Matbaaya direnir gibi direniyorlar!
Yüksek yargı ayaklanmış durumda! Devletin temeli, devletin çatısı çökecekmiş... Kuvvetler ayrılığı sona erecek, yargı yürütme tarafından ele geçirilecekmiş...
Durum böylesine vahimmiş...
Yüksek yargı alarm zilleri çalıyor.
Neden öyle?
En başta, yeni anayasa değişikliği paketiyle, yüksek yargıya üye seçiminde bugüne kadarki ‘kapalı kast sistemi’ne dokunulduğu için...
Organların oluşumunda parlamento ve daha geniş bir çevre oylarıyla devreye sokuldukları için...
Bu nedenle bağırıyor yüksek yargının sözcüleri, “Kalkın ey ehli vatan, yargı elden gidiyor!” diye...
İnandırıcı olabiliyorlar mı?
Bence hayır.
Bakın, Türkiye’de Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde Meclis yok.
Oysa Almanya’da Anayasa Mahkemesi üyelerinin tümü parlamento tarafından seçilir.
Polonya’da da öyledir.
Macaristan’da da öyledir.
İspanya’da Anayasa Mahkemesi üyelerinin büyük çoğunluğu siyasal organlarca, parlamento ve hükümet tarafından seçilir.
İtalya ve Portekiz’de de öyledir.
Fransa’da Anayasa Konseyi’nin 9 üyesinden 3’ü cumhurbaşkanı tarafından, 3’ü Millet Meclisi Başkanı tarafından, 3’ü Senato Başkanı tarafından seçilir.
Amerika’da ise anayasal yargıyı temsil eden Yüksek Mahkeme üyelerinin tamamı, Başkan tarafından Senato’nun onayıyla ömür boyu seçilir.
Ve aklı başında hiçbir kul çıkıp da, bu seçim modelleri yüzünden bu ülkelerde ‘yargının bağımsız olmadığı’nı ya da ‘yargının siyasallaştırıldığı’nı, yargının hükümetlerce kullanıldığını öne sürmez.
Öne sürmez, çünkü yargının oluşumunda izlenen yöntem konusunda millet iradesi bağını yok etmenin yanlış olduğunu bilir.
12 Eylül darbesinden önce bizdeki seçim modeli de pek farklı değildi. 27 Mayıs darbesinin ürünü olan 1961 Anayasası’na bakalım:
Anayasa Mahkemesi’nin 15 asil üyesinin 3’ü Meclis, 2’si Senato tarafından seçilirdi.
Yeni anayasa değişikliği paketi bu açıdan 1961’in gerisinde ama yüksek yargı yine bağırıyor, devletin çatısı çöküyor diye...
Bizde bugün Yargıtay ve Danıştay üyeleri, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu(HSYK) üyelerini seçiyor. HSYK üyeleri de, Yargıtay ve Danıştay üyelerini seçiyor.
Tam bir kapalı kast sistemi...
Bizdeki HSYK gibi bir organ bazı Avrupa demokrasilerinde hiç yok. Olanlarda ise üye seçimi, örneğin İngiltere, İsveç ve Çek Cumhuriyeti’nde devlet başkanı ya da hükümete, Almanya’da ise eyalet yönetimlerine bırakılmış...
Avrupa demokrasilerinde durum böyle.
Bizde Anayasa Mahkemesi’nin, HSYK’nın oluşumuna daha şöyle bir dokunma isteği ya da Avrupa demokrasilerine göre bayağı utangaç bir girişim bile, yüksek yargıyı derhal ayaklandırıyor, devletin temelleri diye...
Allahaşkına normal mi bu?..
Yargıtay’ın, Danıştay’ın yapısına hiç ilişilmiyor.
Askeri Yargıtay, Yüksek Askeri İdare Mahkemesi yerli yerinde duruyor. Bir başka deyişiyle, Avrupa demokrasilerinde hiç olmayan iki başlı yargı sistemi hâlâ devam ettiriliyor.
Ama siz ayaklanıyorsunuz, yargı elden gidiyor diye...
Bir de siyasal partilerin kapatılması konusu var.
Bizdeki durum, Avrupa standartlarına göre yerlerde sürünüyor.
Avrupa Konseyi’ne bağlı Venedik Komisyonu’nun geçen yılki raporuna göre, Türkiye’de kapatma davası açılması, “Hiçbir siyasi ve demokratik fren ve denge olmaksızın” cumhuriyet başsavcısının yetkisine bırakılmış olması bakımından, Türkiye Avrupa’da tek istisnai örnek olarak gösteriliyor,(Prof. Dr. Ergun Özbudun, Türkiye’nin Anayasa Krizi, Liberte Yayınları, s.217)
Almanya’da, İspanya’da siyasal partilerle ilgili kapatma davasının açılabilmesi için önce parlamentodan, hatta hükümetten izin çıkması gerekiyor.
Yeni anayasa değişikliği paketinde, bizde de kapatma davası için önce bir iznin, parlamentoda partilerin oluşturacakları bir kuruldan geçmesi öngörülüyor, ki bu da İspanya’dakine benzer bir düzenleme...
Ama bizim yüksek yargı ayaklanıyor, devletin temelleri diye...
Anlaşılan, ille de darbenin yargı düzeni devam etsin istiyorlar. Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı ve Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can’ın deyişiyle:
“Matbaaya direnir gibi direniyorlar!”
MİLLİYET
YAZIYA YORUM KAT