Lübnan siyasetinde Fransa açmazı
Fransa’nın Doğu Akdeniz’de etkin olma arayışındaki temel açmaz, bölgedeki sorunların temel dış kaynaklarından biri olmasına rağmen kendisini çözümün merkezi olarak konumlandırması ve Lübnan’daki gelişmeleri bu yönde değerlendirmesidir.
Dr. Mustafa Yetim / Anadolu Ajansı
4 Ağustos’taki Beyrut Limanı patlamasının ardından 1 Eylül’de Lübnan’ı ikinci kez ziyaret eden ve burada uluslararası ilişkiler literatürüne önemli etkisi olan Antonio Gramsci’nin “eski ölüyor, yeni doğamıyor” şeklindeki meşhur ifadesine atıf yaparak Lübnan’ın içinde bulunduğu çok boyutlu krizi tarif etmeye çalışan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, bu söylemle aslında Paris’in yeni Doğu Akdeniz yönelimini ve bu yönelim içerisinde Lübnan’ın konumunu özetlemeye çalıştığı da söylenebilir.
Doğu Akdeniz ile herhangi bir deniz sınırı bulunmamasına rağmen Suriye ve özellikle Lübnan gibi geçmişte koloni rejimleri kurduğu ülkelerdeki etkisini tekrar canlandırmayı amaçlayan ve Akdeniz bölgesindeki siyasi-askeri girişimlerini yoğunlaştıran Macron liderliğindeki Fransa’nın “Pax Mediterranea (Akdeniz Barışı)” olarak ifade etmeye çalıştığı şey, “ölen eskinin farklı şekillerde yeniden doğmasını” mümkün kılma çabası şeklinde özetlenebilir. Lübnan başta olmak üzere Tunus, Fas ve Cezayir gibi ülkelerde de sömürge rejimleri kuran Fransa’nın, son dönemde Akdeniz bölgesinde yaşadığı etki-güç kaybının bu yönelimin temel dış besleyicisi olduğu söylenebilir. Dolayısıyla Macron’un Lübnan bağlamındaki girişimlerinin genel bir Akdeniz bağlamından ayrı düşünmek mümkün görünmüyor.
Macron'un Lübnan siyasetini dizayn girişimi
Avrupa Birliği (AB) içinde Almanya ile rekabet halinde olan ve İngiltere’nin AB’den ayrılması sonrasında AB’yi kendi Akdeniz politikası ekseninde şekillendirmeye çalışan Macron’un, Akdeniz’de Rusya ve ABD gibi küresel aktörlerin ve Türkiye gibi bölgesel aktörlerin artan etkisinden kaygılandığı söylenebilir. Lübnan konusunda farklılaşan ABD-Fransa çatışmasının ve Rusya’nın Suriye-Lübnan gibi Levant ülkeleri üzerinde güçlenen rolünün bu kaygıları beslediği görülüyor. Bu noktada uzun yıllardır mülteci krizi, çöp krizi, uzun dönemli protestolar, sosyo-politik sarsıntılar gibi pek çok karmaşık ve her biri birbirinden ağır sorunlarla yüzleşen Lübnan’ın Fransa tarafından birden “hatırlanması” Macron’un genel Doğu Akdeniz politikası çerçevesinde değerlendirilmeli. Lübnan’daki bir kesimin “yeniden Fransız sömürgesine dönme” çağrısı yapması, bu ülkedeki bazı Hristiyan grupların Fransa’ya yönelik olumlu tutumu ve ülkedeki mezhep temelli aktörlerden Hizbullah da dahil önemli bir kesiminin Fransa ile var olan güçlü temasları Macron’a, Fransa’nın bölgede bozulan imajını ve sınırlanan etkisini düzeltme fırsatı sundu. Bu çerçevede Feyruz gibi Lübnan’ın önemli simgelerinin Macron tarafından ziyaret edilerek Lübnan’daki tüm aktörleri bir masa etrafında bir araya getiren ve Lübnan’da Mustafa Edip öncülüğündeki hükümet kurma sürecini bizatihi yönlendiren Macron, Lübnan için gerekli reformları hayata geçirebilecek reform hükümetinin kurulması sonrasında bu ülkeye ekonomik yardımın sağlanması için uluslararası konferans çalışmaları yapacağını dile getirdi.
Diğer taraftan Macron tarafından tanınan sürenin dolmasına rağmen Lübnan’da “partili olmayan” hükümet kurulamadı, hükümeti kurma görevini alan Edip istifa etti ve bunun üzerine Macron Lübnan’daki siyasi düzeni elinde tutan siyasi güçleri “ihanetle” suçladı fakat yaptırım konusunu gündeme getirmedi. Dahası bu konuşmasında Hizbullah’ı hedefe koyan Macron, bu oluşuma “hem Lübnan demokrasisinde siyasi bir aktör hem de İsrail’e karşı savaşan hem de Suriye’de mücadele eden bir oluşum” olamazsın şeklinde hitap ederek mevcut sorunların çözümsüzlüğünde Hizbullah’ı işaret etti. Bu durum Fransa’nın Hizbullah konusunda AB ülkelerine benzer daha sert tavır takınmasına ve bu oluşuma yönelik çeşitli kararlar almasına yol açabilir. Dolayısıyla Fransa’nın yumuşak güç stratejisine dayalı ve Lübnan’daki kronik istikrarsızlığı çözmeye yönelik girişimi de böylelikle sonlanmış oldu. Yine de Macron, Lübnan’a yönelik uluslararası konferans çağrısıyla ilgili olumlu mesaj verdi ve Lübnan’daki 1989 Ta’if Anlaşması’na dayalı güç dengesinin değişmesi gerekliliğine vurgu yaparak buradaki gelişmelerde aktif olacağına işaret etti. Lübnan’daki krizin çözülmesinden ziyade bu girişimiyle yumuşak güç durumuna ve zarar gören uluslararası-yerel imajı düzeltme çabalarına yatırım yapmayı hedefleyen Macron’un Lübnan yaklaşımın bazı reel-politik kaygıları da taşıdığı ve daha bütüncül bir yaklaşımın bir unsuru olduğu rahatlıkla ifade edilebilir. Lübnan'ın ardından Irak’ı da ziyaret eden Macron’un, öncelikle Levant ve Doğu Akdeniz bölgesini içeren alanda Fransa'nın eski nüfuzunu yeniden tesis etmeye çalıştığı aşikar. Kuzey Afrika, Sahel bölgesi ve Levant’taki bazı ülkelerde eski sömürgeci güç ve uzun yıllar bağımsızlık mücadelesi veren (1954-1962) Cezayir halkı gibi bazı topluluklara yönelik katliamlarıyla bilinen Fransa’nın mevcut girişimlerini “Akdeniz Barışı” olarak ifade etmesi ve yine bizatihi Lübnan’daki mezhepsel ve kırılgan siyasi sistemi oluşturan başat aktör olmasına rağmen Lübnan’da ironik şekilde çözüm girişimlerini yönlendirmesi Fransa’nın Doğu Akdeniz politikasına yönelik temel açmazlar olarak karşımıza çıkmakta. Diğer bir ifade Fransa’nın Doğu Akdeniz’de etkin olma arayışındaki temel açmaz, bu aktörün bölgedeki sorunların temel dış kaynaklarından biri olmasına rağmen kendisini çözümün merkezi olarak konumlandırması ve Lübnan’daki gelişmeleri bu yönde değerlendirmesidir.
Fransa bölgede yeniden doğmaya çalışıyor
Kendisini Akdeniz bölgesindeki başat aktörlerden biri olarak konumlandırmayı amaçlayan Fransa’nın en temel reel-politik kaygısı bölgedeki enerji denkleminden izole olmama durumudur. Cezayir, Fas ve Tunus’ta geçmişe kıyasla belirleyici olma durumunu yitiren ve Muammer Kaddafi rejimini sonlandıran öncül aktörlerden biri olmasına rağmen burada diğer bir otoriter ve meşru Libya hükümetine karşı darbe girişiminde bulunan Halife Hafter gibi bir figürü destekleyerek Libya’da da diplomatik anlamda ve saha gerçekliklerinde bir gerileme yaşayan Fransa’nın Lübnan’da, reel-politik kaygılardan arınmış “demokrasi” ve “istikrar” vurgusunun ne derece samimi olduğu sorgulanmalı. Diğer bir ifadeyle Fransa’nın özellikle Akdeniz bölgesinde genel itibarıyla Abdulfettah es-Sisi ve Halife Hafter gibi otoriter figürlerle işbirliğine yönelen Fransa’nın Lübnan’daki demokrasi ve istikrar vurgusunun da sadece idealist politikalar çerçevesinde değerlendirilmesi yanıltıcı olacaktır. Lübnan’ın Doğu Akdeniz bölgesinde sahip olduğu kıyı şeridi, İsrail-Filistin, Suriye ve Kıbrıs Adası ile deniz sınırları ve son dönemde Rusya temelli doğalgaz şirketleri başta olmak üzere uluslararası şirketlerin Lübnan’ın muhtemel doğalgaz rezervlerine yönelik ilgi Fransa’nın Lübnan’ı tekrar “hatırlaması”na yol açan reel-politik kaygılardan en önemlisi olarak zikredilebilir. Bu nedenle Fransa’nın özellikle Kuzey Afrika ve Sahel bölgesinde karşılaştığı önemli meydan okumaları Levant bölgesindeki aktörlerle telafi etme arayışında enerji kaynaklarına sahip olma ve bu kaynakları dünya pazarlarına ulaştırma açısından stratejik konumdaki Lübnan’a ayrıca önem atfettiğinin altı çizilmeli. Halihazırda bu ülkedeki pek çok aktörün ve özellikle Fransa’nın 100 yıl önceki Lübnan kolonyal dizaynı neticesinde burada uzun yıllar başat aktör konumunda yer alan Maruni Hıristiyanların Fransa ile yakın temasları, Macron’a Akdeniz bölgesinde belirli oranda bozulan Fransa’nın imajını burada güçlendirme alanı oluşturdu.
Diğer taraftan Lübnan’da yumuşak güç unsurlarıyla oluşturulmaya çalışılan Fransa imajının konu Türkiye-Yunanistan arasındaki karmaşık sorunlara geldiğinde sert güç unsurlarına da evrilebildiği ve Fransa’nın diyalog ve müzakere öneren Türkiye’nin çağrılarına rağmen hukuksuz ve temelsiz taleplerde bulunan Yunanistan-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) gibi aktörlerle birlikte hareket ettiği anlaşılıyor. Diğer bir ifadeyle Fransa, genel olarak Akdeniz ve özel olarak Doğu Akdeniz’de güç merkezi haline dönüşme isteği çerçevesinde ülkelere ve meselelere göre değişen taktikler geliştirmekte. Bu durum Almanya gibi AB ülkeleri tarafından açıkça eleştirilmemesine rağmen Fransa’nın Lübnan başta olmak üzere bu bölgede oluşturmaya çalıştığı ve eski kolonyal gücün farklı şekilde yayılmacı anlayışına işaret eden bu politikaların Avrupa içinde de bazı sorunlara yol açması muhtemel. Enerji meselesinin yanı sıra Fransa’nın genel olarak Akdeniz ve özel olarak Lübnan yaklaşımında olası mülteci problemi ön plana çıkıyor. Halihazırda Fransa’da 1975-1989 dönemindeki Lübnan iç savaşı nedeniyle önemli sayıda Lübnanlı göçmenin bulunduğunu ve bunların adeta bir diaspora oluşturduğunu düşündüğümüzde Lübnan’daki bir iç savaş durumunun Fransa’yı tekrar aynı kaygı ile karşı karşıya bırakması durumu söz konusu. Dolayısıyla Libya, Tunus ve Suriye gibi ülkelerdeki istikrarsızlıklar nedeniyle göç sorunu ile karşılaşan ve bunun neticesinde aşırı sağ akımların yükselişiyle iç politik mücadele içerisinde olan Fransa’nın Lübnan’daki istikrarsızlığı giderme konusunda bu şekilde bir reel politik kaygıya sahip olduğu söylenebilir.
Aşırı sağın yükselişinin yanı sıra başta yeni tip koronavirüsle (Kovi-19) mücadele sürecindeki yetersizlikler olmak üzere bir dönemdir Fransız halkından önemli destek gören, “Sarı Yelekliler” şeklinde tanımlanan oluşumların da Macron iktidarından rahatsız olması, Macron’u başta Lübnan olmak üzere Akdeniz bölgesinde aktif olmaya iten öncül diğer iç sebepler olarak belirtilebilir. Özellikle Lübnan girişimlerinde tüm aktörleri bir araya getirmesi, ekonomik-siyasi önerilerde bulunması ve Lübnanlı bir kesim tarafından memnuniyetle karşılanması Macron’un Fransız iç siyasetinde değerlendirebileceği “kazanımlar” olabilir. Diğer taraftan Lübnan başta olmak üzere Macron öncülüğündeki Fransa’nın Akdeniz’de yeniden merkezi aktör olma hedefinde Türkiye’yi en önemli meydan okuma olarak gördüğü son girişimlerinde anlaşılıyor. Fransa’nın Lübnan ziyaretine yönelik destek ileten ülkeleri, Yunanistan-GKRY ile yoğunlaşan askeri-siyasi temasları, Kuzey Afrika bölgesinde Türkiye’nin faaliyetlerine yönelik olumsuz tavırları dikkate aldığımızda Macron’un, Türkiye karşısında konumlanan Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Yunanistan gibi aktörlerle Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de en azından şu ana kadar etkisizleştirme çerçevesinde politikalar yürüttüğü görülüyor. Bu bağlamda Fransa ile hareket eden bahsi geçen Orta Doğu ülkelerinin, Türkiye’nin Lübnan başta olmak üzere Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki faaliyetlerini temelsiz ve ilgisiz şekilde “Yeni Osmanlı” yönelimi şeklinde ilan ederken bizatihi bu bölgedeki kolonyal mirasın en önemli dış sorumlularından biri olan Fransa’nın girişimlerini memnuniyetle karşılaması anlaşılması güç diğer bir durum. Sonuç olarak Fransa bölgede kolonyal mirası hatırlatır şekilde “yeniden doğmaya” çalışırken Lübnan’a vurgulanan nedenlerle ayrıca önem veriyor ve Türkiye’yi ise yeni bölgesel dizaynında en önemli meydan okuyucu olarak düşünüyor.
[Eskişehir Osmangazi Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan Dr. Mustafa Yetim, aynı zamanda Ortadoğu Araştırmaları Merkezi'nde (ORSAM) uzman olarak çalışmaktadır]
HABERE YORUM KAT