Medyada Pravdalaşma Sorunu
İslamcı gazeteci, yazar ve fikir adamlarını artık TV ekranlarında ve gazete sayfalarında göremez olduk. Omurgasız, ilkesiz tipler her platformda arzı endam ediyor. Her gün şebbiha kılıklı yazarlar iktidara ayar veriyor. Hurafelerle dolu kitaplarla köşe dönen gazeteciler, pundunu bulup İslam’a ve halkın inancına saydırıyor. İslami şahıslara ait videolar tozlu raflardan indirilip basının amiral gemisi yazarlar tarafından piyasaya sürülüyor. İktidarının devamı için İslam düşmanı, menfaatperest çevrelerle işbirliği yapıyor. Doğu Perinçek ve Aydınlık ekibi her yerde baştacı yapılıyor. Hürmet ve takdir görüyor.
Bunu okuyunca yaşı müsait olanların aklına 90’ların sonu gelmiş olabilir. Ama ne yazık ki günümüzden bahsediyoruz. Herhalde 28 Şubat devam etse idi buna benzer bir tablo olurdu.
Medyanın geldiği nokta açıkçası utanç verici. Denilebilir ki 28 Şubat medyası bundan çok mu iyiydi? Evet, iyi değildi. Ancak utanç duyduğumuz şey basının nispeten daha özgür, çoğulcu ve renkli olduğu bir dönemden bu güne evrilmesi. Tabi ki basın adına yapılan, yazılan çizilen her şeyi olumlamıyoruz. Özellikle siyaset-politika, düşünce özgürlüğü bağlamında konuyu ele aldığımızda sorun olduğu ortaya çıkıyor. AK Parti’nin ilk yıllarından yaklaşık son 5 yıllık döneme kadar özgürlüklerin alabildiğince hissedildiği bir ortam vardı. Dün bunu başaranlar ile bugün Türkiye’de basın sorunu diye bir olgu oluşturanlar aynı kişi veya kadrolar. Bugün artık tek sesli bir medyadan bahsediyoruz. Bununla övünen hatta böyle olması gerektiğini ifade edenler çoğunlukta. Batı’dan, ABD’den, Trump’tan örneklerle medyanın kendine oto sansür uygulaması gerektiği ifade ediliyor. Bununla kalmayıp düşünce kuruluşlarında andıçlar hazırlanıyor. Ana akım dışında kalan bırakılan gazetecilerin iplerinin kimlerin elinde olduğuna dair dosyalar tutuluyor.
Aslında tam tersi olmalı idi. Neden basında böyle bir durum oluştu? Biz nerede hata yapıyoruz? Benzer sorular çoğaltılıp çözüm arayışına girilmeliydi. Dün iktidara yakın gazetelerde yazan birçok kalem artık yok. Çözüm süreci, Gezi, Referandum, 17-25 Aralık, Darbe gibi birçok kırılma noktasında ayrışmalar ortaya çıkarken birçok ayrılık ve tasfiyeler gerçekleşti. Tabi ki, iktidar sahiplerinin kendi mahallesinden eleştiri seslerinin gelmesinden çokta hoşnut olmaması bu durumu hızlandırdı. Ahmet Taşgetiren örneğinde olduğu gibi eleştiriler cılız ama bir o kadar içten ve yapıcı olsa bile.
Ülkede FOX Tv’nin haberleri en çok izlenen haberler haline gelmişse, iktidara yakın televizyon kanalları AK Partiye oy verenler bile izlemez hale gelmiş, büyük gazetelerin satış rakamları Sözcü gazetesini altında kalmışken Türkiye’de basının iyi bir noktada olduğunu söylemek komik olur. Basın özgürlüğü konusunda temel sorun muhalif yayın yapan basının ve iktidarı desteklerken eleştiri yapan, farklı düşünen ve bunu dile getiren gazetecilerin, yazarların ekarte edilmesidir. Basının her gelişen durumda kendine vazife çıkartarak uyguladığı oto sansürdür. İktidara yakın medyanın tek bir elden yönetilmesi, yönlendirilmesidir. Medya mensuplarının kendilerini devletin sahibi ya da partinin bir sorumlu yöneticisi gibi hissederek refleks geliştirmesidir. Halk nezdinde hiçbir karşılığı olmayan tiplerin uçaklarda “gezdirildiği” bir ilişkilendirilmiş gazeteciliğin ortaya çıkmasıdır.
Ersan Şen'in her gün her konuda haber kanallarının kadrolu konuğu olması artık capslerin konusu olmuşken, Nedim Şenerli, Mehmet Şahinli, Mehmet Sarılı programlar artık geleneksel hale gelmişken kim neden niçin bu kanalları izlesin. Yeni ne var ki? Kim hangi özgün düşüncesini söylüyor? Haberlerin en temel konusu muhalefetin içişleri, o yoksa iktidarın başarıları, olmazsa FETÖ, olmadı dış politikadaki gelişmeler. Dün hoca efendisi için ağlayandan geçilmeyen kanallarda bugün aynı kişiler önüne geleni FETÖ’cü diye yaftalıyor. Dün tutuklu rahip için ABD’ye, gazeteci için Almanya’ya “Reis” ile birlikte saydıranların bu kişilerin iade edilmesi sonrası tornistan yapıp tam tersi şeyleri söylemeleri, her duruma bukalemun gibi ayak uydurmaları özgün ve özgür basın hakkında bize ipuçları vermekte.
Peki, kalite ya da habercilik var mı? Nerede? Düşünün ülkede yeni partiler kuruluyor, eski başbakan partisinden istifa ediyor. Ne hikmetse hiçbir kanal davet etmiyor. Youtube üzerinden sesini duyurmak için uğraşıyor. Bir üniversitenin başına çorap örülüyor ama medyada konu Şehir Üniversitesinden kimsenin olmadığı oturumlarda tartışılıyor. Rektörü konuk etme cesaretini gösterecek kanal ya da gazeteci bulunamıyor. Sonuçta, Üniversite twitter üzerinden capslarla kendini savunmaya çalışıyor. Karadeniz’in bir ilçesinde bir kız ölüyor. Baba, anne feryat ediyor, bunun sorumluları yargı önünde hesap versin diyorlar. Medyada haber olmuyor. Ancak gelişmeleri sosyal medyadan duyabiliyoruz. Yerel seçimde ilçeyi CHP’ye kaptırmanın temel nedenin bu olay olabileceğini yalnızca yabancı basın yorumlayabiliyor.
Ülkede ekonomik kriz var. İnsanlar işsiz, işi olanlar geçim sıkıntısı çekiyor. İstanbul Havaalanı1 ile köprü ve otoyollarla ilgili birçok eleştiri yapılıyor, ülke kaynaklarının kötü yönetildiğinden bahsediliyor.2 Otoyollar, köprüler pahalı kimse kullanmıyor. Ama bunu medyada duyamıyoruz. Ancak şarkıcının birisinin boş otoyol videosuna teşekkür haberine rastlıyoruz. Kanal İstanbul için 50-60 Milyar dolarlık yatırımdan bahsediliyor.3 Kimsenin sesi çıkmıyor.
Ankara merkezli kaçırılma olayları vuku buluyor. Bazıları aylar sonra bir anda ortaya çıkıyor. Emniyette ve hapishanelerde yeniden kötü muamele olaylarının olduğu ifade ediliyor. Basın açıklaması ve gösteri yürüyüşlerine polisin orantısız güç ile müdahalesi ulusal basın yayında haber değeri taşımıyor. KHK ya da FETÖ soruşturmalarında mağdur olanların, berat etmelerine rağmen işlerine geri iade edilmeyenlerin durumları karşısında basının üç maymunu oynaması artık vicdanları sızlatıyor.
Doğu Perinçek ekibinden biri ana akım televizyon kanallarında her akşam boy gösteriyor. Kamuoyunda Pelikan kanalları olarak bilinen kanallarda gençlerle söyleşiler tertipleniyor. Yetmedi Ulusal Kanal’ın kapanmaması için yine trol ve troliçeler tarafından sosyal medyada çağrılar yapılıyor. Milliyetçilerden sonra Ulusalcılarda artık iktidarın ortağı gibi davranıyor. Öyle ki, iktidar partisinin olası rakiplerinin sözde suçlarını dosya halinde basarak jest yapmayı ihmal etmiyor. Nede olsa iktidarda, MİT Tırları Davasında Aydınlık Gazetesine jest yapıp Cumhuriyet Gazetesine yönelmiş, işin asıl kaynağı gazeteyi es geçmişti. Tabii anlayamadığımız, Perinçek ve ekibi Katil Esed’in Türkiye temsilcisi gibi davranırken, Esed’de her gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaretler yağdırırken bu ilişki ağı geliştirilerek nasıl sürdürülmekte?
Haber okumak isteyenler, Türkiye ve dünyada neler oluyor diye merak edenler TRT, AHaber, 24Tv, ÜlkeTv izlemiyor. Sabah, Takvim, Star okumuyor. Toplum Pelikan ya da Barlas TV izlemekten artık bıktı. Bunun yerine sosyal medyadan gündemi takip ediyor. Haberin ve propagandanın mecrasının internete ve sosyal medyaya doğru akmakta. Bırakın isteyen istediği yayın organında yazsın, çizsin, çıkıp konuşsun. Şuan birçok köşesi hatta işi bile olmayan gazeteciler sosyal medyada medya gruplarının milyonlarca liralık harcamalar ve yüzlerce kişi ile yapabildiği etkiden fazlasını bir cep telefonu ile yapabilmekte. O zaman ekranları karartmanın anlamı nedir? TV’den duymayınca, gazetede okumayınca istemediğimiz şeylerin söylenmediğini, yazılmadığını mı zannediyoruz? İnsanları işlerinden kovunca ya da ayrılmaya zorlayınca bunun fark edilmediğini mi düşünüyoruz? Medya grubunun başında olup Pravda gibi manşet atanların, kendi yakını için geleceğin müstakbel lider namzedi şeklinde haberler yapılmasının halkın gözünde komik bir o kadarda iğreti olarak algılandığının ne zaman farkına varacaksınız?
Eski bakanları Halk Bankasını dolandırmakla suçladığı günün ertesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Aydın Doğan’a yapmış olduğu hizmetlerden dolayı teşekkür ediyordu. Bence de bu teşekkürü hak ediyor. O olmasaydı AK Parti ve Erdoğan’ın mağduriyeti ortaya çıkmazdı. Aslında Doğan istemeden de olsa güzel bir misyonu yerine getirdi. AK Partinin yaptığı olumlu olumsuz her şeye muhalefet yaptı. Sonuçta bundan Erdoğan kazançlı çıktı. Keşke Doğan’ı medyayı bırakmaya zorlamasaydı. Oda hizmetlerine devam etseydi. Bu bağlamda yapılması gereken medyanın havuz sisteminden çıkartılması ve çok sesliliğine dönmesidir. Basının bu şekilde görece olarak özgür olması bile AK Parti ve Erdoğan’a içte ve dışta basın üzerinden yapılan eleştirileri ortadan kaldırır. İktidar kendi içinde ise destek verdiği medyanın bu durumundan sorumlu yöneticilerden, komitalardan, akraba bağlarından kurtulmalıdır. Medyasını tekrardan kendi mahallesinin bireylerine, kalemlerine, yazarlarına açmalı, Ulusalcı, Kemalist ve milliyetçi söylemlere kapamalıdır. Sonuç olarak AK Parti zihinsel olarak eleştiriye kapılar yeniden açmalı. Çevresindeki dalkavuklardan, yalaka tiplerden, omurgasız, ilkesiz gazeteci kılıklı menfaat odaklarından soyutlanmalıdır.
Dipnotlar:
1- Londra’da Heathrow havaalanına yeni pist yapılması konusu medyada aylarca tartışıldı. Kaldı ki Londra’nın 3 büyük havaalanı olmasına rağmen.
2- Metrosu hazır Atatürk Havaalanı şuan yıkılıyor.
3- Brezilya 2014 dünya kupasına aday olduğunda yeni yapacağı stat ve alt yapı çalışmaları için milyarlarca dolar harcamak zorunda kalacağı ortaya çıkınca halk günlerce sokaklarda eylem yaptı.
YAZIYA YORUM KAT