1. HABERLER

  2. ETKİNLİK-EYLEM

  3. Medeniyet Vakfı'nda 17 Aralık Operasyonu Değerlendirildi
Medeniyet Vakfı'nda 17 Aralık Operasyonu Değerlendirildi

Medeniyet Vakfı'nda 17 Aralık Operasyonu Değerlendirildi

17 Aralık operasyonu Araştırmacı-Yazar Ali Kaçar'ın sunumuyla Medeniyet Vakfı Konferans salonunda değerlendirildi.

19 Ocak 2014 Pazar 18:00A+A-

 17 Aralık 2013’te başlayan operasyonun, Türkiye’de yeni bir sürecin başladığına değinen Ali Kaçar, AKP iktidarı ile birlikte darbe dönemi bitti, vesayet rejimi de bitti sözlerinin Türkiye’deki sistemi ve arkasındaki küresel güçleri tanımadan yapılan sığ değerlendirmeler olduğunu ifade etti. 1952’li yıllarda kurulan Seferberlik Tetkik Kurulu yani yaygın ismiyle bilinen Gladyo-kontrgerilla varlığını devam ettiği müddetçe darbe döneminin ve vesayet rejiminin sona ermeyeceğini belirten Kaçar; bunun ancak, ABD ile topyekûn bir mücadeleye girişilmesiyle sona erdirilebileceğini dile getirdi.

Yaşanan olaylarda ana aktör konumundaki Fethullah Gülen yapılanmasına ilişkin geçmişe dönük değerlendirmelerinde olduğu programın özetini ilginize sunuyoruz. 

“17 Aralıkta başlayan operasyon sıradan bir operasyon değildir. Şimdiye kadar alışkın olduğumuz türden operasyonlardan çok farklıdır. Türkiye’de her iktidar döneminde yolsuzluk yapılmıştır. Bu dönemde de yolsuzluk yapılmış ve bu operasyondan sonra da yapılmaya devam edecektir. Yolsuzlukları bu tür sistemlerle engellemek mümkün değildir. Ancak bu operasyonun amacı gerçekten sadece yolsuzluk ve rüşvet operasyonu mu? Diyelim ki dershanelere yönelik iktidarın hamleleri söz konusu olmasaydı buna rağmen bu operasyon gerçekleşir miydi? Herhalde gerçekleşmezdi. Öyleyse, bu operasyonun amacı yolsuzluk ve rüşvet değildir. Bu operasyonun amacı siyaseti dizayn etmektir; yolsuzluk ve rüşvet sadece bir kamuflajdır. Operasyon için hazırlıklar 14 ay önce başladığı söylenmektedir. Bu süreçte izlemeler, dinlemeler, delil oluşturmalar, bir üst amirlere, ilgili valilere duyurulmadan, hissetirilmeden yapılmış olması, tam anlamıyla fecaattir. 

Bu operasyonu devletin içerisinde paralel bir yapılanmanın olduğu, bu yapılanmanın arkasında Fethullah Gülen ekibinin bulunduğu, gerek Fethullah Gülen’in ve gerekse bürokratik kesime yapmış olduğu açıklamalarla anlamak mümkündür. 

Peki Fethullah Gülen kimdir, bu zamandır ABD’de yaşıyor olmasına rağmen bu kadar şeyi nasıl becermiştir, herhalde bunun üzerinde durarak konuşmaya başlamak uygun olacaktır. 

Fethullah Gülen, 1941 yılında Erzurum’un Hasankale (Pasinler) ilçesine bağlı bir köyde doğmuştur. İlk okulu dışarıdan bitiren Fethullah Gülen, mahalli bazı hocalardan derinlikli olmasa da özel dersler almıştır. Daha sonra imam olarak tayin edilmiş, 1960’lı yılların ilk yarısında Komunizmle Mücadele Derneklerinde faaliyet göstermiştir. 5 Mayıs 1971 tarihinde, 12 Mart döneminde askeri cuntanın isteğiyle TCK’nın 163. Maddesinden tutuklanmıştır. 7 ay tutuklu kaldıktan sonra, 5 Kasım 1971 tarihinde tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmış ve 1974 yılınnda ise beraat etmiştir. 1980’de 12 Eylül darbesinden sonra askeri cuntanın İzmir ve Ege Ordu Sıkıyönetim komutanlıkları tarafından yakalanma emri yayınlanmıştır. 

Gülen ise 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat askeri darbelerinin destekçisi olmuştur. Kenan Evren için “Kenan Evren cennetliktir. Kucaklayan ve kutsal kurtarıcı bir melektir” demiştir. 12 Eylül sözlerini şu sözleriyle meşrulaştırmaya çalışır. “Asker tam zamanında yetişmese bütün millet olarak inkisar (kırılma,ilenme) içinde ağlamaktan başka çaremiz kalmayacaktı.” Ümidimizin tükendiği yerde Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.” (Sızıntı, Ekim 1980, sayı:21)

Fethullah Gülen’in ABD ve İsrail ile Tanışması

Fethullah Gülen, 9 Şubat 1998’te Papa II. Paul’u ziyaret ettiğinde sunduğu mektubunda “Pek muhterem Papa cenapları, Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazi yardımlarımızı sunmak için size geldik…’’ demiştir. (Bkz. Zaman Gazatesi, 10 Şubat 1998; Aksiyon dergisi, 14-20 Şubat 1998 sayısı) İlginçtir, dinlerarası diyalog Amerika’nın en etkili Yahudi lobisi ADL’nin de temel misyonudur. Nitekim 10 Mart 1988 günkü Zaman gazetesinin bildirdiğine göre ADL, işte bu misyon çerçevesinde Fethullah Gülen’i İstanbul’da ziyaret ederek “diyalog ve hoşgörü kitabı’’ hazırlatmış, İngilizce olarak tüm dünyada dağıtılması için ön ayak olmuştur. Dahası 1998’de Zaman’ın imtiyaz sahibi olan ve Fethullah Gülen’in Papa ziyaretine iştirak ederek Papa’nın ellerini öpen Alaattin Kaya, Aktüel dergisinin 1998 yılı 354. Sayısında yayınlanan söyleşisinde “Gülen’in Papa’yı ziyaretinin gerçekleşmesinde dönemin ADL Başkanı Mr. Hugson’ın kilit rol oynadığı”na özellikle dikkat çekmiştir. 

Gülen, uluslararası ölçekte faaliyetini, ABD’nin Türkiye’de en güçlü olduğu yılda, 1980’de başlamıştır. Devletin içindeki kaynakları o kadar sağlamdır ki, askeri müdahale yapıldığı 12 Eylül’den bir gün sonra 13 Eylül 1980’de hakkında operasyon emrini öğrenip kaçabilmiştir. Gülen örgütüne sıçramayı yaptıran, 1986’da yakalanmışken onu İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı Kuvvetlerinin elinden alan dönemin başbakanı Turgut Özal’dır.

Gülen, ABD ile ilişkilerini gizlemeye gerek duymuyor. Aksine bu ilişkiyi güçlülüğünün bir kanıtı olarak kullanıyor. Gülen, Zaman gazetesinin 4 Eylül 1997 tarihli sayısında Batı ile ilişkiler hakkında şu değerlendirmeleri yapıyor: “Bu manada inanmış bir insanın Batı karşısında, Batı’ya entegrasyon karşısında, Amerika’yla entegrasyon karşısında olması katiyen düşünülemez.’’

Nevval Sevindi’nin Sabah Kitaplarından çıkan, “Fethullah Gülen İle New York Sohbeti’’nde ABD ile Fethullah Gülen’in bağı, açıkça dile getiriliyor. İşte kitaptan bazı seçmeler: “Amerika şu andaki konum ve gücüyle bütün dünyayı kumanda edebilir. Bütün dünyada yapılacak işler buradan idare edilebilir. Amerika hala bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır.’’ (s.6) “Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli. Amerika göz ardı edilerek şurada burada bir iş yapılmaya kalkışılmamalıdır.’’ (s.7) “Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinden hiçbir iş yaptırmazlar. Şimdi bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, bu itibarla, mesela Amerika ile çatıştığınız sürece bu projenin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz.’’ (s.8)

Fethullah Gülen 28 Şubat sürecinde;

1) Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ı ve Refah Yol Hükümetini istifaya davet etmiştir.

2) Başörtüsüne füruattakki bir meseledir demiş, okul mu başörtüsü mü deseniz okulu tercih ederim şeklinde açıklama yapmıştır. 

3) Çevik Bir’e yazdığı mektupla 28 Şubat’ı ve bu sürecin egemenlerini öven sözler sarf etmiştir.

4) Kanal D televizyonunda bir programa katılarak ‘ Sekiz Yıllık Kesintisiz Eğitim’in İmam Hatiplere zarar vermeyeceğini, Refah-Yol hükümetinin yönetimi beceremediğini Kanal D’de Yalçın Doğan’ın programında söylemiştir.

5) 28 Şubat kararlarının uygulamaya konulduğu dönemde askerleri övmüş, askerlerin Erbakan’dan daha demokratik olduğunu söylemiştir.

Akp-Gülen İttifakı Ne Zaman Başladı?

28 Şubat darbesinden 10 yıl sonra Milli Görüş gömleğini çıkarttığını söyleyen Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP ile Gülen’in öncülüğündeki hareket Türkiye’ye damga vuracak bir işbirliğini hayata geçirmiştir. 

27 Nisan olayı AKP hükümetinin TSK ile doğrudan hesaplaşmayı daha uzun süre ertelenemeyeceğini daha açık bir şekilde gösterdi. 2007 Nisan ayının başında, Türkiye’de iktidar çekişmesinin iki değil üç ana aktörü olduğu ortaya çıkmıştır. Bu yeni durumu AKP hükümeti, TSK ve Fethullah Gülen cemaati üçgeni olarak tarif etmek mümkündü.

27 Nisan olayı AKP hükümetine TSK ile doğrudan hesaplaşmayı daha uzun süre erteleyemeyeceğini açık bir şekilde göstermiştir. Artık, bu konuda çok uzun bir süredir hazırlıklar yapmış olan Gülen hareketiyle iş ve güç birliğine gitmeleri kaçınılmazı ve öyle de olmuştur. 

Bu işbirliği ilk meyvesini 2007 genel seçimlerinde vermiştir. AKP’nin yüzde 47 gibi yüksek bir oy oranına ulaşmasında, yıllarca epey işlerine yaramış olan “partilerüstü” imajlarını açıkça riske atan Gülen hareketinin katkısı hayli yüksek olmuştur. Ama hareketin siyasi tarafını en bariz biçimde belli etmesi 12 Eylül referandumunda olmuştur. Referandum da elde edilen başarı da her iki tarafta da yaptıklarının doğru olduğu düşüncesini güçlendirmiştir. 

Ne var ki büyük seçim zaferinden kısa bir süre sonra yeni iktidar bloğunun iki ana bileşeni, AKP ile Gülen Hareketi arasında sorunlar çıktığı söylentileri ortalığı kaplamıştır. Taraflar daha bunları yalanlamaya fırsat bulamadan MİT krizinin patlak vermesiyle iddialar yepyeni boyutlar kazanmıştır. 

Today’s Zaman’a göre, Gülen Hareketi’nin iktidarla arasının bozulma sebepleri;

1. Hükümetin İsrail’le ilişkileri bozması

2. Hükümetin Ortadoğu’ya yakınlaşması

3. Çözüm sürecinde Hükümet’in PKK’yı muhatap alması

Eskiden her türlü haberi AKP’nin lehine yorumlamaya mütemayil olan Cemaat yayın organları üç yıl gibi bir süreden beri her haberi hükümetin aleyhine yorumlamaya mütemayil hale gelmiştir.

Hükümetin dershanelere yönelik düzenleme tasarrufunu gerekçe kılan, bugün artık varlığı herkese aşikar olan devletin içerisinde Gülen ekibi bağlantılı otonom bir yapı önce MGK belgeleri, fişleme iddiaları üzerinden iktidara karşı medya yoluyla yıpratma ve boyun eğdirme operasyonu başlatmıştır. Hükümetin bu şekilde yapılmak istenen siyaset dizaynına direnmesi üzerine 17 Aralık operasyonu gerçekleştirilmiştir. 17 Aralık operasyonunda, yolsuzluk iddiaları siyasal mühendisliğe kılıf kılınmış ve Kemalist vesayetten aşina olduğumuz bir bürokratik vesayet teşebbüsü tedavüle sokulmuştur.

17 Aralık operasyonunun cereyan ettiği bağlam, öncesinde girişilen algı mühendisliği, hem yurt içi hem yurt dışına yönelik hazırlanmış mesajlar, bu operasyonun medya ayağının profesyonel bir şekilde önceden tasarlanması, operasyonun devletteki stratejik kurumlarda yuvalanmış, grup aidiyetiyle hareket eden otonom bir yapının küresel akılla da uyumlu bir siyasal mühendislik çalışması olduğunu ortaya koymaktadır. 

Bu operasyonun hedefi yaklaşan yerel seçimlerde AKP’nin darbe alması ve hemen sonrasında gerçekleştirilecek Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde yolsuzluk dosyaları gölgesinde, demoralize bir şekilde girmesini sağlamaktır.

Gülen ekibinin AKP’yi terbiye etmeyi amaçlayan bu operasyonu, AKP’ye belli bir maliyet çıkarabilir. Yaklaşan seçimlerde oy kaybetmesine de sebebiyet verebilir. Fakat bir siyasi parti için bu senaryoların hepsinin telafisi mümkündür. Siyasi partilerin oyları, iç ve dış gelişmelere ve parti yönetiminin bu gelişmeleri yönetme performansına göre azalıp artabilir.

Buna karşın Gülen ekibi giriştiği bu operasyon ile kendisini varoluşsal bir krize sürüklemektedir.”

ali_kacar_17_aralik_sonrasi_turkiye_1.jpg

HABERE YORUM KAT