1. YAZARLAR

  2. Markar Esayan

  3. Meğer 'sandık teferruatmış'
Markar Esayan

Markar Esayan

Yazarın Tüm Yazıları >

Meğer 'sandık teferruatmış'

16 Aralık 2013 Pazartesi 14:00A+A-

Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu'nun davetiyle gittiğimiz Ermenistan'ın başkenti Yerevan'da düzenlenen KEİ toplantısıyla ilgili gözlemlerimi yazacağımı söylemiştim. İç siyaset müsaade ettiği ölçüde birkaç yazı planlıyorum bu mesele hakkında.

Ama öncellikle bugün bir dış politika girizgâhı yapalım.

Bakan Ahmet Davutoğlu ve deneyimli Müsteşar Feridun Sinirlioğlu ile yolculuk boyunca yaptığımız uzun sohbetlerde, Türkiye'nin dış politikasının genel perspektifini daha iyi anlama imkânımız oldu. Lakin, bu gözlemlerimi daha sonra yazacağım. Dedim ya, önce çerçeveyi çizelim, şu an nerede olduğumuzu anlamaya çalışalım.

Geçen yazılarımdan birinde, bir kural olarak, içeride vesayetle yönetilen ülkelerin dış siyasetlerinin de hegemon bir gücün vesayetinde olacağını yazmıştım. Bunun en yakın örneğini, 28 Şubat darbesinde yaşamıştık. Vesayetle yönetilen ülkelerde, bir hükümet özgün politikalar uygulamaya başladığında o ülkede iç kargaşa başlar ve iktidar devrilir. En azından o günlerin reel politik dünyasında bu böyleydi.

Eski Taraf zamanında Neşe Düzel'e röportaj veren ve bu konuları çok çok iyi bilen Cengiz Çandar'ın söylediklerini hatırlarsak, bu dış politika konusunun ne kadar netameli bir mesele olduğunu daha iyi anlayabiliriz:

'1999-2000 yıllarında Amerika'daydım. Türkiye'yle ilgili müşterek bir kitap yazımı projesine katıldım. Kitabın çeşitli bölümlerinin yazarları toplantı yapıyoruz. ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz kitabın editörü. İsrail lobisinin düşünce kuruluşu Washington Institute'ın Türkiye bölümünün başında olan Alan Makovsky de toplantıda. Makovsky sık sık Ankara'ya gider gelir, Genelkurmay'a girer çıkardı. Kahve molasında Makovsky, Abramowitz'e 'Sen yedinci kattaki toplantıda niye yoktun' diye sordu. Ben 'ne toplantısı' diye merak ettim. Meğer 12 Mart 1997'nin cumartesi günü Washington'da dönemin Dışişleri Bakanı Madeleine Albright'ın çağrısı üzerine Bakanlık binasının yedinci katında Türkiye ile ilgili bir toplantı yapılmış. Bu toplantı, 28 Şubat kararlarının alındığı MGK toplantısından hemen iki hafta sonra düzenlenmiş. Hatırlayın... Refah-Yol, haziranda iktidardan gitti. Bernard Lewis, Paul Wolfowitz, Richard Perle hepsi toplantıdaymış. Türkiye'ye ilişkin olarak ne yapılmalı, o toplantıda konuşulmuş. O toplantıdan çıkan genel eğilim, 'doğrudan askerî bir darbe olmadan bu hükümet gitmeli' olmuş.

(...)

'Abramowitz, 'Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkilerde yazılı olmayan bir kod vardır. Erbakan bu kodu bozdu. Amerika, ne yapacağı kestirilemeyen, kontrol edilemeyen müttefikten hoşlanmaz' dedi. Erbakan ilk dış gezisini, kendisine yapma dendiği halde İran'dan başlattı. İkinci gezisini Mısır, Libya ve Nijerya'ya yaptı.' (16.04.2012, Eski Taraf.)

Bırakın Mısır darbesine karşı çıkmayı, 1997 yılında Erbakan'ın Mısır'a gitmesi bile darbe nedeni olmuş anlaşılan. Erdoğan yönetimindeki AK Parti'nin 'One minute', 'Mavi Marmara', İran, Suriye ve benzeri özgün politikalarla bu yazılı olmayan kodları fersah fersah aştığı kesinlikle söylenebilir. 28 Şubat'ı ve ABD'nin, özellikle de adı geçen diplomatların davranış biçimlerini en iyi bilen kişi olan deneyimli gazeteci yeni Cengiz Çandar da, sanırım AK Parti için oldukça endişelenmişti ki, iki eski Ankara büyükelçisi Morton Abromowitz ve Eric Edelman'ın başında olan bir ekibin yazdığı 'From Rhetoric to Reality- Reframing U.S. Turkey Policy' adlı raporda beliren 'yaklaşan tehlike' için AK Parti'yi uyarma ihtiyacı hissetmişti. 'Washington'dan: Gevezeliği bırakalım gerçekçi olalım' başlıklı yazıda şu uyarılarda bulunuyordu:

'Eğer, AK Parti iktidarı, 'Washington'ın bana bakış açısı beni ırgalamaz. Ben, bu dünyada bildiğim gibi ve istediğim şekilde cirit atarım' diye bir düşünceye kapılmamışsa, iktidara gelmelerinde ve iktidarlarını sürdürmelerinde ABD'nin Türkiye politikasının bayağı esaslı bir payı olduğu kanısındaysalar; söz konusu raporu ciddiye almak durumunda. Eğer, iktidara gelmelerini ve iktidarlarını sürdürmelerini sadece Türkiye'deki 'sandık' zannediyorlar ve Washington'daki 'Beyaz Saray unsuru'nu dışlıyorlarsa somut ve kronolojik olarak kendilerine hatırlatacağımız şeyler olur. Umarız, böyle anlamsız bir polemiğe girişmezler.

(...)

Ak Parti iktidarının parlak olmayan ve giderek solan görüntüsü, Washington'da, ilan edilmeden ve adı konmadan 'çizik' yerse, Türkiye'de her şeyin ve herkesin bir şekilde etkileneceği, bilinen bir gerçek. 'Yedirmeyiz' sloganı, bu gibi durumlarda derde deva olmuyor. İçeriye verilen bu tür gazın, dışarıda ve özellikle Washington mahfillerinde pek bir etkisinin olmadığı, raporun hemen her sayfasında, her satırında fark ediliyor.' (25.10.2013, Radikal.)

***

Hatırlanırsa, yine ABD ve dış politika konusunda geniş deneyim sahibi olan bir diğer isim Hasan Cemal de Erdoğan'ı uyarmak gereğini hissediyor, sesini duyurabilmek için içinde sürekli 'Erdoğan' geçen başlıklı yazılar yazıyordu: 'Tayyip Erdoğan'daki bu tek adamlık eğiliminin, Türk usulü ya da alaturka başkanlık sistemi hevesinin zamanla askerdeki darbeci eğilimleri yeniden kışkırtabilecek bir unsur' olarak değerlendirilebileceğini belirtiyordu. (24.11.2013, T24.)

Biri 28 Şubat mağduru (C. Çandar), diğeri darbeleri desteklediği için nedamet getirmiş olan (H. Cemal) bu kişilerin uyarıları, ne kadar sert, tehditvari ve üstten bir dille yapılırsa yapılsın yine de dikkate alınmalı tabii. Her iki tecrübeli yazar da Erdoğan'a ilkesel desteğin rasyonel ölçütleri aşan keskin bir çizgiye aniden geçişin nedenini belki bu büyük tehlikenin yarattığı endişede aramak lazım.

Eğer öngörüleri doğruysa, ABD'de sadece neo-con-İsrail hattı değil, Demokratların da içinde olduğun bir koalisyon Erdoğan'a 'çizik atmış' durumda. İçeride de askerin darbe yapma ihtimali var. Sandık 'yedirmemek' için çare değil.

Umalım ki, 28 Şubat 1997'deki dünya, ABD ve reelpolitik şartları değişmiş ve umalım ki bu analizler vadesi geçmiş köhne bilgilere dayalı çıkarımlar olsun. Eminim en çok bu tecrübeli iki yazar yanılmış olmayı arzu ederler. Böylelikle yeni ve daha olumlu tecrübeler kazanmalarına fırsat doğar.

Benim tecrübelere dayanmayan fikrim ise, eski dünyanın bu tüm zelil ayak oyunlarının artık sandık karşısında etkili olamayacağı.

Devam ederiz.

Yeni Şafak

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum