Mehmet Faraç'tan Cumhuriyet Gazetesine Ağır Eleştiriler
Akın Atalay, Murat Sabuncu ve Ahmet Şık'ın tutuklu olduğu, 19 Cumhuriyet çalışanının yargılandığını dava bugün de devam etti. Mehmet Faraç ifade verdi.
Cumhuriyet gazetesinin "Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına ve anayasal düzene karşı suç işlemek" iddiasıyla yargılanan, Cumhuriyet Vakfı İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu ve gazeteci Ahmet Şık'ın tutuklu olduğu dava başladı. Dava kapsamında 3'ü tutuklu 19 Cumhuriyet gazetesi çalışanı yargılanıyor. Gazetenin yönetici, yazar, muhabir ve avukatları hakkındaki davanın altıncı duruşması saat 10:00'da başlayacağı açıklanmıştı. Ancak duruşma belirtilen saatte başlamadı. Duruşmayı izlemek için Silivri'ye gidenler uzun araç kuyruklarıyla karşılaştı. Duruşmayı izlemeye gelenlere yapılan GBT sorgusu nedeniyle bu kuyruğun oluştuğu açıklandı. Onlarca kişi, kampüse yürüyerek ulaşmaya çalıştı.
MAHKEME O TALEBİ REDDETTİ
Avukat Leyla Han Tüzel, mahkeme heyetine "Dün mahkemenin yazdığı yazıda 3 avukat sınırlaması yapılacağı söylendi, jandarma buna göre bizi sayarak içeri aldı. Bu karardan geri dönmenizi istiyoruz. Çünkü 3 avukat sınırlaması bu davaya uygun değil" dedi. Leyla Han Tüzel’in KHK ile getirilen 3 avukat sınırlamasının adil yargılanma hakkına aykırı olması nedeniyle kaldırılması talebi için Mahkeme Başkanı Abdurrahman Orkun Dağ savcıdan mütalaa istedi. Savcı, "Avukat sınırlandırmasının kaldırılması talebinin reddedilmesi..." yönünde mütalaa verdi. Mahkeme Başkanı Dağ da, "Avukat sınırlaması konusunda KHK açıktır. Talep reddedildi" ifadelerini kullandı.
Emre İper ile Ahmet Kemal Aydoğdu ile ilgili beklenen bilirkişi raporu geldi. Rapor, İper'in ByLock kaydı olmadığını söylüyor.
TANIKLAR KÜRSÜYE ÇIKTI
Mehmet Faraç, Leyla Tavşanoğlu ve Namık Kemal Boya tanık olarak dinlenmek üzere salonda geldiler. Cumhuriyet Gazetesi eski yazarı Mehmet Faraç tanık olarak dinlenmeye başladı. “Bazı konulardaki yargısız infazlara değinmek istiyorum Ben tanık olmak için başvuruda bulunmadım, Cumhuriyet Savcısının talimatıyla geldim. Tanık olmamın nedeni Cumhuriyet ile ilgili çalıştığım gazetede yazdığım yazılar” ifadelerini kullanan Mehmet Faraç, şöyle devam etti:
“Bu konuda bazı çevreler Cumhuriyet'i şikayet ettiğim gibi mesnetsiz suçlamalarda bulundu. Hayatım boyunca kimseyi şikayet etmedim Açık açık yazdım, ihbar kabul eden ediyor 18 yaşımda Cumhuriyet'e girmiş çok genç bir muhabirdim.
PKK ve Hizbullah'ın en kötü olduğu dönemde görevi üstlendim. 11 yıl sigortasız çalıştım sonra merkeze çağrıldım. Sonra köşe yazarı ve ardından da serbest yazarı oldum. Benim gibi taşradan gazete yönetimine giren az sayı kişi var. İlhan Selçuk ile çalıştığım için çok onurluyum. Benim ailem Adalet Partili. Cumhuriyetle tanışınca Atatürk'ün öneminin ne kadar önemli olduğunu öğrendim. Cumhuriyet'te gazeteciliği öğrendim, siyasal anlamda geliştim ve Cumhuriyet gazetesinin kitlelere yayılması için yurtiçi ve dışında konuşmacı oldum. İlhan Selçuk'un ölümünün ardından yaşanan tehlikeli süreç beni gazetenin dışına attı. Bizim mesleğimizin en iyi yanı, her şey arşivde 2010'da bugün bu davada yargılananların talimatıyla gazeteden çıkarıldım. Bunun tek gerekçesi Kubilay'ın ölümüyle ilgili bir yazıdır. O dönem Atatürk'ün kurduğu CHP'de Baykal'dan sonra dönüşüm oldu. O dönüşüm içerisinde, parti tabanının baskısıyla ve ben Cumhuriyet'in bir yazarı olarak CHP PM'ye en yüksek ikinci oyla seçildim. Bu durum Cumhuriyet'te bazı kesimlerin tepkilerini çekti.
“İLHAN SELÇUK'UN ARDINDAN CUMHURİYET'TE DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ KALMADI”
Cumhuriyet çalışanı siyasetçi olur mu diye yazdılar. Bunu yazanlar arasında rahmetli olanlar da vardı, burada yargılananlar da. O dönem CHP'de vekil ya da görevli olan 6 kişi daha yazıyordu ama tek bana operasyon yapıldı. Kıskançlık olarak açıklayabileceğim acayip bir tepki oldu. Benim gibi Urfa'dan gelen bir kişinin elini taşın altına koyması nedeniyle büyük bir coşku vardı ama gazeteden sonra partide de altımı oydular. Gericiler tarafından ailesi ve kendisi yıllarca tehdit edilmiş biri, gelip gericilerin katlettiği Kubilay ile ilgili bir yazı yazdığı için tazminatsız kapının önüne konuyor. Bence İlhan Selçuk'un ardından Cumhuriyet'te düşünce özgürlüğü kalmadı. Uğur Mumcu, Abdullah Öcalan'ın devlet bağlantılarını yazacağını söyledikten sonra öldürüldü. PKK öldürdü demiyorum ama onu öldürenler dışarıda. Bugün bir Cumhuriyet yazarı Kandil'e gidip röportaj yapıp ‘Yere izmarit bile atmıyorlar’ diye manşet atabiliyor.
“ZAMAN GAZETESİYLE AYNI MANŞETLER ATILIYOR BURADA”
Zaman gazetesiyle aynı manşetler atılıyor burada. Fethullahçı Gladyo diye kitap yazan bir yazarın Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın toplantısına katıldığını görüyoruz, ertesi gün Zaman'da Fethullahçılara ‘terör örgütü diyemem’ diyor. Twitter'da Zaman gazetesine ve Fethullahçılara gövdesini siper edenlerin başında Cumhuriyet Vakfı İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay geliyordu. Bence toplumu birbirine düşürmediği sürece cemaatler tarikatlar gazete çıkarır. Ama devletin için sızmış bir örgütün, İlhan Selçuk'un ölümüne sebep olan bir örgütün yayın organlarının avukatlığını cansiparene bir şekilde yapması beni üzmüştür. Üzdü, çünkü o gazeteyi var eden, ayakta tutan insanlardan biri benim.
“KUBİLAY'IN ÖLÜMÜ ÜZERİNE YAZILAN YAZIYI SANSÜRLEDİ”
Burada ben Cumhuriyet Gazetesi Fethullahçılarının arasına girdi örgütlendi diyemem. Ama icra kurulunun Fethullahçıları savunduğunu gördüm. Zaman gazetesinin bile özgürlüğünü savunan bir yönetim, Kubilay'ın ölümü üzerine yazılan yazıyı sansürledi. Bir terör örgütünün gazetelerine yönelik operasyonlara militanca karşı koyma, militanca savunma bunlar Cumhuriyet'i bir ay bile okumuş insanların aklına sığdıracakları durumlar değil. Cumhuriyet'teki ideolojik dönüşümün sadece yöneticiler tarafından yönlendirilmediğine dair bir kuşku ortaya çıkar ama bu kuşku çok tehlikelidir. Ülkenin bölünmesine karşı hassasiyetleri olan insanların gazeteden gitmesi, sadece onların iradesiyle tasfiye edilemeyeceğini düşünmeme neden oldu.
“‘BU FİLMLE ATATÜRK'ÜN BAŞINA ÇUVAL GEÇİRİLMİŞTİR’ DEDİM”
Can Dündar'ın çektiği Mustafa filmi Atatürkçüler arasında infiale dönüştü. Ben de filme bakıp ‘Bu filmle Atatürk'ün başına çuval geçirilmiştir’ dedim. Ertesi gün köşem kapatıldı.”
Faraç’ın bu sözleri üzerine mahkeme başkanı, “Can Dündar mı yönetiyordu?” diye sordu. Faraç ise, “Hayır burada yargılananlar yönetiyordu. Çok ilginç olan ise o dönem yayın yönetmeni İbrahim Yıldız'dı” yanıtı verdi.
Mehmet Faraç sözlerinin devamında şöyle konuştu:
“O köşe o gün kaldırıldı ve çok ilginçtir, sonra Can Dündar gazetenin başına geldi. Çektiği film Atatürk'ü aşağıladığı gerekçesiyle kamuoyunda tepki çeken insan Atatürk'ün kurduğu gazetenin başına geçiyor. Cumhuriyet'in ideolojisine, Vakıf Senedi'ne tamamen ters insanları gazeteye dolduran, yazarını da Pensilvanya'ya gönderen... (Bu arada salondan müdahaleler oldu)
Tarafsız konuşuyor namuslu ahlaklı konuşuyorum sizin tavrınız beni ilgilendirmiyor. Gazetenin bir yazarını Gazeteci ve Yazarlar Vakfı'na gönderen, Zaman ile aynı manşetleri atan mekanizmanın başındaki adam Orhan Erinç. Gazetedeki ideolojik dönüşüm buradaki yargılananların yöneticiliğinde gerçekleşti. Bizleri tasfiye ettiler, düşünce özgürlüğü sadece Fethullahçı gazeteler kapatılmasın derken mi düşünce özgürlüğü... Nerede bizim düşünce özgürlüğümüz?”
“BU TANIKLIK REZİLLİKTİR”
Avukat Tora Pekin söz alarak, “Biz Faraç'ı dinlenmenin anlamlı olmayacağını söylemiştik ama siz tercih ettiniz. Gördünüz de zaten. Burada gazete yöneticilerimize, çalışma arkadaşlarımıza yaptığı rezillikleri kendisine iade ediyorum. Bu tanıklık rezilliktir” dedi ve şöyle bir soru yanıt diyalogu yaşandı:
Pekin: Cumhuriyet'teki göreviniz sona erdiğinde yönetim kimdi?
Faraç: İbrahim Yıldız Genel Yayın Yönetmeni. Çetinkaya ve Erinç Başkan ve Başkan Yardımcısıydı.
Tora Pekin: Kendisi söylemek istemiyor ama Alev Coşkun başkan yardımcısıydı.
Pekin: Cumhuriyet'ten Pensilvanya'ya giden bir muhabirden bahsettiniz. Kimdir o?
Faraç: Gazetelerde, televizyonlarda TUSCON'un peşine muhabir gönderildiği için Cumhuriyet yazarı istifa etti. Leyla Tavşanoğlu'nun Pensilvanya'ya gönderildiğine dair onlarca haber geçti.
“İDEOLOJİYİ SULANDIRIRSANIZ TİRAJ DA DÜŞER”
Mehmet Faraç’ın ardından Leyla Tavşanoğlu tanık olarak dinlendi. Mahkeme Başkanı, “Cumhuriyet'te ne zaman çalıştınız, ne zaman ayrıldınız, neden ayrıldınız ve nasıl ayrıldınız?” diye sordu. Tavşanoğlu da, “Fikir uyuşmazlığım olsa dahi hiçbirinin terör bağı olduğunu düşünmek bile istemem. Gazetenin benden sonraki işleyişi konusunda söyleyeceğim hiçbir şey yoktur. Yargılananlar gazeteci ve hukuk insanıdır” dedi ve şöyle devam etti:
“2014'te Gazeteci ve Yazarlar Vakfı beni ve başka gazeteci ve akademisyenleri davet etti. Vakıf ve gazete yönetiminde olan İbrahim Yıldız'dan izin aldım. Gülen de oradaydı. Sonra yazmaya değer haber görmedim ondan yazmadım. Can Dündar'ın gelmesinin ardından gazetenin ideolojisi sulandırıldı gibi bir izlenim yaratılmaya çalışıldı.”
Tavşanoğlu’nun bu sözlerinin ardından şu diyaloglar yaşandı:
Mahkeme Başkanı: Can Dündar size belli bir şekilde haber yazmanızı telkin etti mi?
Tavşanoğlu: Hayır Pekin: Bir gazetecinin Penisilvanya'ya gitmesini kesinlikle suç olduğunu düşünmüyorum. Ama bu konuyla ilgili Orhan Erinç size bir şey dedi mi?
(Tavşanoğlu, Erinç sorusuna cevap vermedi)
Pekin: Kendisi bana "gitmesen iyi olur" dediğini aktarmıştı. Gelince kendisi de burada sorar.
Savcı: Cumhuriyet gazetesini batıran ekip olarak tarihe geçecekler demişsiniz. Ne demek istediniz?
Tavşanoğlu: İdeolojiyi sulandırırsanız tiraj da düşer. Bunu söylemek istedim.
“CUMHURİYET'İ SAVUNMAYANLAR CUMHURİYET ADINI DA KULLANAMAZ”
Leyla Tavşanoğlu'ndan sonra Namık Kemal Boya'nın tanıklığına geçildi.
Mahkeme Başkanı, “Bize CUMOK'tan bahsedebilir misiniz? Tanıklık kavramı içinde okumaktan ziyade anlatımlar önemli. Metinden okumazsanız seviniriz” dedi bunun üzerine Namık Kemal Boya şöyle konuştu:
“1995 yılı sonunda okurlar arasında bir toplantı yapıldı ve sonucunda beklenenin çok üstünde insan katıldığı için Cumhuriyet okurunun bir gücü olduğu nedeniyle insanlar toplantıları sürdürmeye karar verdiler. Toplantıların amacı gazetenin savunduğu Cumhuriyet ilkeleri, ülkenin kalkınması, rehafa erişmesi, aydınlanma devriminin devam etmesi ve laikliğin devam etmesi, ülkenin yararına gördüğümüz kişileri desteklemek, şer gördüklerimize karşı tutum almak. Değerlerine sahip çıkıp eksik gördüklerimiz durumlarda eleştirmek. 1996'da başladı 2003'te gazete satış ortalamasının 33 bine düşmesi üzerine yeniden ateşlenerek devam etti. İlhan Selçuk ve Alev Coşkun ile görüştük. Herkes gazetenin desteklenmesini savundu. Selçuk ‘Sen ne diyorsun bu işe 68'li’ dedi. Ben 68'liler derneğinin kurucu başkanıyım. Çalışmalarımızla gazetenin 100 bin tirajına ulaştırdık. 21 Mart 2008'de İlhan Selçuk ve Türkan Saylan'ın gözaltına alınmasıyla başlayan süreçten ben de 2009'da nasibimi aldım. 2013'te bugün sözü geçen yönetim değişiklikleri ile okuyucu arasında değişim oldu. Verdiğimiz ilanlara müdahale edildi biz de ilan vermekten vazgeçtik.
2014'te 27 Mayıs'ın yıldönümünde gazetede haber çıkmaması dikkatimi çekti herkese mail attım. '27 Mayıs devriminin getirdiği kazanımların bize katkısını biliyoruz tek satır bile olmamasını garipsedik' diye yazdım. Bazı yayın değişiklikleri de oldu. Bazı haberlerin logonun üstüne çıkması ya da Gülen ile yapılan Fakirhane haberi gibi olaylar yaşandı. Bunlarla ilgili ufak tefek görüşmelerimiz olsa da çözüm olmadı. 2014 Eylül'ünde temsilcilerle toplanarak boykot kararı aldık ama bu durumda çalışan arkadaşları zor duruma düşürecek diye esneterek Bilim ve Teknik'in yayınlandığı Cuma günleri dışında genel boykot düzenlenmesine karar verdik. Herkes eline aldığı gazetenin kendini temsil etmediğini söylüyordu. Bu tüm okurlarda benzer tepki oldu. 2014'te başlayan bu boykot ile bazı etkilenmeler oldu ama yeni yönetimler ve yeni çalışanlarla değişim devam etti. Gazete 1924'de M. Kemal Paşa emriyle kurulmuştu. Cumhuriyet'i savunmayanlar Cumhuriyet adını da kullanamaz”
Namık Kemal Boya’nın bu sözleri üzerine şöyle bir diyalog yaşandı;
Başkan: Mumcu öldüğünde gazetenin tirajının 19 bin olduğunu söylüyorlar.
Boya: Şaşırtıcı bir durum.
Başkan: CUMOK'uk yayın, GYY üzerinde istişare hakkı var mı?
Boya: Konuşacağımız zamanlarda İlhan Selçuk ile Alev Coşkun ile görüştüğümüz oldu ama böyle bir yetkisi yoktu. Ama özellikle 2013'ten sonra böyle bir istişare de olmadı çünkü önce CUMOK'a savaş açtılar. İlanlarımızı engellediler. Sadece etkinlik, kahvaltı ilanları vereceksiniz dediler, ama biz görüşlerimizi de açıklayan bir grubuz.
Başkan: Gazete mali olarak zor durumdayken CUMOK biraraya gelme, destek etme çabasına girmez mi?
Boya: Gazete eğer Cumhuriyet duruşunu savunmazsa aldığınız mal bozuk çıkıyor öyle düşünün. Logonun üstüne Gülen'i koymuşlar. Atatürk'ün olması gereken yere. İnfial yarattı bu.
"İLHAN SELÇUK'UN GAZETEDEN KOVDUĞU AYDIN ENGİN"
Üye hakim: Aydın Engin'i İlhan Selçuk'un uzaklaştırdığı söyleniyor.
Boya: Ben birkaç kişiden "Kapıdan içeri girmeyecek" dediğini duydum.
Namık Kemal Boya'nın sözleri üzerine Aydın Engin müdahale ederek söz aldı. Aydın Engin, “Desteksiz atılan bazı cümleler nedeniyle söz almak zorunda kaldım. Sanırım heyetiniz de ilgileniyor CUMOK ile neden bilmiyorum. CUMOK daha CUMOK olmadan tohumlarının atıldığı dönemde ben görevlendirildim. İlhan Abi espriyle "CUMOK'un kurucusu Aydın Engin" derdi. Kurucusu değilim ama ben sadece gazeteyi temsil ettim” dedi.
Namık Kemal Boya da, "İlhan Selçuk'un gazeteden kovduğu Aydın Engin" ifadesini kullandı.
Av. Bahri Belen soruyor: 2014'te boykot kararının oybirliği ile alındığını söylediniz. Kaç kişiyle alındı bu karar?
Boya: 100 kişi.
Belen: Türkiye'de kaç CUMOK var?
Boya: Bilmiyorum.
Belen: 2003 yılında gazete 33 bin rotalamaya düştüğünde gazete başında kim vardı?
Boya: İlhan Selçuk.
Belen: Gazetenin geçirdiği iflas davası dönemini hatırlıyorsunuz. Gazete yönetiminde kim vardı?
Boya: İlhan Bey'in olup olmadığını hatırlamıyorum.
Belen: İlhan bey, Uğur Mumcu, Cüneyt Arcayürek var ve sonra Alev Coşkun da dahil oldu.
Belen: Burada yargılananların ne zamandır gazetede olduğunu hatırlıyor musunuz?
Boya: Personel müdürü değilim hatırlamıyorum. Ama bana hakaret dolu tweetlerinden Akın Atalay'ı biliyorum.
Belen: Ben söyleyeyim, Akın Atalay 1990'da iflas sürecinin ardından yeni kurulan gazetede başlayıp ölümüne kadar İlhan Bey'le çalıştı.
Boya: İlhan bey iyi bir insandı ama kişiler hakkında yanılmış.
Bu diyalogun ardından duruşmaya ara verildi.
ONUR ÖYMEN KONUŞUYOR
Aranın ardından savunmanın tanığı Altan Öymen kürsüye çıktı.
"Cumhuriyet, malum 1924'ten itibaren çıkıyor, babamın da gazetesiydi. O da yazardı. Ben de 1945'ten beri okuru sayılırım. Gazeteciliğe başladıktan sonra '70'li yıllardan itibaren Cumhuriyet'in birinci sayfasının yazarlığını yaptım. 71'de milletvekili olana kadar ön sayfada yazmaya devam ettim. 80'de askeri yönetimde parlamento tasfiye edildiğinde ben de yasaklılar arasına girdim. O zaman yine gazeteye döndüm. Cumhuriyet ile yazarlık ilişkiniz ne zaman tamamladınız?" Öymen: "81'de Milliyet'e geçtim. O dönem Nadi bey hayattaydı, Vakıf yoktu ama teşebbüsü vardı. Yöneltilen iddialar akıl alacak gibi değil. Cumhuriyet öncelikle Atatürk'e bağlıdır. 1924'ten beri zaman içinde çok şey olmuştur ama bu değişmemiştir. Atatürkçülüğün yanlış kullanımına da karşıdır. 'Bu Atatürkçülükse ben Atatürkçü değilim' sözü Nadir Nadi'ye aittir. Ben örgütün birçok eylemini Cumhuriyet'ten öğrendim. Hikmet Çetinkaya'nın yazılarından, Ahmet Şık'ın ‘İmamın Ordusu’ kitabından. Cumhuriyet öncelikle demokratik değerlere, Atatürkçülüğe, laikliğe bağlıdır.”
Aktan Öymen’in bu sözleri üzerine, avukat Bahri Belen, "Cemaate yakın bir haber içerik olduğuna dair bir izleniminiz oldu mu? Bunu utanarak soruyorum ama..." diye sordu. Altan Öymen bu soruya, “Öyle bir şey yok!” diye yanıt verdi.
Başkan: 'Cumhuriyet eski Cumhuriyet değil' diye düşündüğünüz, konuştuğunuz oldu mu?
Altan Öymen: Hayır. Birçok olayı biz Cumhuriyet'ten öğrendik. İktidarın baskısı nedeniyle yazılamayanları yazan az sayıdaki yayından biri ve hatta bu yayınların başında geliyor.
Başkan: "Kadri Gürsel'i tanıyan ve beraber program yapan bir insan olarak, Gürsel'in örgüte yardım ettiği, programda ya da yazılarında övdüğüne dair bir bilginiz var mı?"
Altan Öymen: Gürsel'le benzer görüşleri paylaşıyoruz. Hiç bir zaman böyle bir intibaya sahip olmadım.
Üye Hakim: Örgütün eylemlerini H.Çetinkaya'nın ve diğerlerinin yazılarında okuduğunuz yönünde beyanda bulundunuz. 2012-13 sonrasında yayın politikasında bir değişiklik oldu mu? Dündar'ın gelmesiyle yayınlarda tuhafınıza giden bir değişiklik gözlemlediniz mi?
Altan Öymen: Hayır
KANİ BEKO KÜRSÜYE GELDİ
Savunmanın tanığı olarak DİSK Başkanı Kani Beko kürsüye geldi. Kani Beko şöyle konuştu:
"Bu utanç verici bir dava. Cumhuriyet bu ülkenin bağımsız demokratik hukuk devleti ilkesini savunan bir gazetedir. FETÖ suçlamarını kesinlikle kabul edemem anlamam. FETÖ'yü öven bir gazete DİSK'in kapısından bile giremez. Biz Cumhuriyet ile ilgili böyle bir şey duymadık bilmiyoruz. Cumhuriyet bu ilkeleri savunduğu müddetçe biz de Cumhuriyet'i savunmaya devam edeceğiz.”
Başkan: 2014'ten sonra gazete yayın politikasında değişiklik olduğu iddia ediliyor. Siz buna bizzat şahit oldunuz mu?
Kani Beko: Kesinlikle böyle bir şey olmadı. Çevremde, sendikamda, ailemde gazete okurlarının azaldığını değil arttığını gördüm. Geleneklerinden taviz vermiş olsaydı DİSK'e bağlı hiçbir kuruma Cumhuriyet giremezdi. Çocuklarıma da mutlaka her hafta sonu Cumhuriyet okutuyorum.
Avukat Bahri Belen: Gülen hareketi o dönemde hükümetin, toplumun, siyasetin, ekonominin itibar ettiği bir hareketti. Sizden önceki tanık cemaat ile ilgili ilk gerçek bilgileri Çetinkaya ve Şık'tan öğrendiğini söyledi. Siz bu yazarların 2012-13'te cemaati övücü bir yayınına rastladınız mı? Bütün işçilerin konfederasyon başkanı olarak gözü kulağısınız. Özellikle Çetinkaya ve Şık açısından böyle bir hareket değiştiren tutum var mı?
Kani Beko: FETÖ'ye yakınlık gösteren bir Cumhuriyet'i tanımıyorum. FETÖ'yü öven ya da yakınlık gösteren bir cümle dahi okumadım, bilmiyorum.
Avukat Belen: "Sayın Başkan Cumhuriyet okuru olan çok sayıda tanığı buraya getirebiliriz ama biz temsil ettikleri konu açısından daha aydınlatıcı olan isimleri ilettik. Bugün yurtdışında [Rıza Türmen] tanığımızın da yargılama açısından açıklık getirecek beyanları olabilir. Bir gazetenin yayın politikasına ne siyasi partiler, ne savcı ne hakimler karışamaz. Ama haberlerde, yayınlarda suç oluşturan bir şey varsa basın yasasındaki süre içinde takip edilebileceğini, o sırada savcı ve hakimlerin görevleri olduğunu ifade ettik. Ama falanca örgüt, siyasi anlayış ya da derneğinin Atatürkçü değil ya da yayın politkası değişti gibi nitelemelerinin yargılama konusu olamayacağını söylemiştik. Bu nedenle Sayın Türmen'in dinlenmesinin çok önemli olduğunu düşünüyoruz.
Başkan: "İki tanığınızın da meslek ve konumları nedeniyle çok değerli şeyler söyledi. Rıza [Türkmen] bey bundan daha fazlasını yapacaksa amennah."
Av. Belen: "Kendisiyle ne bildiğini konuşmadım. Ama bu konuda yararlı olacak bilgileri olduğunu düşünüyoruz."
Mahkeme Başkanı Dağ: "Yargılamanın geldiği bu aşamada toplanacak daha fazla delil kalmadı. Heyetimizle adli tıbba giden Çetinkaya ve Engin'e ait SIM kartlara ait çözümleme gelmedi. Tanık dinleme olayı bitmiştir."
Mahkeme tarafından son mütalaası istenen savcı, "Soruşturmanın genişletilmesi talebimiz yoktur. Dosyanın kapsamı, toplanan deliller açısından esas hakkında mütalaa için tarafımıza dosyanın tebliği, tutuklu sanıkların tutukluluk durumlarının devamına karar verilmesi mütalaa olunur" dedi.
AVUKAT FİKRET İLKİZ’DEN MEHMET FARAÇ’A YANIT
Savunma avukatlarından Fikret İlkiz, Mehmet Saraç’ın Cumhuriyet’ten kovulmasıyla ilgili iddialara, “Faraç 'Kubilay yazım nedeniyle beni attılar' diyor. Cumhuriyet'te çalışmasına son verilmesinin nedeni yazısı değil, bir kadın muhabiri saçından sürüklemesidir” diyerek şöyle konuştu:
“Faraç 'Kubilay yazım nedeniyle beni attılar' diyor. Cumhuriyet'te çalışmasına son verilmesinin nedeni yazısı değil, bir kadın muhabiri saçından sürüklemesidir
Tanıkların arkalarından konuşmamak için kalmalarını istemiştim. Ama ifadelerine bakınca Erinç ve diğer sanıklar için değerlendirme yapmaya gerek var. Siz mahkeme heyeti olarak 24.7.2017 tarihli oturumda karar verdiniz ve birçok adın dinlenmesine karar verdiniz. O gün dinlenmesi için bir gerekçeniz yoktu bugün hangi gerekçeyi sordunuz. Anladığım kadarıyla Faraç ve Tavşanoğlu'nu tekrar çağırmadığımızdan ötürü onu da dinlenmesine 3 numaralı kararınızda karar verdiniz. Sonra anladığım kadarıyla Boya'yı fark edip dinlenmesine karar verdiniz. Ve bizim karşımıza CUMOK çıktı. Meslektaşımın da dediği gibi Erinç bize L. Tavşanoğlu'nun söylediği gibi anlatmadı bize. Müvekkilim bugün rahatsız olmasa anlatırdı. Demek ki 8 ay önce bugün dinlenen tanıklar konusunda Erinç fikrini ifade etti. Aydınlık gazetesinin aynı gün yazdığı yazıları da sundu. Bu tanıkları siz seçtiniz, siz getirdiniz. Biz sadece üç tanık talep ettik. Ve bunların adı da çok açık: Savunma tanığı. Madem Türmen'in dinlenmemesi konusunda karar veriyorsunuz o zaman iddianame yazıları Onal Aydemir'i neden bilirkişi olarak addetti?
Burada bir usulsüzlük var da vakıf ele geçirilmiş ve acayip şeyler dönmüş gibi olay yaratıldı. Hukuk davasının bu davanın içerisinde yer almaması gerekir, bundan rücu etmiş olmanızdan çok memnunuz. Benim meslektaşım çok terbiyeli. Sanıklar da Cumhuriyet sanıkları olduğu için terbiyeli. Ama ben terbiyeli değilim. Boya'nın ifadesini suçlamalarını dikkate almamak gerekir. Kendisine CUMOK kordinatörü ismini atamıştır ve Aydınlık yazarıdır. Toplantı yeter sayısı nedir, başkanın oyunun iki sayılmasını anlamı nedir, vekalet oyunun sayılmaması hususu vakıf davasında tartışılıyor. Oysa vakıf seçimlerinde bir hukuksuzluk olmadığı gibi burada tartışılacak husus değildir, ceza yargılamasının işi değildir. Ayrıca genlik döneminden beri Doğu Perinçek'in olduğu örgütlerde yer almıştır Kendisi, Cumhuriyet okurlarını temsil ettiğini zannediyor. Şimdi karşımıza yazıcılar gibi bir esas hakkında mütalaa mı koyacaksınız. Faraç 'Kubilay yazım nedeniyle beni attılar' diyor. Cumhuriyet'te çalışmasına son verilmesinin nedeni yazısı değil, bir kadın muhabiri saçından sürüklemesidir. Açılan hukuk davasının temelsiz kaldığı ortaya çıktı. Ve CHP'ye seçilmek için Cumhuriyet'in 1 döneminde CHP Genel Başkanı’nın elini öptüğü için. Kubilay yazısı iş akdinin feshinden sonradır. Kaldı ki iş akdinin feshinden sonra Cumhuriyet'te çalışmayan birinin yazısı yayınlanmaz. Binaların ayrılması konusunda Tora beyin söylediği buydu. İş akdinin feshinde ne onların ne de bu davanın sanıklarının aldığı Cumhuriyet terbiyesi bunu söylemeye el vermezdi. Bize göre bu dava mahkemelerin gereksiz işgalidir. Bizi buraya sürükleyen tek şey, Alev Coşkun'un seçilememiş olmasıdır. Geldiğimiz noktada Alev Coşkun seçilme imkanı elde edinceye kadar seçimlerin tekrarına kani olacak, seçileceğinden emin olunca gelip oyunu kullanacaktır. Bu vakıf ile oynamaktır. Bunun tutukluluk sebebi olarak sürdürülmesi de uygun değildir.”
Kaynak: ODATV
HABERE YORUM KAT