M. Akif ve Irk(çılık)
Bir kavmi, bir etnik gruba mensup olmayı ileri sürerek ümmet bütünlüğünü bozmak, tefrika çıkarmak Hz. Peygamber'in (s.a.) lânetlediği bir davranıştır.
Müslüman olmak, kavmiyet/ulus bağını, İslâm kardeşliği bağına tâbi kılmak demektir. İslâm bağı bütün bağların üstündedir. Birbirine İslâm bağı ile bağlanmış etnik grupların, kavmiyyeti bir ideoloji haline getirerek ümmet birliğini bozmaları karşısında M. Âkif'in haklı isyânını önceki yazılarımda aktarmıştım. Ancak bir kere bağ bozulup ümmet birliği dağılınca, her parça kendi başının çaresine bakmak durumunda kalınca M. Âkif'in -bir geçiş dönemi olmak üzere- kavmiyyetin, ırk asâletinin, İslâm'a hâdim ve ümmet birliğine açık bir milliyet/ulus bağının müsbet mânâda altını çizdiğini görüyoruz:
Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl
Kahraman ırkıma bir gül ne bu şiddet, bu celâl
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl
Hakkıdır Hakk'a tapan milletimin istiklâl
Akif bu mısralarda ırkçılık/ulusçuluk yapmıyor, ırkçılık ve ulusçuluk karşısındaki tavrından vazgeçmiyor, yalnızca 'ümmetin bir parçası olan Türk ırkının kahramanlığından' söz ediyor (unutmayalım ki, o tarihte bu kahraman ırkın içinde Arnavut Akif gibi birçok Kürt, Laz, Çerkez… fiilen yer almaktadır) ve bu ırk 'Hakk'a taptığı için' istiklali hak ediyor. İstiklal (bağımsız bir devlete sahip olmak) de, ümmeti parçalayarak değil, tarihi şartlarda zaten parçalanmış olan ümmetin önemli bir unsurunun, ümmet düşmanlarının işgal, istila ve hakimiyetinden kurtulmasıdır. Ümmetin unsurları teker teker sömürgeci ümmet düşmanlarının hakimiyetinden kurtulacak, bağımsız 'ulus' devletler kuracak, sonra bu ulus devletler bir şekilde yeniden ümmeti teşkil ve inşa edeceklerdir. Akif'in görüşü ve hedefi budur.
İslâm'ın mensuplarını dâvet ettiği câmia (ümmet) gerçekleştiği takdirde hiçbir Müslüman fert ve grup bu câmianın dışında kalmayacak, ona dahil olacaktır. Böyle bir câmia fiilen gerçekleşmemiş veya bozulmuş olursa Müslümanların gruplar (bu arada kavimler, uluslar) halinde birlikler, toplum yapıları oluşturmaları, birlik ve değerlerini korumak için gerekli tedbirleri almaları tabiî ve zarûrîdir. Bu zarûretle karşı karşıya bulunan grup (topluluk, toplum) bugün anlaşılan mânâda bir millet/ulus ise milliyetin temel unsuru (kimliğin belirleyici ögesi) İslâm olacaktır. Toplum, mevcut yapısını tarihî bir zarûret ve ârıza olarak görecek, imkânların elverdiği ölçüde ümmet yapısına geçmeyi, bu yapıda birleşmeyi amaç edinecektir. Bu kayıt ve şartlar içinde ve bu mânâda bir milliyet ve milliyetçilik meşrûdur ve günümüzde zarûrîdir. Bugün dünyada elliden fazla İslâm ülkesi vardır ve Müslümanların kimlikleri üç unsurdan oluşmaktadır: Dîni, kavmiyeti ve ülkesi. Günümüzde bir Müslüman 'T.C. vatandaşı, Müslüman, Türk', 'İran İ.C. vatandaşı, Müslüman, Farsî', 'A.B.D. vatandaşı, Müslüman, zencî'... şeklinde tanımlanmaktadır. Müslüman hangi ülkenin vatandaşı ve hangi kavmin, etnik grubun mensubu olursa olsun her şeyden önce Müslümandır, sonra bir ülkenin vatandaşıdır, sonra da bir etnik grubun mensûbudur. Bu sıra bozulmadığı, her bir unsurun hakkı verildiği, amaç bölünme değil, bütünleşme olduğu müddetçe Müslümanlar arasında kimlik farkı kısmen tabîî ve kısmen zarûrî olarak meşrûdur, zararsızdır, faydalıdır, 'tanışmanız, tanımlanabilmeniz için' buyruğuna uygundur.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT