Mayınlar, sınırlar
Mayınların temizlenmesi konusu hassasiyetleri had safhada alevlemişken konuşulmayan tek şey sınır kavramının kendisi. Temizlenecek toprağın kaç yıllığına kime verileceğinden çok, temizlenen sınırda varlık olarak duran, ertelenmiş 'birlikteliği' nasıl inşa edeceğimizi de konuşabilsek keşke.
Sınır bir metafor olarak çok şey anlatır. Bir karardır her şeyden önce. Kendi olmaya, kendi dünyasının biçimini dış dünyaya da duyurmaya ait somut bir işaret. Kâğıt üstünde net olan çizgiler, coğrafyanın öngörülemez gerçekleriyle belirsiz hale gelir. İnsan aklının önlemleri coğrafyanın hakikatiyle uyumlu değilse sorun başlar.
Mayınlar, dikenli teller, gümrük kapılarında geçişi zorlaştıran engellerin varlık sebebi korkudur. Aynı korku dünyanın her yerinde var. Can yakmaya devam ediyor. Avrupa, Avrupa Birliği projesi ile korkuyu yenip birliktelik olgusunu yarattı. Amerika Birleşik Devletleri kuruluş aşamasında yaşadığı tereddütten sonra korkusunu yok ederek güçlendi.
Türkiye ise komşularının tümünü düşman gören bir düşünce etrafında kuruldu ve hâlâ aynı yerde. Mayınların temizlenmesi tartışması, Suriye'deki statüleri olmayan Kürtlerle, buradan zorla gönderdiğimiz Ermenilerle, uzun yıllar birlikte yaşadığımız Araplarla nasıl bir iyilik geliştirilecek kaygısıyla sürmüyor ne yazık ki. Böyle olunca, Suriye sınırına gömülen mayınlar korkularımızı koruyor, bizi değil.
Mevcut mayın haritası Türkiye'nin korkularının röntgeni gibi. Suriye sınırında gömülü mayın sayısı 615 bin 145 olarak açıklandı. Bunu Irak, İran ve Ermenistan sınırındakiler takip ediyor. Komşularını tehdit olarak gören Türkiye, sınıra gömdüğü mayınlar sebebiyle 10 yılda 299 asker, 289 sivilin öldüğünü, 1524 asker ve 739 sivilin yaralandığını resmi rakamlarla açıklıyor. Gayri resmi rakamları varın siz düşünün.
Mayınların gerekçesi hep dışarıdan gelecek tehlikelerin bize zarar vermesi olarak gösterildi. Fakat zarar gören o yakada yaşayanlardan çok, bu yakanın sınırı algılamayan sakinleri oldu. Çünkü mayınların yarattığı dehşetten önce aynı sınır, insan ilişkilerinin, alışverişin, evliliklerin devam ettiği bir yerdi. Suriye sınırında Cumhuriyet'in ilk yıllarından 1950'lere kadar hayat bir düzeyde devam etti. O yakadan buraya kaçak da olsa bir alışveriş vardı. Kaçakçıların taşıdığı elbette sadece eşya değildi. O insanların hayatında, yaşama alışkanlığı, gelenek ve geleceğe denk düşüyordu taşınan kaçaklar. Sınırın öte tarafında kalan Halep'ten gelecek ipeklilere sahip olmadan evlenen bir genç kızın mutluluğu muhakkak eksikti.
Demek istediğim, en fazla mayın döşenen alanlarda dahi, sınırın kesemediği bir hayat ve beraber yaşama isteği hep oldu. Mayınlar en fazla bu taraftakileri etkilediğinden olsa gerek, sınırın o tarafındakilerde bu duygu hâlâ canlı. Sınırın yaralayıcı etkisini yaşayanların tanıklığı bize şunu gösteriyor: Sınırın ayırdığı yakınlar, sevgililer için en az mayınlar kadar ölümcül olan sınırın kendi varlığıdır.
Bundan birkaç yıl önce Suriye'de bir grup gazeteciyle Suriyeli kadın bakan Buseyna Şaban'ı ziyaret etmiştik. Türkiye ile ilişkileri ne kadar önemsediklerini anlatmak için 'Kulislerde, Türkiye ile birleşmek istediğimiz konuşuluyor.' cümlesini o kadar doğallıkla söylemişti ki... Kulislerde ne konuşuluyor elbette bilmek mümkün değil, ama bir coğrafyaya aidiyetin, ortak hayatın, akılla çizilmiş sınırlara kapatılmasının sorun yaratmasına şaşırmamak gerekiyor. Çektiğiniz sınırlar, tel örgüler, mayınlar, 50 yıl boyunca geçişleri, alışverişi, suçu azaltmıyorsa ürettiğiniz ve çare sandığınız çözümler konusunda yeniden düşünmeniz gerekir. Bunu düşünmek, temizlenecek alanların kime ihale edileceğinden çok daha önemli çünkü.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT