Mazlumder’den Başsavcıya: Saplantılarından Kurtul!
Mazlumder, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısını ideolojik saplantılarından kurtulmaya, hukuka ve evrensel değerlere saygı duymaya çağırdı.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, dün kuvvetler ayrılığı ilkesini hiçe sayan ve yasama organına emir veren ve tedbir uygulamakla tehdit eden bir basın açıklaması yapması üzerine Mazlumder Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı önünde basın açıklaması yaptı.
Açıklamanın tam metni:
Başsavcıyı İdeolojik Saplantılarından Kurtulmaya, Hukuka ve Evrensel Değerlere Saygı Duymaya Çağırıyoruz
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 20.10.2010 günü, kuvvetler ayrılığı ilkesini hiçe sayan ve yasama organına emir veren ve tedbir uygulamakla tehdit eden bir basın açıklaması yapmıştır.
Başsavcısının söz konusu açıklamasında, dini değerlere dair insan hak ve özgürlüklerinin kullanımına yönelik yaklaşım, modası geçmiş pozitivist/modernist din algısına sahip bir zihnin yaklaşımıdır.
Bir hukuk metni olmaktan çok ideolojik muhtıra dilini kullanan açıklama, fiili bir durum olarak uygulanan başörtüsü yasağına temel teşkil eden dayanakların hukukiliği konusundaki sorunları taammüden dikkatten kaçırmaktadır. Açıklama metninde Anayasa Mahkemesi'nin yasa koyucu gibi davranamayacağı, temel haklara ilişkin kısıtlamaların ancak yasa ile yapılabileceği gibi en temel hukuk bilgisi göz ardı edilmiş, politik ve ideolojik bir dil kullanılmıştır.
Başsavcının açıklamasındaki hukuki sorunlar bununla da kalmamaktadır. Başsavcı, hayatın rutini ve realitesi içerisinde eski anlamını yitirmiş olan ve kendisinin dahi "şapka giymek" gibi bir kısım hükümlerini uygulamadığı "Devrim Yasaları"na atıf yaparak, nostalji ile realite arasında intibak zorluğu çektiğini de göstermektedir.
Açıklamada "…yüksek öğretim kurumlarındaki öğrencilerin giyimlerini düzenlerken türban kullanımına dinsel inanç nedeniyle geçerlilik tanımak, kamu hukuku alanındaki bir düzenlemeyi dinsel esaslara dayandırma suretiyle laiklik ilkesine aykırılık oluşturur..." denilmektedir. Dini hiçbir değerin tezahürüne tahammül edemeyen pozitivist/modernist çevrelerin sübjektif laiklik yorumunu esas alan bu yaklaşım evrensel değildir, gerçekliğe tekabül etmemektedir, demodedir, onun için de kabul edilemezdir.
Başsavcının yasağı savunan tavrı sübjektif kabullerine ve ideolojik tutumuna uygun olabilir, ama kendisinin de uymak zorunda olduğu ulusal ve ulusal üstü mevzuata uygun değildir. Bu saplantılı tutum Anayasa'nın 10., 13. ve 42. Maddelerine, TCK'nın 112. ve 122. Maddelerine, AİHS 1. Protokolü 2. Maddesi ile AİHS 9. Maddesine ve BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi 13. Maddesi'ne aykırıdır.
Başsavcı, azlıkta olan bir grup dindar insan gibi, başörtüsü takmanın dini gerekliliğine inanmayabilir, ya da dini bir zorunluluğun kamu hayatında feragat edilmesi gerektiğine de inanabilir, bu onun kişisel tercihidir. Ama kamu gücünü kullanarak pozitivist bir misyoner gibi bütün topluma mühendislik yapmaya çalışması kabul edilemezdir. Kaldı ki yasağı savunanların önemli bir kısmı da, başörtüsünün gerçekte dinin emri olmadığı şeklinde bir başka dini yorumda bulunmaktadırlar. O halde, "baş örtmenin bir dini kural olduğu" ve mevzuatın ona uygun yapılması gerektiğini söylemek ne kadar laikliğe aykırı(!) ise, bir takım çevrelerin "baş örtmenin dinin emri olmadığı" yorumundan yola çıkarak yasağı savunmak da aynı derecede dine dayalı bir tutum olup laikliğe aykırıdır(!) Ama savcılık makamı, dini gerekçeyle yasağa karşı olanlara yaptırım tehdidinde bulunurken dini gerekçeyle yasakçılık yapanlara aynı davranmamaktadır. Bu akıl yürütme bile tek başına başsavcının pozitivist/modernist din anlayışının ne kadar gerçekliğe aykırı ve kendi içinde çelişkiler barındırdığını ortaya koymaktadır.
Başörtüsü konusunu Başsavcı gibi seküler zihne sahip bir muhataba anlatırken, Müslümanlara has subjektif kavramları kullanmak yerine evrensel jargonu kullanmak, meramı anlatmak bakımından daha elverişlidir. Bu çerçevede başsavcıya sözümüz şudur: Başörtüsü, temel hak ve özgürlüklerden olan ifade özgürlüğü kapsamına girer; eğitim hayatı ya da iş hayatında kıyafetten dolayı yaşanan hak kayıpları insan hakları ihlalidir. Kamu güvenliği ve genel ahlak gibi zorunluluklar dışında kimsenin ifade özgürlüğü tartışılamaz. Genel ahlak, zamana ve zemine göre toplumun normalini ifade eder ve elbette değişkendir. Bir ifade, bu iki kısıtlayıcı duruma takılıyor ise, ancak yasa kudretinde bir tedbirle ve tayin edilmiş bir zaman için olmak koşuluyla ertelenebilir. Eğitim hayatında ya da iş hayatında. yüzü tamamen örtecek ve kişinin tamamen tanınmasını engelleyecek giysi kullanılmayacağı gibi plaj kıyafeti de giyilemez. Kıyafet kişinin kendini ifade biçimidir, estetik tercihidir ve kimseyi ilgilendirmez. Kamu idaresi bazı mesleklerin icrası için üniformalar tayin edebilir. Temel haklardan olan ifade özgürlüğünü kısıtlamamak koşuluyla üniforma tayini mümkündür. Bir kimse tercih hakkını kullanarak saçını göstermek istemiyorsa, üniforması da bu talebe uygun modifiye edilebilir ve böylelikle her mesleği icra edebilir. Kamuda hizmet veren kimse kendi subjektif tercihine uygun kıyafet giyemez, bu onun tarafsızlığını bozar yaklaşımı tamamen akıl dışıdır. Bir başka ifade ile, başını örtenler başını açanlara tarafsız davranamazlar demek, zımnen, başını açanlar başını örtenlere tarafsız davranmıyorlar demektir. Bu elbette hastalıklı bir yaklaşımdır. Kısacası, gerek eğitim hayatında gerekse de çalışma hayatında hem özgürlükleri hem de sosyal barışı korumanın yolu "aynı şekilde özgür ve aynı şekilde eşit bireylerin tercih hakları da aynı şekilde saygındır" yaklaşımını benimsemekten geçer.
MAZLUMDER Başsavcı ve kamu gücü kullanan diğer görevlileri, evrensel ilkeleri ideolojik takıntılarına kurban etmemeye çağırır.
Ahmet Faruk Ünsal
Mazlumder Genel Başkanı
HABERE YORUM KAT