Meğer Baykal kripto bir Sünni’ymiş...
Baykal, bir milyon tane eleştirilecek pozisyonu varken belki de siyasi hayatındaki en doğru, en demokrat işlerden biri yüzünden eleştiriliyor.
Yıldıray Oğur Karar'daki yazısında Zülfü Livaneli tarafından tipik bir Sünni olarak tarif edilen Deniz Baykal'ı ve CHP'nin merkez otoriter saiklerini irdeliyor.
Sedat Peker’in Deniz Baykal ile ilgili mesajları sonrası Zülfü Livaneli’nin 2007 yılında yazdığı bir yazı yeniden dolaşıma girdi.
O yazıda Livaneli özetle Baykal’ı, 2002’de gizlice görüşüp anlaştığı Erdoğan’ın siyasi yasağının kalkmasına, Siirt’ten milletvekili seçilip Meclis’e girmesine, Başbakan olmasına, böylece dokunulmazlık zırhıyla kuşanmasına sebep olmakla suçluyordu.
Gerçekten Baykal’ın liderliğindeki CHP o tarihlerde, okuduğu şiir yüzünden TCK’nın 312. maddesinden mahkumiyet aldığı için “muhtar bile olamayacak” Erdoğan’ın siyaseten önünü açacak anayasa değişikliğine Meclis’te destek vermiş, Siirt seçimlerinin iptalinin ardından da Erdoğan önce Meclis’e girip, sonra da Başbakan olmuştu.
Baykal bütün bunları gizlice de yapmamıştı. “Kanaatim, bir insanın siyasi suç niteliğinde mahkum olmasının ömür boyu siyasetten mahrum edilmesine gerekçe olmamalıdır” diyerek bu yasağın kalkmasına açıkça destek vermişti.
Meğerse bu yüzden bugünlerde başımıza gelen bütün felaketlerin sebebi Baykalmış!
İfade hürriyetini kullandığı için devleti yıkmaya çalışmaktan hapse atılmış bir siyasetçinin siyasi yasağının kalkmasına yardım etmek...
Ama tek suçu da bu değilmiş.
Sıralanan “suç” listesine bakılırsa Baykal, CHP içine yerleştirilmiş kripto bir Milli Görüşçü bile olabilir:
1973 CHP-MSP koalisyonunun oluşmasında aktif görev almak, 1994’de İstanbul ve Ankara yerel seçimlerinde aday çıkararak Erdoğan ve Gökçek’in kazanmasını sağlamak ve 2015 7 Haziran’ından sonra Erdoğan’la gizli bir görüşme yapmak.
Livaneli o röportajda Baykal’ı şöyle tarif ediyor: “Baykal solcu muydu! Hiçbir alakası yok. Tipik bir Sünni, sağcı, Ankara politikacısıdır Baykal. Kürtleri, Alevileri, ezilenleri sevmez. Baykal pekâlâ DYP’de, ANAP’ta, DP’de görev yapabilirdi ve çok daha başarılı olurdu.”
Ama Livaneli’nin eleştiri okları sadece Baykal’la da sınırlı kalmıyor:
“Bakın, Ecevit’i Robert Kolej’den bulup getirdikleri gibi, DYP’nin başına da yine Robert Kolejli Tansu Çiller’i getirdiler. Erdal İnönü; rahmetlinin solla ne ilgisi vardı? Erdal Bey devlete güvenen biridir. Çünkü babası İsmet Paşa’dır; devletin içinde, köşkte büyümüştür.”
“Ecevit de, Baykal da partilerinin başına solcular belediyelerde, hükümette iktidar olamasın diye getirildiler. Solun başını bağlayan, yolunu şaşırtan insanlar bunlar. Ecevit, Fethullah Gülen teşkilatıyla yan yana geldi, onlara kontenjan verdi, her türlü olanağı sundu. Cemaati devlete ilk yerleştiren Tayyip Erdoğan değil, Bülent Ecevit’tir. Uzun lafın kısası, Ecevit, Baykal gibi insanlar sol filan değil, soldan hoşlanmayan, tipik Türk milliyetçileridir.”
“Tek tek isimlerini saymayayım ama bunlar, Türkiye’de 30’lar devletinin devamlılığını arzulayan ve bununla görevli olan, devletle halk karşı karşıya geldiğinde devletin yanında duran, bu nedenle de hep korumaya alınmış insanlar. Türkiye’de sol partilerin gelişmemesi için işlevselleştirilen bu insanların hepsi de görevlerini son derece başarılı biçimde yerine getirmiştir.”
Ama bu çok büyük iddialarda Ecevit’i kimlerin “Robert Kolej’den bulup CHP’nin başına getirdiği”, “Türkiye’de sol partilerin gelişmemesi için kimlerin bu isimleri “işlevselleştirdiği”, “görevlendirdiği” kısmı muamma. Faili meçhul.
Derin devlet? Amerika? Küresel güçler?
“Türkiye’de 30’lar devletinin devamlılığını arzulayanlar” dediğine bakıp, Kemalist statükocu güçleri kastettiğini düşünebilirsiniz.
Ama yakın zamanda Sözcü gazetesine verdiği röportaja bakılırsa 30’lar Türkiyesine böyle bir eleştirel pozisyonu da yok Livaneli’nin:
“Atatürk bu ülkenin kilit taşıdır...İşte bu tutkalın adı, o Cumhuriyet'i tasarlayan, kuran Mustafa Kemal'dir. Dolayısıyla Mustafa Kemal'e saldırdığınız zaman bizatihi milletin ve devletin varlığına saldırmış olursunuz.”
70’lerde CHP’nin sert Kemalist statükosuna en sert eleştirileri yapmış Ecevit’i ve 90’ların başında Anadolu solunu teorileştirmeye çalışan Baykal’ı kritik konularda ve anlarda aldıkları pozisyonlar yüzünden devletçilik, milliyetçilik, statükoculukla eleştirmek mümkün.
Ama herhalde her ikisine yapılacak en tuhaf suçlama İslamcılığın, Erdoğan’ın önünü açmak olurdu. O da yapılmış oldu.
Ecevit, 90’lardan itibaren Refah Partisi’ne karşı en katı laikçi pozisyonu alan siyasetçiydi. Fethullah Gülen’e olan sempatisi de bu siyasal İslamcılığa karşı ılımlı bir İslam anlayışını temsil ettiğini düşünmesindendi. O tarihlerde merkez medyaya da hakim olan bir fikirdi bu.
Türkiye’deki muhafazakarların hafızasındaki son Ecevit görüntüsü ise Merve Kavakçı’ya haddinin bildirilmesini istediği konuşmasıdır.
Baykal’ı suçlayacak en son şey de herhalde 2002’de Erdoğan’ın haksız siyasi yasağının kalkmasına yardım etmesi olur.
Bugün Demirtaş’ın hapisten çıkması için kampanya yapanların, o gün çok benzer suçlardan hapse atılmış Erdoğan’ın siyasi yasağının kaldırılmasından “ihanet”, “kaçırılmış bir fırsat” olarak bahsetmesi de ayrı bir ikiyüzlülük olsa gerek.
Aynı Baykal, 2007’de eşi başörtülü diye Erdoğan ve Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesine karşı Cumhuriyet mitinglerinden 367 garabetine, e-muhtıraya kadar her türlü dalaverenin, siyaset karşıtı girişiminin baş destekçisi olmuş, başörtüsü yasağını kaldırmaya kalktı diye AK Parti’nin kapatılmasına bile alenen destek vermişti.
Ama meğerse bu Baykal aslında Sünni, sağcı, milliyetçi bir Ankara politikacısıymış. Sünniliğin altı çizili.
Çünkü, tarihin geldiği bu aşamada geçmişi yeniden yazmakta bir beis yok.
Bugünkü iktidarın hoyratlıkları yüzünden atış serbest.
AK Parti otoriter bir rejim kurunca, 2002’de bu Erdoğan’ın önünü kesmeyen Baykal da bir anda “kripto Sünni” oluverdi.
2010’da “Yetmez ama evet” diyenler yetmedi, suçlular listesine 2002’de “yetmez ama evet” diyen Baykal da eklenmiş oldu.
Nasıl “yetmez ama evet”çiler, vesayet vesayet diye tutturarak plasebo kuvvetler ayrılığı tadı veren orduyu, iktidar partisine kapatma davası açabilen cesur, bağımsız, tarafsız yargıyı etkisizleştirip, AK Parti iktidarının önündeki son engelleri de kaldırmakla, “asker ne der” korkusunu gönüllerden silmekle, Türkiye’nin kendine özgür şartlarını anlamamakla suçlanıyor, meğerse bu yolda ilk günahı işleyen net bir Hayırcı olan Baykalmış.
Bugünün ihtiyaçlarına, hıncına göre şekil değiştiren bu revizyonist tarih okumasına göre merkez-çevre analizleri, tek parti dönemi eleştirileriyle fazla iyiniyetli liberaller de bugünlere kapı açtı.
Yani bugün hukuk askıya alınmışsa bunda İstiklal Mahkemeleri’ne hukuksuz diyenlerin katkısı çok büyük. Bugün valiler parti komiserine dönmüşse 30’lar diye tutturanlar, bugün medya susmuşsa sürekli takrir-i sükundan bahsedenler masum diyebilir miyiz?
Çözüm sürecinde adı Diyarbakır’da meydana verilen Şeyh Said’in mezar yerini sormak bile gerici bir faaliyet artık.
Çünkü bu “yılanın başı” taa o zamandan ezilmeliydi. Meğerse Atatürk bir gün AK Parti gibi bir iktidar olmasın diye bunu çok önceden görüp vaziyet almış.
Yıllarca bunun tam tersine, baskılar yüzünden bu hareketlerin serpilip büyüdüğüne inananlar, meğerse İslamcıların oyununa gelmiş.
Atı arabaya koşmakta o kadar ileri bir aşamaya geçilmiş durumdaki Onur Yürüyüşü’nde göstericilerin gözaltına alınması bile gözaltıyı yapan kadın polisin başörtüsüne, oradan da yetmez ama evetçilere bağlanıverdi.
Bu durumda benzer gözaltıları yapan başı açık kadın polisler için de Kıyafet Devrimi’ni, Medeni Kanunu’nun ilanını suçlayabiliriz herhalde.
Nasıl olsa bugünkü iktidarın kötülüğü, karşısındaki herkesi, geçmişi pir-ü pak yapıyor.
O yüzden kimsenin bir muhasebe yapmaya da ihtiyacı yok.
Zülfü Livaneli şimdilerde meşhur olan yazısını 22 Temmuz 2007 seçimlerinin ardından yazmıştı.
Herhalde o seçimde alınan büyük yenilgiyle ortaya çıkan bir hesaplaşma duygusuyla...
Peki neden AK Parti o seçimde yüzde 47 almıştı?
2002’de Baykal, Erdoğan’ın siyasi yasağının kalkmasına destek verdiği için mi?
Yoksa bunun sebebi cumhurbaşkanının eşinin başörtülü olmasına karşı yapılan Cumhuriyet Mitingleri, 367 kararı hukuki garabetler, e-muhtıra olmasın?
Bunların hepsine o tarihlerde Baykal destek verdiği gibi, Cumhuriyet Mitingleri’nde çıkıp şarkı söyleyen Zülfü Livaneli’nin de kayıtlara geçen bir itirazı olmamıştı.
Ama bugün iktidarın geldiği aşama nedeniyle bunları hatırlatmak artık hiç popüler değil.
Hatta “Kemalist teyze”lerin haklı çıktığına inananların sayısı da çok.
Otoriterliğe duyulan haklı öfke, özeleştiri, muhasebe gibi sakin kafayla yapılacak işleri değersizleştiriyor.
O yüzden bugünün öfkeleri, rövanş hisleri ve tabii bilgisiyle tarihte bazı anakronik yer değiştirmeler yapmaya kimse itiraz etmiyor.
Gözümüz önünde Baykal’a yapıldığı gibi.
Baykal, bir milyon tane eleştirilecek pozisyonu varken belki de siyasi hayatındaki en doğru, en demokrat işlerden biri yüzünden eleştiriliyor.
Halbuki bugün Baykal’ın yakın adamlarının Ahaber, CNNTürk ekranlarında “yerli, milli öz hakiki CHP’liler” diye bağırlara basılmasının sebebi Baykal’ın Sünniliği değil, devletçiliği, siyasi kadrolarının menfaat şebekesiyle kesişen yolları.
Ama bu ilişki ağını anlamaya çalışmaktansa her siyasi eyleme ideolojik anlamlar yüklemek en kolayı.
Bu öfkeli analizlerin, revizyonist tarihçiliğin kimseye bir faydası yok da diyemeyiz.
Muhalefetin bu öfkeli, çarpık tarih okuması, geçmişteki haklılığına aşırı özgüveni bugün kendi kitlesine geleceğe dair söyleyecek sözü kalmamış iktidarın elindeki en büyük koz haline gelmiş durumda.
Birlikte yaşadığımız geçmişi bile böyle yeniden kuranlarla ortak bir gelecek kurulabileceğine kim inanır?
Halbuki iktidarın bugünkü otoriterliği kimseyi otomatik olarak demokrat yapmıyor.
Livaneli suçu Baykal’da arayacağına, Cumhuriyet Mitingleri’nde kürsüden söylediği şarkılarda arasa daha faydalı olabilirdi.
Çünkü aynı şarkıları ısrarla söylemeye devam ettikçe sonuç pek değişmeyecek.
HABERE YORUM KAT