Lübnan'daki vahşet Siyonistlerin sınırının olmadığını gösteriyor!
Yasin Aktay, Lübnan'a yönelik saldırıların Siyonist çetenin bölge için nasıl bir tehdit olduğunu kanıtladığını ifade ediyor.
Yasin Aktay / Yeni Şafak
Lübnan’dan sonra nereye?
Soykırımcı İsrail’in Hizbullah’ın tehditlerini bahane ederek Lübnan’a doğru genişlettiği saldırganlığının artık nerede duracağını soruyor herkes ve tabii ki bunu kimin durduracağını. Arkadaşımız Mehmet Şeker İsrail’i tasmasız pitbull olarak nitelemiş. Keşke bu kadarla kalabilseydi, onun bir tasması var aslında ve bu tasması ABD tarafından, onun çıkarları doğrultusunda gevşetilmiş durumda. Yani tasmasız olan İsrail değil, onun tasmasını tutan eller. Şimdi Hizbullah’ı bahane ederek Lübnan’ı da soykırım kapsamına alıyorlar ama ondan önce akla gelen bazı mülahazaları yapmaktan geri durmayalım.
Hizbullah’ın ve onun arkasındaki güç olarak İran’ın şimdiye kadar beklenen etkide bir karşılık vermemesinin en önemli sebebinin Hizbullah’ın daha fazla kaybı göze alamaması olarak görülüyordu. Çünkü Hizbullah şimdiye kadar İsrail’e karşı ne kadar yüksek tonda bir düşmanlık söylemine sahip olsa da bunu fiili bir çatışmaya dönüştürmekten kaçınıyordu. Ne de olsa Hizbullah Lübnan’ın tamamını temsil etmiyor ve tek başına ilan edip gireceği bir savaşın maliyetini bütün Lübnan’ın ödemesi gibi bir durum sözkonusu olacaktı. Aslında Hizbullah’ın bu konudaki çekingenliği bütün Lübnan adına gözetilen bir sorumluluk olarak takdir görebilirdi. Oysa bir noktadan sonra bu sorumluluk duygusunun ifadesinde de artık biraz abartıya varan bir pasiflik göze çarpıyor. İsrail vurdukça vuruyor, öldürdükçe öldürüyor. Hizbullah’ın bütün üst düzey yetkilileri neredeyse Lider Hasan Nasrallah’a varıncaya kadar bertaraf etmiş oldu, ama Hizbullah sanki hala kaybedecek daha fazla şeyi varmış gibi hiçbir orantılı karşılık vermemekte ısrar ediyor. Adeta bir yanağına vurulduğunda öbür yanağını çeviren bir sabır örneği sergiliyor. Tabii akla Hizbullah’ın daha kaybedecek nesi olduğu sorusu geliyor?
Lübnan’ın Hizbullah’ın gireceği bir savaş yüzünden topyekün İsrail saldırılarına hedef olmasından kaçınmak bile bu saatten sonra gözetilecek bir hassasiyet olmaktan çıkmış durumda. Hizbullah bilinen-zannedilen gücü ve kabiliyetleri açısından orantılı bir karşılık vermemiş olduğu halde İsrail olabildiğince orantısız bir biçimde saldırmaya devam etti ve şimdi saldırganlık çıtasını bir üst aşamaya yükseltmiş durumda.
Hizbullah’ın İsrail’e nasıl karşılık vereceğini beklerken İsrail soykırım makinası Lübnan’a doğru ilerliyor ve bu hareketin devamının Suriye’yi de kapsayabileceği daha şimdiden konuşulmaya başlandı. Suriye’ye uzandığında rejimle savunma işbirliği anlaşması olan Rusya ve İran bunu nasıl karşılayacaklar. Aslında Ukrayna’da oyunun sıkıştığı yerde Lübnan ve Suriye cepheleri yeni bir açılım için Avrupa ve Amerika’ya bir fırsat mı sağlayacak? Olayın gidişatı bunun hiç de ihtimal dışı olmadığını gösteriyor.
İşgalci soykırımcı İsrail’i bu saldırganlığa sevk eden şeyin kendi güvenliği olmadığını artık herkes biliyor ve görüyor. İsrail saldırganlığını uluslararası ilişkilerin mantığı içinde hareket eden herhangi bir ülkenin davranışları çerçevesinde yorumlamak zaten mümkün değil. İsrail’in yaptıkları bu ilişkiler içinde bir devlete atfedilen rollerin hepsini fersah fersah aşmış durumda.
İsrail bir devlet değil, bir terör, tehdit ve tedhiş organıdır. Yaptıkları hiçbir devletin yapabileceği şeyler değildir. Bu haliyle de dünyanın her tarafından toplayıp birer işgalci, soykırımcı teröriste dönüştürdüğü Yahudileri nihayetinde kurban olacakları ahlaksız ve akıl-dışı bir maceraya sürüklüyor. Yani sadece başkalarına değil, kendine de, Yahudilere de tarihlerinin en büyük kötülüğünü yapan bir projedir.
İsrail bu haliyle de bütün uluslararası ilişkiler mantığı, hukuku ve varlığı içinde bir istisna oluşturuyor. Bu istisnailiği onun hiçbir kurala tabi olmaması, hiçbir kuralı tanımamasından ileri gelse de şimdilik bu kural tanımazlığını destekleyen bir gücü de hoyratça ve sorgusuz sualsiz, şımarıkça kullanabilmesinden ileri geliyor.
İstisnai hareket edebilmek aslında güç mantığı açısından egemen olmanın göstergesidir. Egemen olan istisnayı ortaya koyabilendir. Ancak hiçbir egemen sürekli istisnai hatlarda hareket ederek egemen olmayı sürdüremez. İsrail’e bu istisnai alanı sınırsızca tanıyan ABD veya kurulu dünya düzeni de aslında giderek kendi sınırlarına ve sonuna hızla yaklaşmış oluyor.
Lübnan’a uzanan saldırganlık orada durmayacağını da gösteriyor ve buradan gideceği yer bu istisnacılığın bütün insanlık için bir tehdit haline gelmesidir. İsrail bütün insanlık için bir tehdit oluşturmaktadır. Bu istisnacılığın dayandığı bağnaz-siyonist din yorumuna bu kadar büyük bir hareket alanının tanındığı bir dünyada hiç kimse bu bağnazlığa karşı güvende değildir.
Bütün düzeni bu bağnazlığı himaye etmek üzere kurmuş olan bu dünyanın ne aydınlanma iddiası, ne demokrasi ne laiklik ne insan hakları ve ne de akılcılık iddiasının hiçbir kıymeti harbiyesi kalmamıştır.
Bu dünya düzeni içinde İsrail istisnacılığına iki yüz yıl boyunca özenle işlenmiş olan bütün bu değerler feda edilmiştir. Bu da İsrail istisnacılığı yüzünden akıldan sonra akılsızlığın, bilgiden sonra cehaletin, demokrasiden sonra faşizm ve istibdadın, onurlu bir insanlıktan sonra zilletin tecrübe edildiği insani trajedinin resmidir.
HABERE YORUM KAT