1. YAZARLAR

  2. Alper Görmüş

  3. Masasız barış, Öcalan’sız masa olmaz (1)
Alper Görmüş

Alper Görmüş

Yazarın Tüm Yazıları >

Masasız barış, Öcalan’sız masa olmaz (1)

02 Ağustos 2011 Salı 12:09A+A-

“Bütün savaşlar masada biter!..”


Tuğba Tekerek’in Güney Afrika’daki iç savaşı sona erdirmede önemli rol oynayan iki siyasi kişilikle gerçekleştirdiği söyleşinin (Taraf, 10 Nisan 2011) başlığı işte böyleydi...

Tekerek, söyleşinin sunumunu da şu cümlelerle yapmıştı:


“Elli yıllık siyah-beyaz savaşını bitiren isimlerden Meyer ve Ebrahim, müzakere sürecini Taraf’a anlattı: Gerçek lider olmayan isimlerle müzakere olmaz. Tüm savaşlar masada biter...”


PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Devlet’e ve Kandil’e yönelik “Ben artık yokum, ne haliniz varsa görün” içerikli son açıklamasını okuyunca, aklıma bu söyleşi geldi. Okuduğumda çok etkilenmiştim, döndüm tekrar gözden geçirdim.

Tuğba’nın sözleriyle, “Güney Afrika sistemini baştan aşağı yeniden yaratanlar arasından yer alan” ikili, Taraf’ın sorularını yanıtlarken “her ülkenin deneyiminin kendine özgü olduğunu söyleyip kimseye reçete yazılamayacağının” altını çizmişlerdi ama, söyleşi sırasında kendilerinin de kabul ettiği gibi, uzun süreli iç çatışmaları sona erdirmenin ortak bazı noktaları da vardı. (Meyer ve Ebrahim’in şimdi çatışma çatışma dolaşıp kendi deneyimlerini aktardıklarını ve oralardaki deneyimleri biraraya getirdiklerini de ekleyeyim bu arada.)


“Yokluğu” üzerinden “varlığı”nın değerini göstermek istiyor

Ben, Öcalan’ın süreçten gerçekten de çekildiğine kesinlikle ihtimal vermiyorum... Öcalan, “yokluğu” üzerinden “varlığı”nın değerini iki tarafa da göstermek istiyor. İki tarafın da barıştan çok çatışmaya hevesli olduğunu, kendisiyle görüşmeler üzerinden “mış gibi” yapma imkânını elde ettiklerini düşünüyor ve artık buna izin vermeyeceğini söylüyor. “Madem öyle gidin çatışın” demeye getiriyor ama dilinin altında şu var: “Çatışın, yiyin birbirinizi, nasıl olsa sonra tekrar bana geleceksiniz...”

Dediği doğru... Devlet ve Kandil, Öcalan olmaksızın da çatışabilir fakat Öcalan olmaksızın barışamaz!

Üç ya da dört yazıda tamamlamayı umduğum “Masasız barış, Öcalan’sız masa olmaz” başlıklı bu dizinin ilk bölümünde Öcalan’ın sözlerinin ayrıntılarına girmeyeceğim, onu ikinci bölümde yapacağım.

Bugün ise, ülkelerindeki iç savaşı sona erdirmede önemli bir rol oynadıktan sonra kendilerini başka çatışmaların sona erdirilmesi mücadelesine adayan Meyer ve Ebrahim’in, Tuğba Tekerek’in sorularına verdikleri cevapların bir bölümünü hatırlatacağım size... Bunu yapmamın nedeni, söyleşinin, dizinin bundan sonraki bölümlerinde tartışacağım bazı kritik sorular için önemli referans noktaları ihtiva etmesi...

Cuma günü Öcalan’ın sözlerinin ayrıntıları ve özellikle bir cümlesinin devlette, hükümette ve medyada hiçbir karşılık bulamamasının ürperticiliği üzerinde duracağım. O cümle şöyle:


“Hükümete açık mektubumdur. Eğer gözyaşının dinmesini istiyorsanız, gerillayı güvenli bir yere çekmemin yolunu açın. Böyle yaparsanız bir hafta içinde çözeriz...”

 


Meyer: “Gerçek lider olmayan liderle müzakere yapamazsın”

Söyleşiye geçmeden önce, Tuğba Tekerek’in yaptığını yapıp iki şahsiyetin kısa siyasi özgeçmişlerini aktarayım...


“Roelf Meyer, tüm apartheid rejimi boyunca ülkeyi yöneten Ulusal Parti’nin (UP) önce Savunma Bakanı, sonra ırkçı rejimin yıkılmasına giden yolda başmüzakerecisi oldu... Hint kökenli Hassen Ebrahim ise önce siyahların özgürlüğü için mücadele eden Afrika Ulusal Kongresi’ne (AUK) katıldı. Gerilla olarak gittiği sürgünde 12 yıl kalıp, ülkeye 1991’de müzakereci olarak döndü.


“1994’te kurulan ilk Nelson Mandela hükümetinde hukukçu Meyer Anayasa İşleri Bakanı olurken, meslektaşı Ebrahim Yüksek Mahkeme Başyargıçlığı görevini üstlendi...”

Artık söyleşinin önemli bölümlerine geçebiliriz... Önce Meyer’in cevapları...


Taraf: Çatışmanın olduğu bir ülkede hükümet diyebilir ki, “Evet ortada bir problem var ama ben teröristle ve onun uzantısıyla görüşmem, reformu kendi başıma da yapabilirim...” Sizce ille de karşı tarafla görüşülmesi gerekir mi?


Meyer: Güney Afrika’da çok uzun zaman boyunca, AUK’nin bir grup terörist olduğuna inanılıyordu. “Onlarla müzakere olmaz” deniyordu. Ama De Klerk Başkan olduğunda tüm bu felsefe değişti. Dedi ki “Hayır, onlarla konuşmak gerek, onlar bizim Güney Afrikalı kardeşlerimiz.”


Taraf: Mandela siyahlar için lider, beyazlar için teröristti. Mandela yerine beyazlar için daha kabul edilebilir bir siyah temsilci bulmak, onunla görüşmek mümkün değil miydi? Yani müzakereler ille muhalif grubun lideriyle mi yapılmalı?


Meyer: Biz, Güney Afrika’da uzun zaman başka liderler yaratmak için uğraştık, onları daha güçlü kılmak için uğraştık. Örneğin, yerel liderlerden, en çok bilineni Zuluların lideri Buthelezi... Afrika’nın dışında da tanınıyor ve saygı duyuluyordu. UP, uzun zaman “İşte, müzakerelerin yapılması gereken adam bu” dedi. Ama Buthelezi “Benimle müzakere edemezsiniz, Mandela’yı serbest bırakmalısınız” yanıtını verdi. Hakikat şu, gerçek lider olmayan liderle müzakere yapamazsın. Biz şunu çok iyi öğrendik, Güney Afrikalıların çoğunluğu bir kişi tarafından temsil ediliyor ve o kişi Mandela. Eğer onu dâhil etmeseydik, ne geçerli bir müzakere yapabilirdik ne de Güney Afrika için meşru bir çözüme ulaşabilirdik.


Taraf: Karşı tarafı tanıyınca ne gördünüz?


Meyer: Biz, uzun zaman doğru olduğumuzu, üstün olduğumuzu, onlarınsa aşağıda olduğunu düşünmüştük. Dünyadaki pek çok çatışmanın temel sebebi bu. Doğu’dan Batı’ya Sri Lanka’dan Bolivya’ya farklı ülkelerde 12 çatışmayı takip etme fırsatım oldu. Her çatışmanın ardındaki temel neden bazılarının diğerlerinden daha üstün olduğunu düşünmesi.


Ebrahim: “Önce silahları bırak, sonra görüşelim” olmaz


Taraf: Sayın Ebrahim, AUK’nin müzakere masasına oturması nasıl gerçekleşti?


Ebrahim: Biz de sorunu askerî yöntemlerle çözemeyeceğimizi anlamıştık. Çatışma böyle devam edemezdi. Güney Afrika’yı silahlar elimizde, rap rap yürüyerek özgürleştiremeyecektik. Vietnam, Cezayir, Namibya, Zimbabwe’de de bu böyledir. Silahla başlayan çatışmalar her zaman masada biter, öyle bitmek zorunda...


Taraf: Resmî görüşmeler Mandela serbest bırakıldıktan sonra başladı. O cezaevindeyken müzakerelere başlamak mümkün müydü?


Ebrahim: Hayır, o bunu kabul etmezdi. Ayrıca AUK için de böyle bir şey mümkün değildi, halk için de...


Taraf: Müzakereler sürerken, 1992’de 48 kişinin öldüğü Boateng katliamı yaşandı. Süreç buna rağmen nasıl devam edebildi?


Ebrahim: Bu katliamdan sonra AUK masadan çekildi. Ama bir ay sonra masayı terk etmenin kimsenin yararına olmayacağı kararına varıldı. AUK ve UP arasında ikili görüşmeler başladı.


Taraf: Bir de 1993’te AUK liderlerinden Chris Hani’nin suikast sonucu öldürülmesi var...


Ebrahim: Hani öldürüldü ve ülke bir anda bıçakla ortadan ikiye kesilmiş gibi oldu, gerginlik had safhadaydı. O gece Mandela çıkıp bir konuşma yaptı, barış istediğini söyledi. “Şiddet olmayacak, şiddete teslim olmayacağız” dedi. Aslında, işte o an De Klerk’ten liderliği almış olduğu andı. Burada mesele barışa inanmak ve vizyon.


Taraf: AUK’nin silahları bırakması ne zaman gerçekleşti?


Ebrahim: 1993’te geçiş konseyi kurulduğunda, seçimlerden hemen önce... O dönemde kamplar kuruldu. Gerillalar silahlarını orada oluşturulan havuzlara bırakıyorlardı. Daha sonra ya yeni oluşturulan güvenlik gücüne katılıyor ya da sivil hayata geçiyordu. Tüm çatışma çözümlerine bakıldığında hemen hemen aynı süreçtir. Silahsızlanma, görüşmeler ya belli bir aşamaya gelince ya da bitince gerçekleşir. “Önce silahları bırak sonra görüşelim” olmaz. Silah bırakma, paketin bir parçasıdır.

İşte böyle... Cuma günü, Güney Afrika’nın çatışmayı sona erdirme tecrübesinin ve Öcalan’ın son çıkışının aynasında kendi ülkemize bakmaya çalışacağım...

***


NOT. Bir grup gazetecinin kurduğu “Medya Etiği Platformu”ndan geçen yazıda söz etmiş, bugün devam edeceğimi söylemiştim. Fakat ona yerim kalmadı, aslında önümüzdeki iki yazı için de aynı şey olacak. Sözümü ondan sonra yerine getirebileceğim; hem onlar da biraz ilerlerler böylece...

[email protected]

TARAF 

YAZIYA YORUM KAT