyduğum hazdan dolayı değildir. Koparılan insan kafalarının, kesilmiş kulak koleksiyonlarının, yakılmış evlerin, buharlaştırılan kanların, kılıçların ucunda yok edilen hayatların, zehirli gazlarla taşlaşmış bedenlerin, mahvedilen ekinin, yok edilen medeniyetin ve nihayet bu gotik istilaların kolay kolay akıldan çıkarılmasının mümkün olamamasından dolayıdır.

Bugün savunulacak en son “medeniyet” Batı medeniyetidir. En aklı dışı olan Batı aklıdır. En az konuşması gereken Batı insanıdır. Batı barbarlığı coğrafyadan bağımsız olarak ABD, Çin ve Rusya başta olmak üzere birçok ülkeyi bünyesinde barındıran akıl almaz bir küstahlığa dönüşmüştür. Zalimliğin, yalancılığın, köpekliğin ve namussuzluğun Batı burjuvazisinin ruhunun derinliklerine kadar işlediğinin fotoğrafıdır bu!

Batı kapitalist burjuva toplumu bilgi yoksunu değildir. Her tür bilgiyi hırsla yalayıp yutmuştur. Ancak onun beyni bir sindirim sistemi gibi işlemektedir. Bu sistem zalim sömürgeci burjuvanın temiz vicdanını örten kalın derisini besleyen ve parlatan şeylerin içeriye girmesine izin veren bir filtreden ibarettir. Midesi şiş bu canavarın boynu bizlere kilise direklerini hatırlatır. Dişleri kanlı ve elleri kirlidir!

Dar kafalı Batılı burjuva, siyaset adamı, kültür tarihçisi, ve onların içimizdeki Cizvit papazları bu söylediklerimizden rahatsız olmaktadırlar. Kulaklarını kapatarak düşüncelerimize fiske vurmaya çalışıyorlar. Düşüncelerimiz onlar için sinir bozucu bir at sineği!

Ey ezilen kardeşim, Aimé Césaire’in söylediği gibi; “sadece sadist idarecileri ve açgözlü bankerleri değil, namussuz dalkavuk politikacıları ve boyun eğen yargıçları değil, aynı şekilde ve aynı sebepten dolayı, kin dolu gazetecileri de, para içinde yüzen akademisyenleri de, metafizik meraklısı etnografyacıları da, Belçikalı küstah ilahiyatçıları da, Nietzsche’nin kıçından kaçırdığı kötü kokularla doğmuş geveze entelektüelleri de, paternalistleri, rüşvetçileri, egzotizm meraklılarını da, tarım sosyologlarını, göz boyayanları, sahtekarları, boş konuşan sanatçıları ve üç kağıtçıları da ve genel olarak Batı’nın burjuva toplumunu savunmak için kurulmuş bu sefil iş bölümü içerisinde görevlerini yerine getiren herkesi, farklı yollardan ve iğrenç bir saptırma faaliyetiyle ilerlemenin kuvvetlerine ortak olamaya çabalayanları, yani kapitalizmin aleti olan herkesi, açıkça ya da gizli gizli bu sömürgeci haydutları destekleyen herkesi, her biri bütün bunların sorumluluğunu taşıyan, her biri nefret dolu, her biri köle tüccarı olan ve bundan böyle devrimci eylemin şiddetinden sorumlu olacak olan herkesi ama herkesi düşmanın bil.”

Ve bütün bütün iki arada bir derede olanları, kaçamaklar icat etmeye çalışan herkesi, şarlatanları ve sahtekarları, karışık işler içindekileri süpürüp at. Ve bu beyefendilerin şahsen iyi niyetli, şahsen samimi olup olmadıklarına bakma. Çünkü azizlerin, papaların, başkanların sömürgeci olup olmamalarının hiçbir anlamı yoktur. Burada önemli olan onların sorunlu öznel iyi niyetlerinin sömürgeciliğin, katliamların, estetik hegemonyaların, demokratik zulümlerin bekçi köpekleri olarak yerine getirdikleri uğursuz görevin ne anlama geldiğidir.

Ey barış için yürüyen katiller! Irkçılığınızı alıp defolun! Sömürgeciliğinizi alıp defolun! Yoksa mezarlarınıza tüküreceğim.
 

-----------------

İlgilisine kısa bir literatür:

- Cezayir Bağımsızlık Savaşının Anatomisi, Frantz Fanon

- Yeryüzünün Lanetlileri, Frantz Fanon

- Siyah Deri Beyaz Maskeler, Frantz Fanon

- Sömürgecilik Üzerine Söylev, Aimé Césaire’

- Sömürgecinin Portresi Sömürgeleştirilenin Portresi, Albert Memmi

- Sömürgecilik Tarihi, Marc Ferro

- Afrika Dramı, İmadüddin Halil

- Irak, Afganistan ve Çağımızın Emperyalizmi, Aijaz Ahmad

 

YAZIYA YORUM KAT

7 Yorum