1. HABERLER

  2. HABER

  3. Mahir Ünal ve fabrika ayarları
Mahir Ünal ve fabrika ayarları

Mahir Ünal ve fabrika ayarları

Osman Sert, harf inkılabı hakkındaki sözlerinden dolayı hedef tahtasına oturtulan Mahir Ünal'dan hareketle Türkiye'nin değişmez sorunlarına dikkat çekiyor.

03 Kasım 2022 Perşembe 18:00A+A-

Osman Sert / Karar

Mahir Ünal ve fabrika ayarları

Cezayir doğumlu Fransız filozof Jacques Derrida, 1997 Mayıs ayında Boğaziçi Üniversitesi’nde bir konferansa davet edilir. Bu vesile ile İstanbul sokaklarını arşınlayan filozof, yayıncısına bir mektup yazar.

“Sadece onu, harfi düşünüyorum. Bu durumda, Türklerin harflerini, Türk tarihini derinden etkileyen harf devrimini, kaybolmuş harflerini, şiddetle değiştirmeye zorlandıkları alfabelerini düşünüyorum.

Bu harf değişiminin şiddeti bütün İstanbul sokaklarını kuşatmış; deşifre ettiğim her şeyin üzerinde, işporta tezgâhlarında, yüzlerde, mimaride, yürüyüşe çıktığım her yerde ... anılarımı canlandırdığı her yerde yaralar açıyor.”

İnsanların okuyamadıkları, anlamadıkları yazıların ve tarihin yanında sürdürdükleri hayat Derrida’yı o kadar çarpmış ki bu satırları kaleme almış.

En son AK Parti eski grup başkanvekili Mahir Ünal’ın “Cumhuriyet, bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir” sözleri üzerine ortalık yangın yerine döndü. Halbuki alfabe tartışması ve dil devrimi ne bugünün bir meselesi ne o sözler ilk defa telaffuz ediliyor ne de Ünal aslında kendine ait cümleleri kullanıyor.

Öyle ki başörtüsünü bir kenara bırakırsak alfabe değişikliğini eleştirmek bir dönem İslamcı mahallenin entelektüelleri arasındaki en muteber başlıklardan biri idi. Üstelik bu konudaki itirazlara ulaşmak için illa ‘Yalan Söyleyen Tarih Utansın’ın bilimsel olmaktan çok ideolojik bir karşı çıkışı seslendiren bordo ciltleri arasında dolanmanıza gerek yok. Herkesin benim gibi doktorası doğrudan bu konu olan edebiyat hocası bir eşinin olması da mümkün değil.

Mehmet Fatih Uslu’nun çevirisi ile yayınlanan Geoffrey Lewis’in “Trajik Başarı: Türk Dil Reformu” kitabında alfabe ve dil devrimlerinin yarattığı travmayı detaylı bir şekilde okumak yeter.

Kitabın girişinde Gökhan Yavuz Demir, “Türkçenin Pirus Zaferi” başlıklı yazısında bu meselenin politik tartışmalara meze edilmesi tehlikesine dikkat çekiyor.

“Türk Dil Devrimi’nin muhasebesi, bakkal defterindeki artılar ve eksiler gibi tutulamaz. Mesele artık ‘bu kadar kelime şu kadar sözcükle ikame edildi’ meselesi değildir. Türkçe ifade imkânlarını hızla kaybetmektedir.”

Sözün özü, dil devrimi ve alfabe değişikliğinden daha fazla tartışılmaya muhtaç, eleştirisi ve savunusu bu kadar mümkün, doğruları ve yanlışları ile ele alınması gereken çok az konu var. Bunu tartışmak da ‘hadi hep beraber Arap alfabesine dönelim’ demek hiç değil. Mesele bu olsa Türkçenin ilk yazılı edebi eserlerinin arasında neden Ermeni harfleri ile yazılanlar bulunduğunu, devrimlerin sadece Arap alfabesini değil toplumun çoğulcu yapısını hedef aldığını da konuşmamamız gerekir.

Samimi ve bilimsel anlamda alfabe değişikliğinin Türkiye’nin modernleşme hikayesinin içinde oynadığı rolü akademik ve edebi anlamda tartışmayacaksak neyi konuşacağımızı da birileri söylerse iyi olur. Üstelik bu başlık genel anlamda kimliklerin son bir asırda yaşadıkları ve kendilerini tanımladıkları yer ile de örtüşüyorsa.

Mesele siyasi tutarlılık konusunda dip rekorlarını defalarca kırma konusunda yetenek fakiri olmayan ve Türkiye’de herhangi bir demokratik, ahlaki ya da ilkesel normu temsil etme meşruiyetini çoktan kaybetmiş Mahir Ünal gibi bir figürü savunmak değil. İslamcı birikimin haklı itirazlarının, seküler kesimin kültür ve bilim alanındaki üretiminin gerisinde kalması da kimseyi üste çıkarmaz.

AK Parti karşısında muhalefetin üretemediği siyasi söylem boşluğunu dolduran Atatürkçülüğün ulusalcı-milliyetçi-dışlayıcı bir form ile toplumdaki itirazın taşıyıcısı haline gelmesi asıl odaklanılması gereken. Birbirlerine ölesiye düşman AK Parti ile CHP’nin, MHP ile İYİ Parti’nin bir anda aynı hizada dizilmelerinin ne anlama geldiğini sorgulamak zorundayız.

Erdoğan’ı otoriterlik ile suçlayan sol ve milliyetçi kesimin mesele kendi kutsalları olunca hemen ‘kellesini isteriz’e savrulması bu ülkede kimseyi tedirgin etmeyecek mi? Dönüp dolaşıp geldiğimiz yer kimin demokrat olduğu değil herkesin kendisine demokrat olduğu mu?

Toplumun yüzde doksan dokuzunun Müslüman olduğu istatistiğini aşacak şekilde sahiplenilen Cumhuriyet kazanımının tek tip bir bakış açısı ve kişi kültü ile birlikte paketlenmesinin Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girerken asıl daraltıcı, kısıtlayıcı ve gerçek gelişmenin önünde bir engel olduğunu da mı görmeyeceğiz?

Mahir Ünal örneğinde yaşanan, ‘Türkiye Yüzyıl’ı ya da ‘Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılı’ başlıkları altında gelecek tasavvuru çizen herkesin hedeflediği yerin gelecek asır değil 1930’ların fabrika ayarlarına dönmek olduğunun bir kez daha görünür hale gelmesidir.

HABERE YORUM KAT

2 Yorum