Mayınlı Araziler Üzerinden Siyaset Üretmek
1956 yılında dönemin başbakanı Adnan Menderes’in emriyle; kaçakçılığı önleme maksatlı olarak Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin ve Şırnak’a kadar Suriye sınırına döşenen kara mayınlar, 1980’li yıllardan sonra Suriye sınırından PKK geçişini engellemek amacıyla yoğunluğu arttırılarak Irak ve İran sınırlarına da döşenmişti.
Suriye sınırına döşenen mayınların, altı yüz bin civarında; Irak ve İran sınırlarına döşenen mayınların ise üç yüz bin civarında olduğu ve her üç ülke sınırına döşenen toplam kara mayınlarının sayısının bir milyona yakın olduğu sanılmaktadır.
1956 yılında döşenmesine karar verilen ve 1957-1959 yılları arasında güneydoğu sınırına döşenen bu kara mayınlarının döşendiği arazinin boyu, beş yüz on kilometre uzunluğunda, eni ise üç yüz elli ile yer yer altı yüz elli metre civarlarında bir alanı kapsamaktadır.
Yaklaşık altı - yedi yüz bin mayının döşeli olduğu sanılan mezkûr alanın tamamı iki yüz on altı bin kilometre kare tutarında bir alandır. Bu arazinin yüz seksen altı bin dekarı Hazine’ye, otuz bin dekarlık bir arazi ise Devlet Demiryolları ile Tigem’e ve T.C vatandaşlarına ait olduğu belirtilmektedir.
Türkiye’nin güneydoğusu sınırlarına döşenen mayınlar seksenli yıllara kadar kaçakçılığı önlemiş olsa da seksenli yıllar sonrası başlayan ve Suriye topraklarından yönelen PKK saldırılarını önleme de başarılı! olamadı.
Tüm dünyada “Globalleşme”nin önünün açılması ile sınırlar arasındaki mayınların hükmü kalmamış oldu. Çünkü artık isteyen istediği yabancı malı getirebilmekte, yabancı paralar ülke içersinde para piyasasında dolaşabilmekte, ülke halkları sınır kapılarından rahatlıkla birbirleri sınırlarına geçebilmekteydiler. Neticede bütün bu dış unsurları; “yerli malı yurdun malı” sloganı ile yerli imalat ve sanayi koruma amaçlı olarak onlarca yıl yasaklayan zihniyetin bunu sağlamak için ülke sınırlarına döşediği mayınların da kaçakçılığa karşı işlevi sona ermiş oldu.
1 Mart 1999 tarihinde, bütün dünyada büyüyen kara mayınları sorununa karşı; anti-personel mayınlarının kullanılması, depolanması, üretimi ve transferinin yasaklanması ve imhasına dair, Kanada’nın Ottowa şehrinde, 146 ülke tarafından imzalanan bir sözleşme yapıldı.
Ottowa’da yapılan sözleşmenin ilginç tarafı A.B.D, Rusya, Çin gibi süper devletlerin yanı sıra Türkiye’nin komşusu Irak ve 41 ülke daha anlaşmayı imzalamayarak askıda bekletmektedirler. Ottowa anlaşmasının hızlı ilerlemesi için önemli bir engel olan bu durum aynı zamanda dünyanın tepesindeki! Emperyalistlerin ikiyüzlülüğün de bir göstergesidir.
Türkiye Cumhuriyeti ise "Anti-Personel Mayınların Kullanımının, Depolanmasının, Üretiminin ve Devredilmesinin Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme"ye (Ottowa anlaşması) katılmasına ilişkin bir yasayı, 12 Mart 2003 tarihinde TBMM'de kabul etmiştir. TBMM’den geçen bu yasa 1 Mart 2004'de yürürlüğe girmiştir.
Ottowa sözleşmesinin 5. madde birinci fıkrasında yer alan amir hüküm şöyledir: “Taraf Devletlerden her biri, yetkisi ya da denetimi altında olan mayınlı alanlardaki bütün anti-personel mayınları bu Sözleşmenin söz konusu Taraf Devlet için yürürlüğe girmesinden sonra on yıldan daha geç olmamak şartıyla mümkün olan en kısa zamanda imha etmek ya da imha edilmesini sağlamakla yükümlüdür.” Buna göre Ak partisi hükümetinin, Türkiye sınırları içerisinde toprak altındaki kara mayınlarını 1 Mart 2014 yılına kadar arındırması gerekmektedir.
Türkiye devleti güneydoğu sınırındaki kara mayınlarını temizlemeyi Ottowa anlaşmasından çok önceden beri düşünmekteydi. Ancak her ne hikmetse iktidara gelen hükümetler kaynak yetersizliğinin ve ekonomik krizlerin arkasına sığınarak mayın temizleme işlemini ha bire ertelemiştir.
1992'li yıllarda sınırlarına döşeli kara mayınlarının temizlenmesi için hamle yapan T.C hükümeti bu görevi Genelkurmay başkanlığına tevdi etmiştir. Ancak yıllar geçtiği halde kara mayınlarının temizlenmesi hamlesinden bir sonuç çıkmamıştır.
Kara mayınları temizliği konusu 2001 yılında Ecevit hükümeti döneminde de gündeme getirildi ve yapılan fizibilite raporlarına göre 25 milyon dolarlık bir maliyet tespit edildi. 2001 ekonomik krizinin bütçeye olumsuz etkisi yüzünden kaynak ayrılamadığı için konu akim kaldı.
2003'te Ak Partisi iktidarıyla birlikte, kara mayınlarının temizlenmesi için 25 milyon dolarlık bir kaynak bütçeye konuldu. Ancak Genelkurmay Başkanlığı’nın, mayın temizleme işleminde kullanmak üzere alması gereken 3 takım mayın temizleme makinesinin toplam maliyeti 15 milyon dolara yükseldiği için kaynak yetersizliği, malzeme ve eğitimli personel azlığı gerekçesiyle Genelkurmay; kendisine bütçeden tahsis edilen 25 milyon doları iade ederek; Kara mayınları temizleme işleminin, NATO İkmal ve Bakım Ajansı (NANSA) tarafından ya da M.S.B’nın ihale yoluyla hizmet satın alma işlemi ile yaptırılmasını önermiştir.
Mayınların temizlenmesi işleminde bütün yollar bütçeden kaynak istediği için Ak partisi hükümeti bu işi, dâhiyane bir buluşla! Yap–İşlet-Devret usulü ile bütçeden kaynak ayırmadan yaptırma girişiminde bulunmuştur.
Bunun için AK partisinin geçmişte sınırındaki kara mayınlarının bir kısmının temizlenmesi amacıyla Bakanlar Kurulu kararı çıkararak, mayınlı arazinin mayından temizlenmesi ve temizlenen bu arazinin, mayını temizleyen şirkete tarımsal amaçlı kullandırılması için ihale açmıştır. Bu sebeple 3 yıl önce 20006 yılında mayın temizliği için ihale yapıldı. Açılan bu ihaleye CHP’nin yaptığı itiraz üzerine Danıştay 13. Dairesi tarafından, mezkûr ihalenin durdurulması kararı alınmıştır.
Aradan geçen süreçten sonra AK partisi hükümetinin mahalli seçimlerden çıkmanın verdiği rehavet ortamını fırsat bilerek Suriye sınırındaki mayınlarla ilgili olarak geçen hafta içinde T.B.M.M’den yeni bir Yap–İşlet-Devret usulü ihale kanunu çıkarma girişimde bulunmuştur. Ancak T.B.M.M’deki siyasi partilerin aşırı muhalefetini ve yurt sathındaki S.T.K’lardan, özellikle İslami kesimden ummadığı bir tepkiyi almıştır.
Bunun üzerine Yap-İşlet-Devret formülünden çark etmiş gözükerek muhalefet ile diyalog ile işi çözmeye çalışsa da Ak partisi ve başbakan’ın hülle! Yollu istediği kararı çıkarmak için mayınlı araziye dolandığı! Gözlemlenmektedir.
Türkiye’deki mayınlı arazinin 2014’e kadar temizlenmesi gerekmektedir. Zaman daralmıştır ve kalan süre mayınların temizlenmesi için ancak yeterli olabilecek bir süredir. Bu işlem için kaynak gerekmektedir. Tüm dünyadaki global finansal krizin etkisindeki Türkiye’nin ekonomik göstergeleri baş aşağı çakılma trendindedir. Bu sebeple mayın temizliği için genel bütçeden kaynak ayırmak hükümetin işine gelmemekte ya da bunu öne sürmektedir. Çünkü mayın temizlemenin bir yıllık bedeli bir miktar ekonomik kriz olmasına rağmen Başbakan’a alınan uçağa ayrıldığı söylenmektedir. Yine başbakanın deyimiyle mayın temizleme işlemini yapacak aletlerin Ostim’de bulunabileceği söylemini de hatırlara getirelim. Demek ki Türkiye bu işi kendi imkânları ile başarabilir.
Kara mayınlarının temizlenmesinde kullanılacak ihale metodu tartışmalarını bir tarafa bırakacak olursak; mayınların temizlenme işi bir şekilde genel bütçeden ayrılan kaynakla Genelkurmay veya (NANSA) eliyle yaptırılsa dahi asıl vahamet ondan sonra başlayacaktır ki, zannımızca Ak partisi ve başbakan bu olgudan hayli endişelidir. Türkiye’de koparılan fırtına da bu sebeptendir kanaatindeyiz. Siyasetçiler güneydoğu’daki mayın temizliği sonrası oluşacak tablonun getireceği rant için önceden siyasi yatırım yapma peşinde gözükmektedirler.
Temizlenen mayınlı arazi bölge halkına dağıtılırsa P.K.K devreye girerek Akdeniz’e kadar olan bu koridoru ele geçirmiş olacak vehmi pompalanarak bölge halkına arazi dağıtımının tehlikeli olduğu mesajı işlenmektedir. Dolayısı ile mayınlı arazinin temizlenmesi sonrası oluşacak ortam etnik açıdan değerlendirilmeye çalışılmaktadır.
Temizlenen arazinin bölge halkına dağıtılmadığında, oluşacak siyasi ortam, Ak partisi için gelecek üç yıl içindeki genel seçimlerin bölgede kaybedilmesi sonucunu ve aynı zamanda bölge politiğine oynayan diğer partinin zaferini! Doğuracaktır.
Alternatif olarak yine başbakanın dediği gibi temizlenen arazinin, büyük arazili tarım için projelendirilmesi gerekecektir ki, o zaman da bu araziden hak alamayan bölge halkının tepkisini alacaktır. Bu durum yine Ak partisinin siyasi olarak zarar görmesine neden olacaktır.
Bütün bu seçeneklerin siyasi sonucu Ak partisi ve başbakanın gözünü korkutmuştur. Ve çareyi mayınlı arazinin 44 yıllığına Yap-İşlet-Devret formülü ile ihale yoluyla temizlenmesini sağlayarak çıkan neticeyi 44 yıllığına gelecek iktidarlar dönemine pas etmek istemektedir.
Ancak bu aşamada Yap-İşlet-Devret ihalesine girecek firmalar önem kazanmıştır. Şu anda Türkiye gündemini de bu husus tutmaktadır. İhaleye on dört civarında şirketin talip olduğu/olacağı söylentileri olsa da, kara mayınları temizleme işinde sertifika ve ihale gereklerini yerine getirebilecek olan şirketlerin İtalyan ve İsrail firmaları olduğunun da altı çizilmektedir.
Mayın temizleme mekanizasyonu üretiminde İsrail ve Kanada şirketleri ilk sıralarda. Bu şirketlerin yanı sıra, Almanya, Rusya ve Hırvatistan gibi birçok ülkede mayın temizliği mekanizasyonu üretimi yapan şirketler bulunmaktadır.
Dikkat çekici nokta ise İsrail hükümetinin, Türkiye’nin mayın döşeli sahalarında ve GAP bölgesinde tarım yapmak istediğinin resmi yollarla Türk hükümetine iletildiği iddialarıdır. Bununla birlikte T.B.M.M’de mayın temizleme ile ilgili ihale kanunu görüşmelerinin başladığı sıralarda İsrail büyükelçisinin güneydoğu bölgesine yaptığı ziyaret ve bunun ardından T.B.M.M’deki mayın temizleme ihalesi ile ilgili kanunun görüşmeleri sırasında gerçekleştirdiği meclis ziyareti İsrail’in bu işlerin müdahili olduğu intibaını güçlendirmektedir.
Basında mayın temizleme işleri yapan ünlü İsrail firmalarının isimleri bile sıralanmaktadır. Bunlar arasında Maavarim Ltd/Civil Eng. Co, Quadro Ltd, Reinmetal(Almanya)/IEOD(İsrail)/Rumital(Hırvatistan) konsorsiyumu, MTOT ltd. isimli İsrail şirketleri bulunmaktadır.
Arkasında Yahudi lobisi ve onların destekçisi güçlerin olacağı İsrail şirketi/şirketleri ihaleyi kazanması olası görülmektedir. Böylece Siyonist İsrail devletinin veya onun destekçisi küresel güçlerin fonlamaları ile ihaleyi alan İsrail şirketleri 44 yıllığına bölge arazilerinin kullanım haklarına sahip olabileceklerdir.
Bu durum Siyonist İsrail’in arayıp da bulamayacağı ve gelecekte küresel ısınmanın en çok etkileyeceği Ortadoğu’da kendisine olağanüstü stratejik üstünlük sağlayacak bir avantajdır. Siyonistler 44 yıllığına bölgede ayakta kalabilmenin lojistik desteğini elde etmiş olacaklardır.
Neticede Siyonistler, küresel ısınma tehlikesinin had safhada dillendirildiği gelecek 44 yılında Türkiye topraklarını istedikleri gibi ekip biçip İsrail’de tüketebilecekler ya da dünya tarımsal pazarlarını yönlendirebileceklerdir.
Bununla birlikte sağladıkları stratejik üstünlükle Gazze ve Filistin’e rahatlıkla bombalar atabilecekler, İran Suriye ve diğer bölge ülkelerini pervasızca tehdit etmeye devam edeceklerdir. Siyonistlerin arayıp da bulamadığı bir nimet! Değil mi bu?
Güneydoğu sınırındaki mayınların temizlenmesi ihalesi ile ilgili kanun, muhalefet ve S.T.K’ların yoğun muhalefetine rağmen Ak partisi oylarıyla T.B.M.M’den geçmiştir.
Başbakanın bu konudaki gerilimi arttıran ve sert üslubuna rağmen Mayınlı arazilerin temizlenmesinin İsrail firmalarına ihale edileceğine inanmamaktayız. Peki, bu kadar kargaşa neden derseniz, bunun iktidar açısından ve muhalefet açısından siyasi sonuçları üzerinde durmak gerekmektedir.
Kanaatimizce Başbakan, Davos çıkışı sonucu ipleri gerdiği Türkiye-İsrail ve diaspora Yahudi lobileri üzerindeki olumsuz havayı kendi lehine yumuşatmaya çalışmaktadır. Eğer Türkiye’de sert muhalefet oluşmamış olsa belki de mayından temizlenen bu araziler sessiz sedasız İsrail firmalarına ihale edilerek Siyonistlerin Davos’ta yedikleri şok böylece beklenmedik bir şekilde sterilize edilmiş olacaktı.
Başbakan mayınlı arazilerin temizlenmesi ile ilgili muhalefetin tepkisini lehine kullandığı kanaatindeyiz. Bu arazilerin İsrail firmalarına verilmemesinin sorumluluğunu C.H.P ve M.H.P üzerine atarak aynı zamanda İsrail kaynaklı tepkileri muhalefet üzerine kanalize etmektedir. İsrail büyükelçisinin T.B.M.M’deki C.H.P milletvekilini ziyaretini bu yönde bir delil olarak değerlendiriyoruz.
Muhalefetin mayınlı arazilerin temizliği ihalesi kanunundaki sert muhalefetini de bölgedeki oy rantını elde etmeye yönelik olduğu kanaatindeyiz. Eğer Ak partisi ihaleyi 44 yıllığına İsrail veya diğer ülke firmalarına verirse muhalefet bölge halkına gördünüz mü Ak partisi size verilecek arazileri yabancılara peşkeş çekti diyerek bölge oylarına talip olabileceklerdir.
Şayet diğer yollarla –iç talep ve NANSA- mayınlı arazi temizlenirse yine bölge halkına dönerek, bakın bizim sayemizde bu iş oldu propagandasında bulunarak oylara talip olabileceklerdir. Bunun yanı sıra temizlenen araziler bölge halkına değil de büyük şirketlere pazarlanacak olursa bu durumda da Ak partisinin bölge halkını geri bıraktığı ve haklarını elinden aldığı propagandaları ile bölgedeki oy rantını elde etmeye çalışacaklardır.
Ak partisi ve başbakan mayınlı! bir siyasetin içine girmiş bulunmaktadır. Bundan salimen çıkış çaresi, C.H.P’nin Anayasa mahkemesine giderek mayınlı arazilerin temizliği ile ilgili kanununu iptal ettirmesidir. C.H.P’nin, Ak partisinin en büyük yardımcısı sözünü doğrularcasına bir durum gündeme gelecektir.
Zannımızca başbakanın gerilimli ve sert üslubu muhalefeti bu yola itmektir. Böylece kanun iptal edilmiş olacak ve mayınlı arazilerin temizliği işi sürüncemede bırakılacaktır. Ne zamana kadar?
Başbakan’ın bu konuda bir güvencesi de vardır. Bakın Ottowa sözleşmesi Ak partisi ve başbakanı mayınlı! sıkıntıdan nasıl kurtarmaktadır!...
Ottowa sözleşmesi 5. madde 3. fıkrası şöyle demektedir: “Bir Taraf Devlet, 1 inci fıkrada söz konusu anti-personel mayınların hepsini belirtilen zaman zarfında imha edemeyeceği veya imha edilmesini sağlayamayacağı kanaatine varırsa, Taraf Devletler Toplantısına veya Gözden Geçirme Konferansına, bu tür anti-personel mayınların imhasını tamamlamak için son mühletin 10 yıla kadar uzatılması talebinde bulunabilir.”
Bu durumda mayın temizliği 2024 yılına kadar sarkmaktadır ki, bunun daha da uzatılması ile ilgili fıkralarda Ottowa sözleşmesinde mündemiçtir.
Gördünüz mü siyaset nasıl yapılıyor, ya da siyaset nasıl üretiliyor? Satranç oynar gibi. Oluşan duruma göre siyaset belirleme böyle yapılıyor demek ki!.. Nereden oy veya siyasi yarar gelecekse o tarafa dönüyorsunuz. Sonra halka dönüp bu sizin yararınıza diye onu susturuyorsunuz..
Havanda su dövme diye buna denir!... Millet de kırmızı beze! saldırıp dursun!... Siyasetçi her zaman onu oyalar ve haklar!... Siyasetçinin dediği olur. Akıbet hep aynı!.. Cambaza bak derken, vatandaşın oyu ceplere!... Başörtüsünde ve diğerlerinde de olduğu gibi…
YAZIYA YORUM KAT