‘Medeniyet, Modernleşme ve İslam’
Bartın Özgür Der’de bu hafta ‘Medeniyet, Modernleşme ve İslam’ konusu konuşuldu.
Dr. Ümmet Erkan’ın sunumunu yaptığı seminerde şunlar ifade edildi:
Her medeniyetin en temel kurgusu Mutlak güç (Yaratıcı/Tanrı), Evren ve İnsan üzerinedir. Dünya üzerinde yitip giden sayısız medeniyetin bugün sadece izleri kalmıştır. Binlerce yıl Afrika ve Nil deltasında hüküm süren Mısır medeniyeti, Hint alt kıtasında zengin bir teleoloji ve metafizik söylemlere dayalı Hint medeniyeti, insan gerçekliğini kendi ruhsal deneyiminde araması gerektiğini dile getiren Çin ve Orta Doğu’da kurulu Sümer, Babil, Asur, Akad, İran medeniyetleri dünyanın kadim uygarlıklarıdır.
Bugün dünya üzerinde hayatiyetini sürdüren canlı medeniyetler içerisinde öne çıkan ikisi Batı uygarlığı ve İslam medeniyetidir. Batı uygarlığı özellikle son üç yüz yıl içerisinde dünyaya egemen olmuş hem maddi hem de etki gücü sayesinde küresel bir hegemonya haline gelmiştir. Dünya tarihi içerisinde 3 bin yıldan uzun süren Mısır uygarlığı düşünülürse üç yüz yılın ne kadar az bir dönemi ifade ettiği görülebilir.
Roma’nın küresel bir güç olma stratejisine uygun bir teolojik araç olan Hıristiyanlık, Roma’nın tek boyutlu uygarlığına da bir genişleme olanağı sağlamıştır. Bir Doğu dini olan Hıristiyanlığın mesajı hızlı biçimde anlamından ve bağlamından koparılmıştır.
Peki insan neden dünyadan Tanrı’yı kovmak istemiştir? Bunun yanıtını Kur’an vermiştir: “Kendi hevasını ilah edinmek için.” Yani artık insan ahlaki ve insani bağlarından kurtulmuştur. Ona haddini aşmaması, diğer insanlara barbarca davranmamasını söyleyen bir ses duymak istememektedir. Böylece Batı düşüncesi milyonlarca insanı köleleştirmiş, onları kendi kurmuş olduğu atölyelerde, tarlalarda köle olarak kullanmış, işine yaramayacak olanları katletmiştir. Bunun en güzel örneği II. Dünya Savaşı’nda yaklaşık 100 milyon insanın ölmesidir. Bu savaşta en temel ahlaki hükümler çiğnenmiş, şehirler, okullar, hastaneler vurulmuş, esirler öldürülmüş, kadınların ırzına geçilmiştir.
Batı uygarlığı dünyanın tamamına yakın kısmını 20. Yüzyılın başında sömürge haline getirmiş, onların bilinçleri üzerinde de bir iktidar kurmak için oryantalizm üzerinden bir Tanrılık iddiasında bulunmuştur. Batı, Doğu üzerindeki üstünlüğünü ezeli ve ebedi kılmak istemiş, tarihi yeniden yazarak kendi hegemonyasını Doğulu bilinçlere kabul ettirmeye çalışmıştır.
Batı uygarlığının bir diğer önemli yönü ise insanı eşyaya indirgemiş veya dönüştürmüş olmasıdır. Araçsal akıl adı verilen düşünce ile insanın ontolojik hakikati ortadan kalkmış, insan ile nesne arasındaki ayrım flulaşmıştır. İnsan, Allah’ın yeryüzündeki halifesi makamından herhangi bir nesne, araç veya malzemeye indirgenmiştir. İnsan, üreten ve tüketen bir varlık olarak tanımlanmış, insan performansı istatistik ölçümlere tabi tutulmuştur. İnsanın değeri üretim potansiyeli ile tanımlanmaya başlamış, insan makinanın bir aksamından bizzat makinenin kendisine dönüşmüştür.
Seri üretim bantlarından eşya üretir gibi insan üreten ve insanı hasta eden bugünkü kurgu insana bir çıkış yolu sunmamakta, onu olabildiğince soru sormaktan uzak tutmaya çalışmaktadır. Sürekli eşya değiştiren, yıl sonu yapacağı tatilin hesabını yapan, hisleri ve hayatı kurgulanmış insan için küçük mutluluklar sağlanarak yaşamış olduğu depresif psikoloji sınırlandırılmaya çalışılmaktadır. Deleuze’ün dediği gibi kapitalizm bir hastalıktır. Bu hastalığını ancak sağlıklı kişilere bulaştırarak işler. Nietzsche’nin dediği gibi Batı uygarlığı nihilizmle sonuçlanmıştır. Hayatın bir anlamı yoktur.
Bütün bu çıkmazlar ortada iken bizim gibi ülkelerde Batı bilimine tapan, onun sosyal bilimlerini değiştirilemez bir hakikatmiş gibi kutsayan akademisyenler, kendi medeniyet perspektifinin sağlamış olduğu zengin deneyime bigâne kalmaktadır. Batı, bugün bir çıkmazdadır. Batı düşüncesi Faşizmle sonuçlanmıştır. Faşizm milyonlarca insanın iradesini birkaç zalimin eline terk etmiştir. Etik bağlamını yitiren Batı, kendi yarattığı dünyadan bir çıkış yolu aramaktadır. Fakat Batı felsefesi kendi fasit dairesi içinde dönmekte, bir çıkış yolu bulamamaktadır. Bugün insan hiç olmadığı kadar totaliter bir dünyada yaşamaktadır. Meta kapitalizminin elinde bir araçtır.
Bugün en önemli sorunlardan biri de yaşadığımız zihin karışıklığıdır. Ne düşmanı görebiliyoruz ne de kendimizi nasıl müdafaa edebileceğimizi kestirebiliyoruz. Düşman artık bilincimize sızmıştır. Düşman bir işgalci olmanın ötesinde bir düşünme biçimi, bir bilinç düzeyidir. Sorunumuz İslam medeniyetinin sahip olduğu düşünme biçimi ile olaylara bakmak yerine hâlihazırdaki durumumuzu veri olarak kabul edip buna uygun bir meşruiyet arayışına girmiş olmamızdır. Bu da bizi yeni sorunların içerisine hapsetmektedir.
İslam medeniyeti dediğimiz ise bugün yaklaşık 14 asırlık bir deneyimdir. Bu deneyim Allah’ın Adem’den beri göndermiş olduğu dinlerin son halkasıdır. Mesaj hep aynıdır. Kula kulluğu ortadan kaldırmak, dünyaya adalet temelinde bir nizam vermek ve insana ontolojik olarak var oluşunun amacını göstermek. İslam medeniyetinin son halkası olan dinimiz binlerce yıl içerisinde kurumsallaşmış, zengin bir kültür, bir hukuk sistemi, çevre ve toplum etiği, madde ve mana medeniyeti inşa etmiştir. Allah, evren ve insan üçlüsüne bambaşka bir anlam yüklemiştir.
Kaynağını Allah’tan alan dünya düzeni, evreni insanın emrine amade kılmış fakat onu sorumsuz bırakmamıştır. İnsana dağların bile yüklenmekten çekindiği bir yük yüklemiştir. Bu yük, onun adına yeryüzünde düzeni sağlamaktır.
İslam medeniyetinin mesajı çağlar üstüdür ve her çağda yeniden yorumlanmaya uygundur. Araplar özellikle 12. Yüzyıla kadar Bağdat, Şam, İskenderiye, Kurtuba gibi şehirlerde İslam’ın hem felsefi hem de ilmi derinliğinin gelişmesini sağlamıştır. Yunan felsefesi ile temas eden ve onu yorumlayan Müslüman filozofların Yunan yaşamından etkilenmemiş olması, Yunanlığın içimize sızmasına engel olmuştur. Oysaki Avrupa’da Latinlik hatta Hıristiyanlık üzerinde Yunan düşüncesi Batı düşüncesine sızmayı başarmıştır.
İslam medeniyeti Adriyatik’ten Çin seddine, Afrika çöllerinden Moğol bozkırlarına, Hint alt kıtasından Malay topraklarına kadar geniş bir bölgeye yayılmıştır. İslam’ın Batı uygarlığı karşısında direnç gösterme potansiyeline sahip tek medeniyet olduğunu, onun bozulmamış sahih kökenlerini tanıyan Batılılar için en büyük tehlike, bu medeniyetin yeniden kültürel mirasına sahip çıkmasıdır.
Peki ne yapılmalıdır? Elbette biz insanız. Elimizde bütün dünyayı düzeltecek bir çare de yoktur. Dünyayı var eden Allah’tır. O, dilemedikçe biz de dileyemeyiz. Yani Batılıların düştüğü hata gibi elimizde ne bir ideolojik çerçeve ne dört başı makbul bir çizelge var. Çünkü bu düşünce de Batı’ya özgü bir hastalıktır. İdeolojilere alternatif yaratma, bütün insan gerçekliğini bir ideoloji ile açıklama indirgemeci bir hastalığın göstergesidir. Biz Müslümanca yaşamayı ve ölmeyi niyet etmedikçe eylemlerimizin istediğimiz sonucu vermesi mümkün değildir. Dünyaya tıpkı Batı gibi hükmetmek, daha fazla maddi güç veya servet elde etmek niyetiyle yaklaşıyorsak yine totaliter bir düşünce üretiriz.
Allah, izzet Allah’a ve ona tabi olanlara aittir demişken izzeti Batı’nın onamasına bağlayan kafalar içine düştükleri gaflet çukurundan çıkamazlar. İman ve niyet en güçlü irade iken Batı’ya teknoloji üreterek direnmeye çalışmak sadece yeni kısır döngüler üretir. Bu teknoloji üretmemek anlamına gelmez. Fakat onu kullanacak insanın niyeti belirlenmeden üretilen teknoloji insanı esir eder. Biz Müslümanlar olarak onlar gibi zengin, onlar gibi silahlara sahip olunca güçlü olacağımız zehabına kapılıyoruz. Oysa ki Golyad’ı öldüren Davut silahıyla değil niyetiyle zafer kazanmıştı.
Bugün insanı demir kafese hapseden, anlamını yitirmesine yol açan, yoksullaştıran, dünya çapında sömüren bir uygarlık bizden çözüm beklemektedir. Bu çözüm bu sorunları tedavi etmekle değil, sorunun kaynağına inmekle mümkündür. Bu hastalığı üreten bünye, bu sorunlar çözülse bile yeni sorunlar üretecektir. Bu nedenle Batı’nın periferisi, onun arkasını toplayan birileri olmak yerine kendi medeniyet perspektifimizi önce kendi nefsimizden, sonra aile ve yakın çevremizden başlayarak yeniden inşa etmemiz gerekir. Bunun da kılavuzu binlerce yıldır elimizde olan, tertemiz akan bir nehir gibi Allah’ın kitabı ve onun kutlu nebisinin yaşayan deneyimidir. Son peygamberin kılavuzluğu, Kuran’ın ışığı ve onun muhkem hükümleri bu karanlık çağda bize yol gösterecektir. Yolumuz zor ve çetindir. Fakat nice zorlu düşmanlar, Allah’ın iradesi ile müminlere boyun eğmiştir. Niyet bizden, cehd bizden, sonuç Allah’tandır. O ne güzel vekildir.
HABERE YORUM KAT