Mehmet Eymür, MİT ve Tanrı devlet idraki
Ana konumuza geçmeden önce Lütfü Türkkan’ın İYİ Parti Grup Başkanvekili sıfatıyla geçmişten bugüne temsil ettiği çirkin ve kirli siyasete ilişkin birkaç cümle kurayım müsaadenizle. Kime karşı olursa olsun küfür etmek iğrenç bir davranış bozukluğu, dehşetli bir edepsizlik örneğidir. Ancak Lütfü Türkkan ve Grup Başkanvekili olduğu İYİ Parti’nin “küfür”den bin beter ırkçı nefret politikalarını kışkırtıp organize ettiğini daha önce kınayıp lanetlemek icap eder. Türkkan ve benzeri muhacir-mülteci düşmanlarının ağzından çıkan ifadelerin iğrenç ve rezilce sayılıp kınanması için ille ve sadece kadınlara yönelik galiz küfür kelimelerini ihtiva etmesi gerekmiyor. Lütfü Türkkan gibi savaştan kaçıp ülkemize sığınmış mazlumlar nezdinde insan onurunu çiğneyenlerden kadının onuruna saygı göstermesini beklemek zaten beyhude bir çabadır.
Coğrafya, Tarih ve İsimler Hizaya Girer mi?
Ulusalcı histerinin şaha kalktığı konulardan biri de Kürdistan meselesi elbette. Fırat Üniversitesi İİBF’nde Araştırma Görevlisi olarak çalışan genç bir akademisyen sosyal medya hesabında “Biji Kürdistan” yazdığı için önce açığa alındı sonra da tutuklandı. Kürdistan da Kapadokya gibi Trakya gibi, Erzurum ve Diyarbekir gibi, Alanya ve Sakarya gibi coğrafi bir bölgenin adıdır. Selçuklu ve Osmanlı Devletlerinde de böyledir, Milli Mücadele ve 1. Meclis dönemlerinde de böyledir bu mesele. Şeyh Said ayaklanmasından bugüne değin Kürtlerin kardeş halk, Kürdistan’ın da İslam coğrafyasının doğal bir parçası olduğu hakikati tersine çevrildi maalesef. PKK’yla mücadele denilince Kürt, Kürtçe, Kürdistan gibi hakikatlerin bastırılıp yok edilmesi anlaşılmamalı. Bu çarpıklık sadece PKK’nın ve efendilerinin kar hanesine yazarken Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Çerkesiyle Müslüman halkların arasına nifak ve nefret tohumları ekip doğrudan bize kaybettirir. “Yaşasın Kapadokya, Var Olsun Trakya, Mezopotamya Onurumuzdur, Lazistan-Kürdistan Kardeştir Ayrım Yapan Kalleştir” manasında tarihi, coğrafi-kültürel bir atıfla anıldığı aşikar bir söylemi direkt PKK propagandası sayıp akademiyi bile hırpalayıp baskılayan kanun mantığı hukuku da ülkeyi de itibarsızlaştırır, güvensizleştirir ve de ayrıştır.
Şimdi gelelim MİT Kontrterör Daire eski Başkanı Mehmet Eymür üzerinden yürüyüp giden tartışmalara. Kamuoyu Eymür’ün adını da tartışmalı operasyonlarını ve MİT’in zıt kutupları arasındaki tartışmalarını az çok biliyor. Eymür elbette içinde bulunduğu ekip hesabına bir şeyler söylüyor, kimilerine ait bazı tartışmalar açıyor. Ancak Eymür hayat felsefesini ve temel mantığını “benim için devletin yaptığı her şey meşrudur” sözüyle ilan ve itiraf ediyor. Üstelik bu ilan ve itirafı devlet hesabına yapılan işkenceler ve suikastlara dair tartışmanın tam ortasında üstüne basa basa ifade ediyor. Yasal olmayan işleri; mesela uyuşturucu ticaretini, mafya babalarıyla ortak operasyonlar yapma, sahte evrak ve kimlik düzenleme, işkence ve suikast gibi işleri Şenkal Atasagun, Nuri Gündeş, Mehmet Ağar, Alaattin Çakıcı, Veli Küçük veya Doğu Perinçek gibi isimlerle irtibatlandırıyor. Tutarlı ve sistematik bir dizi aktarım ve ifşayla devletin sakatlıklarından bir kısmını olsun giderme gayreti yerine hizipler arası savaşta kamuoyu desteği teminine yönelik bir pr çalışması çıkıyor ortaya.
Analiz Kalsın, Bize Propaganda Yeter!
Açıkça izah etmek yerine çoğu kez ima ediyor ama Halk TV örneğinde olduğu gibi bir moderatör ve dört gazetecinin mantıksız ve faydasız ikrar ettirme yarışları sayesinde hemen hiçbir konu üzerinde izahat alınamıyor Eymür’den. Çünkü sol-sosyalist cephe mantığı tıpkı Perinçek gibi yakın siyasi tarihi aydınlatmak, işkence mekanizmasını deşifre etmek, MİT’in siyasi ve askeri vesayet hesabına üstlendiği gayrı-meşru misyon ve rolleri tartışmanın dışında işliyor. 12 Mart cuntasını konuşurken Ziverbey’e odaklanıp 9 Mart cuntasını ve TSK içerisindeki darbeci ekiplerin rekabetini tartışmamak, tartıştırmamak böyle bir körlük ve rezilliktir mesela. İşkenceyi Mehmet Eymür’le, devletin zorbalık ve kanunsuzluğunu Memduh Ünlütürk ekibiyle eşitleyip bütün bu yoldan çıkış sürecini 12 Mart muhtıra süreciyle başlatan kafa yapısı ve siyaset tarzı hangi geçmişi, nasıl aydınlatacak? Tuhaflıklar dizisi keşke bunlardan ibaret olsa. Ne 27 Mayıs askeri darbesini tertipleyen cuntanın cürümlerini de Ebedi Şef ve Milli Şef dönemlerinde yapılan kıyımları, zorbalıkları, yıkımları adını Gladyo koymadığınız, NATO ile irtibatlandırmadığınız için kolayca “devrim şartları” diyerek temize çıkarıp idealize etme imkânı bulunuyor elbette.
Murat Yetkin örneğinde bir kez daha görüleceği üzere güya “MİT ve askeri cuntalar solu ezdi ve kökü dışarıda siyasi İslam’ın önünü açtı” gibi mesnetsiz, mantıksız ama fanatizmin beslediği korkunç propaganda yüz milyonuncu kez tekrar ediliyor. Birincisi sol-sosyalist hareketler Moskova, Pekin, Tiran vb. başkentlere bağlı olarak hareket eden Marksist-Leninist ideolojiyi esas edinmiş, İslam düşmanı ve silahlı propaganda hareketleriydi. Banka soygunundan, adam kaçırmaya ve askeri-sivil tesislere değin birçok yere silahlı baskın yaptıkları için toplumda kök ve karşılık bulamadılar. Bırakın sol-sosyalist hareketleri Kemalist ideoloji, bürokrasi ve siyasetin dahi İslami cemaatlerle kıyas edilmesi kabul edilemez. İslam, İslami hayat tarzı ve İslami mücadele İstiklal Mahkemeleri başta olmak üzere bizzat Kemalist devlet sınıfları ve kurumlarının sindirme, silip atılma, itibarsızlaştırma politikalarına direndiği için ülke ve toplumda karşılık buluyor.
Eymür’ün işkence ve cinayetleri içine alarak sarf ettiği “benim için devletin yaptığı her şey meşrudur” sözüne şaşırıyormuş, öfkeleniyormuş gibi yapanlar Ali Şükrü Bey suikastından İskilipli Atıf Hoca’nın idamına, İzmir Suikastı girişimi vesilesiyle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kadrolarının idam sehpalarıyla tasfiye edilmelerini şevk ve heyecanla anlatabiliyorlar. 18 yıl boyunca bütün ülkeyi beş vakit üzerinden tabi tuttukları “Türkçe Ezan” işkencesinden Kürtçe konuşma yasağına oradan başörtüsü yasağına uzanan devlet teamülüyle kıyaslayınca Eymür’ün anlattıkları çok da heyecan vermiyor kamuoyuna. Evet, dikkatle takip edelim, tarafları özenle dinleyelim, ayrım yapmadan yakın siyasi tarihi aydınlatalım ama seküler-ulus devletin halka karşı işlediği büyük suçları perdelemeye, meşrulaştırmaya kalkışmayalım. Devletin yaptığı her şey meşru değildir, olamaz da. Hukuka uymuyorsa, adaleti bizzat amir ve memurlarıyla çiğniyorsa, geniş toplum kesimlerinin güvenlik ve refahına hizmet etmiyorsa o devlet olmasa da olur. Evet, olmasa da olur çünkü böyle bir çarpık yapıyla devlet ancak yük olur, eziyet olur.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT