Mavi Marmara’daki Amerikalı Yönetmen Konuştu
Taraf'tan Ayşe Sarıoğlu, Gazze'ye yardım götüren Mavi Marmara’da bulunan Amerikalı yönetmen Iara Lee ile baskın ânını, kameramanının çektiği görüntüleri nasıl kurtardığını ve sonrasında yaşanan medya kuşatmasını konuştu.
Iara Lee Kore ve Brezilya asıllı, Amerikalı bir yönetmen. Sanatın 'barış, adalet, hak ve özgürlükler' gibi değerlere hizmet etmesi gerektiğini savunanlardan. Ona aktivistyönetmen demek daha doğru. Kendisi de, 'Dünya üzerinde o kadar çok haksızlık var ki! Aktivist tarafım ağır basıyor' diyor. Mayıs ayında, Gazze'ye insani yardım götürmek için yola çıkan 'Özgürlük Konvoyu'nun en büyük yolcu gemisi olan 'Mavi Marmara'ya, kameramanıyla binmişti. Bir çok gazeteci ve yönetmen gibi o da saldırı öncesi ve sonrasını görüntüledi. Fakat, İsrail'in elinden baskına ait kamera görüntülerini sadece o kurtarabildi. Gemide yaşananlara dair sayısız ve asılsız bilginin havada uçuştuğu günlerde, elindeki görüntüleri BM Gazeteciler Derneği'nde (UNCA) düzenlediği bir toplantıda, kamuoyu ile paylaştı. Iara Lee ile baskın anını, görüntüleri nasıl kurtardığını ve sonrasında yaşananları konuştuk.
Operasyon nasıl başladı?
Gece saat on bir sıralarında askeri gemileri görmeye başladım. Sayıları giderek artıyordu. Çok şaşırtıcıydı. Çünkü uluslararası sulardaydık. Etraf karanlıktı. Her şey gayet iyi ayarlanmış gibi duruyordu. Bize karanlıkta saldırmak istiyorlardı. İlk yaptıkları da zaten uydu bağlantısını ve dolayısıyla iletişimi kesmek oldu. Bağlantıyı kestiklerinden emin oldukları zaman botlarla ve helikopterlerle gemiye çıktılar. Gelir gelmez de ateş etmeye başladılar. Silahları göremiyordum ama silah seslerini duyuyordum. 'Aman Allah'ım bu adamlar delirmiş. Gerçekten ateş ediyorlar' diye düşündüm. Bu esnada 'kadınlar aşağı insin!' diye uyarıda bulundular. Ben aşağı inmek zorunda kaldım fakat kameramanım çekim yapmaya devam ediyordu. Onu çok merak ediyordum. Çünkü görüntü almak isterken öldürülmesinden endişe ediyordum. Biliyorsunuz bir gazeteci fotoğraf çekerken öldürüldü. Hayatı pahasına görüntü almasının bir manası yoktu.
Ne zamana kadar çekim yaptınız? Elinizde henüz yayınlamadığınız başka görüntüler var mı?
Bütün yolculuk boyunca, neredeyse her dakika çekim yaptık. Fakat bu görüntülerin hepsi elimizden alındı. Sadece baskından yarım saat öncesi ve saldırı anının ilk yarım saatini gösteren kısmı kurtarabildik. Elimde kalan tüm görüntüleri internete koyduğumda, ortaya bir gerilim filmi çıkıyordu. Titanik filmindeki gibi. Titanik'i seyrederken de, her şey güzelce akıp giderken birazdan olacakları, geminin batacağını bilirsiniz ya. İşte öyle. Burada da ilk yarım saatte insanlar uyuyor, dua ediyor, birşeyler yiyor. Filmin bu kısmı, birazdan yaşanacak çılgınlığı düşündüğümüz zaman bir anlam ifade ediyor. Elimdeki görüntülerin tamamını hiçbir ekleme ve çıkarma yapmadan, olduğu gibi paylaştım. Yarım saat sükunet ve arkasından vahşet.
İsrail hiçbir şekilde gemiden görüntü çıkmaması için elinden geleni yaptı. Onca aramaya ve kontrole rağmen siz görüntüleri nasıl kurtarabildiniz?
Baskın olursa, görüntülerin elimizden alınacağını tahmin etmek zor değildi. Kameramanımla önceden bunları konuşmuştuk. Görüntüleri nasıl çıkarabileceğimize dair planlar yapmıştık. Normalde büyük hafıza kartı kullanırız. Bu sefer küçük bir hafıza kartı kullanmamız gerektiğini biliyorduk. Kameramanım batılı bir görüntüye sahip. Kumral yeşil gözlü falan. Bu bizim için bir avantaj oldu. Çünkü Müslüman görünümlü kimseleri inanılmaz şekillerde aradılar. Ağızlarının içine, saç diplerine varıncaya kadar baktılar. İç çamaşırlarını çıkarttırarak her yerlerini kontrol ettiler. Kameramanım görüntüleri iç çamaşırına sakladı. 'Eğer görüntüleri bulup el koyarlarsa, yapacak birşey yok' dedik. Şansımız yaver gitti diyebilirim. Başka ufak tefek görüntü çıkarmayı başaranlar oldu. Fakat, yaşanan vahşete dair en net görüntü bizimki oldu. Yaralıları, dışarıdan içeriye taşınan ölüleri, yani o esnada gerçekten nelerin yaşandığını dünyaya göstermiş olduk. O zamana kadar sadece İsrail hükümetinin dünyaya yaymaya çalıştığı yalanlar vardı.
İsrail haklılığından son derece emin. Öyleyse sizce neden görüntülerin çıkmasından bu kadar rahatsız?
Biz kanunsuz birşey yapmadık. Onların yaptıklarıysa tamamen yasadışıydı. Yaşanların bilinmesi ve sorumlularının hak ettikleri cezayı alması için kendi çektiğimiz görüntüleri çıkarmayı çalıştık. Hapishanedeyken kimseyle görüştürülmedik. Dışarıdan da haber alamadık. O günler tamamen karartma günleriydi. İsrail o süreçte kendi yalanlarını dünyaya yayıyordu. 'Biz birşey yapmadık. Onlar bize saldırdılar' gibi. Tüm hikâyeyi çarptırıyorlardı. Ama en korkuncu ve inanılmazı merkez medya da onlara çanak tutuyordu. Hep onların söylediklerini tekrar ediyor ve destekliyorlardı. Bu olay gerçek gazeteciler ve gazetelerle diğerlerini ayırdı. Aynı zamanda medyanın, gazetecilerin, yönetmenlerin adaletin sağlanmasında, haklı ile haksızın ayrılmasında ne kadar önemli bir rol üstelenebileceğini bir kez daha göstermiş oldu. Bizim sorumluluğumuz gerçeği ortaya çıkarmak. Böyle bir sorumluluğu yerine getirdiğim için hiç bu kadar mutlu olmamıştım diyebilirim.
Gemiye yolculuğun belgeselini yapmak için bindiniz. Siz bir yönetmen mi, Aktivist mi, ne olarak tanımlıyorsunuz kendinizi?
Gençken daha çok 'sanat sanat içindir' diye düşünürdüm. Yaşım ilerleyip, dünyayı dolaştıkça, yaşanan haksızlıkları gördükçe, sanatın barış için, adalet ve özgürlük için kullanılabileceğini gördüm. Bu benim kendi olgunlaşma sürecimdi. En büyük kırılmamı 2003 yılında, Amerika'nın Irak'ı işgali sırasında yaşadım. Milyonlarca savaş karşıtı dünyanın her yerinde sokaklara dökülüyordu. Fakat bu Amerikan hükümetinin umurunda bile değildi. Yine yalanlar üstüne kurulmuş bahanelerle gidip Irak'a saldırdılar. Ben de dünyanın sorunlu bölgelerini, özellikle de Afrika ve Ortadoğu'yu dolaşmaya başladım. Her seferinde şanslıydım çünkü ölmedim, yaralanmadım. Nijer deltasında hararetli olaylar yaşanırken oradaydım. Militanlar petrol şirketlerini vurup, insanları kaçırırken Nijer hükümetinin askerleri yönetmenler ve gazeteciler için çok daha tehlikeliydi. O zamanda oraya gidip, görüntü alabilen tek kişi ben oldum. Sri Lanka'da, Siera Leone'de, Rio de Janeiro'da daha bir çok tehlikeli yerde bulundum. İsrail'in Lübnan'a saldırdığı 2006 yazında Lübnan'daydım. 2008 yılında bir yıl İran'da yaşadım. Benim aktivist tarafım yönetmen tarafımdan ağır basıyor. Açıkçası, sanatı aktivizm için kullanıyorum.
'Gemidekiler sadece aktivist olsalardı, hiçbir şekilde direniş göstermezlerdi. Pasif bir şekilde dursalardı, kimse ölmezdi' dendi. Dünyanın pek çok sorunlu bölgesinde bulunmuş bir aktivist olarak, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bence, İsrail gemiyi durdurmak ve eli geçirmek istiyorsa saldırması gerektiğini ve bunun karşısında gemidekilerin direneceğini gayet iyi biliyordu. Çünkü yüzlerce insanın bulunduğu bir gemiyi hiçbir direnişle karşılaşmadan, sessiz sedasız öylece ele geçirmeyi bekleyemezsiniz. Onlar gemiye çıkmaya kalkarsa insanlar tabii ki bağırır, çıkan askerleri iter, suya düşürmeye çalışır. Gemideki hiç kimsede silah olmadığını açıkça tüm dünya biliyor. Askerler ateş ederek gemiye çıktıkları ve kaos yarattıkları zaman insanlar da ellerine geçirdikleri cisimlerle karşı koymaya çalıştılar. Bunun kanunda da yeri var. Nefsi müdafaa. Biri size saldırdığı zaman kendini koruma hakkına sahipsindir. Biz de bunu yaptık. Tabii ki ortada bir orantısızlık vardı. Biz de süpürge sapları, sapanlar, şişeler vardı. Onlardaysa lazerli silahlar, otomatik tüfekler gibi şeyler. Gemideki insanlar adalete o kadar bağlı, Filistin halkının dramına o kadar duyarlıydılar ki, İsrail tarafından kötü muamele görmeyi, hapse atılmayı en kötüsü ölmeyi göze almışlardı. Sanırım İsrail'i korkutan da bu oldu ve her zaman yaptığı gibi katliam gerçekleştirdi. İsrail bunu hep yapıyor. Katliam üstüne katliam. Bu zamana kadar yaptıkları kimsenin umurunda olmuyordu. Fakat, bu sefer tüm dünyanın gözü önünde, her milletten insana yaptığı için, herkesi ilgilendiriyor.
İsrail bu olayla uluslararası arenada kredi kaybetti mi ve yaptıklarından ötürü yargılanıp ceza alacağını düşünüyor musunuz?
İsrail'in devlet olarak dünya halkları gözünde zaten hiçbir kredisi yok. Yaptıklarının yanlış olduğunu hiç tartışma götürmeyecek şekilde hep beraber biliyoruz. Fakat devletler o kadar korkak ki! İsrail'in yanlış yaptığını düşünseler de, buna karşı harekete geçecek, İsrail'e 'dur' diyebilecek bir güçleri yok. Burada sorumluluk biz sivillere düşüyor. Çünkü devletler günün sonunda sadece kârlarına ve çıkarlarına bakıyorlar. Bu haksızlıklara uğrayan bizler, birarada durup, dünyanın her yerinde bireysel ve toplu davalar açarsak başarılı olacağımıza inanıyorum. Bu davalar gerçek anlamda medeniyetin tesisi için önemli birer örnek olacak ve herkese cesaret verecek. Aksi takdirde, mağara insanlarından bir farkımız kalmaz. 2010 yılında böyle bir muameleyi kendimize reva görmemiz mümkün değil. İsrail'in kabadayı tavırlarından herkes o kadar korkuyor ki. Hatta benim ailem, iş arkadaşlarım bile. Bana 'Sen deli misin?, Hiç korkmuyor musun? Ya seni vururlarsa, öldürürlerse...' diyorlar. İşte insanların gözleri böyle korkutuluyor. Kendileri aleyhinde konuşan herkesi bir şekilde ortadan kaldırmaya, susturmaya, kariyerlerini bitirip, hayatlarını mahvetmeye çalışıyorlar. Bu noktada gereken tek şey kararlılık. Haksızlıkların karşısında durmak, hayat boyu sürecek bir adanmışlık gerektiriyor. Ne olursa olsun doğru bildiğini söylemek ve karşılığında her türlü sonucu göze almak. Bazen adaletin tesisi, sizin fiziksel hayatınızdan daha önemli bir hâl alıyor. Gemide de bu yaşandı zaten. İnsanlar hayatlarıyla İsrail-Filistin meselesinin gidişatını değiştirdi.
İsrail'de bu kabadayı imajına zarar verecek her şeyi engellemek için akıl, mantık almaz şeyler yapıyor. 'En güçlü biziz. Kimse bize kafa tutamaz' gibi. Tüm yaşananlar yine İsrail'in bu egosu ve kibri yüzünden. Bu konuda çok tutarlı teoriler var. Mesela, Lübnan'da 2006'daki başarısızlığını kapatmak için, döndü ve Gazze'yi abluka altına aldı deniyor. İsrail her zaman bölgedeki en güçlü devlet olduğunun ispatında. Dökme kurşun operasyonunu tüm dünya gördü. Fosfor bombalarıyla bebekleri, kadınları, sivil insanları öldürdüler. İsrail asla durmayacak. Tabii birileri onu durdurmazsa.
Birleşmiş Milletler'in Gazeteciler Derneği'nde elinizdeki görüntüleri dünyaya gösterdiniz. Bunu nasıl organize ettiniz? Görüntülerden sonra nasıl tepkiler aldınız?
İlk başta görüntülere eklemeler yapıp, kısa filmler çıkarmayı düşünüyordum. Sonra bir arkadaşım Norman Finkelstein, 'İsraillilerin yaptığı gibi garip aşırılıklar yapma. Sadece elindeki görüntüleri olduğu gibi göster' dedi. Akla yatkın birşey söylüyordu. Elimdekilerin hepsini küçük filmlere bölüp, eklemeler yapmak ve zamanla yayınlamak yerine hepsini tek seferde göstermeye karar verdim. Bunu da neredeyse tüm basın kuruluşlarının temsilcisi olan BM'nin Gazeteciler Derneği'nde (UNCA) yapmaya karar verdim. Onlar da bunu kabul etti. Ulaşabilecekleri tüm gazetecilere haber verdiler. BM'deki İsrail komisyonu çılgına döndü. Onlar da benimle aynı zamanda orada bulunmak ve kendi görüntülerini göstermek istediler. Tekliflerini kabul edince de çok şaşırdılar. Benim bu konuda hiçbir çekincem yoktu. 'Siz de gelin ve elinizdekileri gösterin' dedim. Bu taleplerinden vazgeçtiler. 'Sadece senden önce beş dakikalık bir gösterim yapmak istiyoruz' dediler. Ona da 'tamam' dedim. Fakat son dakikada gelmekten tamamen vazgeçtiler. Benim, BM ve İsrail'le yaptığımız yazışmalar duruyor. Buna rağmen çıkıp, basın toplantısına çıkmayı kesinlikle reddettiklerini iddia ettiler.
Amerika'daki merkez medya hikâyeyi hep İsrail tarafından anlattı. Onların verdiği görüntüleri kullandı. Benim görüntülerimi görmezden gelmeyi tercih ettiler. Ancak İsrail medyası, Haaretz gibi basın kuruluşları benim görüntüleri kullandıktan sonra, oradan alıp kullanabildiler. İsrail Büyükelçiliği, Brezilya'daki gazetecilere ve basın kuruluşlarına benim terörist olduğumu, bana güvenilmemesi gerektiğini bildiren basın açıklamaları yolluyormuş. Bu da beni olduğumdan daha etkili daha güvenilir, daha sözü dinlenir hale getiriyor. Bunun için de kendilerine teşekkür ediyorum.
(Ayşe Sarıoğlu / Taraf)
HABERE YORUM KAT