Lübnan için gelecek hiç bu kadar karamsar olmamıştı...
Gazeteci Feyza Gümüşlüoğlu Beyrut gözlemlerini ve Lübnan’daki genel havayı incelerken Hizbullah'ın zaaflı konumunu analiz ediyor.
Feyza Gümüşçüoğlu / Fokus Plus
Bombaların ve Feyruz’un sesinin birbirine karıştığı şehir: Beyrut’tan notlar
Lübnan’da Hizbullah mensuplarının kullandığı çağrı cihazlarının ve telsizlerin bir gün arayla patlatılması sonrasında gerilim yine tırmandı. Saldırılar, uzun zamandır korkulan daha büyük ve bölgesel bir savaşın çıkma ihtimalini artırdı.
İsrail-Lübnan sınırında 8 Ekim 2023'ten bu yana karşılıklı çatışmalar sürerken, tansiyon inişli-çıkışlı ve kimilerine göre ‘kontrollü’ bir biçimde devam etmekte.
Lübnan, güney sınırında devam eden bu sürekli çatışma haliyle yaşamaya alışmışken, başkent Beyrut başta olmak üzere ülkenin tamamını içine alacak daha büyük bir savaşın da gölgesi altında yaşıyor. Bunu Beyrut sokaklarında hissetmek mümkün.
Aslında 2019 protestoları ve Ağustos 2020 liman patlaması sonrası ülke bir türlü belini doğrultamadı. Lübnan yalnızca 7 Ekim sonrası artan gerilimin ve savaş riskinin gölgesinde değil, çok daha derin ve kronik bir siyasi ve ekonomik krizin içerisinde yaşıyor.
“Orta Doğu’nun Paris’i” üzerinde kara bulutlar
Esasında Lübnanlılar savaşa oldukça aşina. Beyrut sokakları 1975 yılında başlayıp 1990’a kadar süren iç savaşın izlerini taşıyan, her adımda o günleri hatırlatan binalarla dolu. Bunlar yalnızca binalardaki mermi ve kurşun izleriyle sınırlı değil elbette; bir de gözle görülmeyen izler var. Halktaki yorgunluk, bıkkınlık, belini doğrultamamış bir ekonomi, dağınık bir mezhepçi yapı ve iç siyasetteki kırılganlık, bir zamanlar “Orta Doğu’nun Paris’i” olarak nitelendirilen bir başkentin üzerine kara bulut gibi çökmüş durumda.
Lübnan merkezli Hizbullah ve İsrail arasında topyekün bir savaşın her an başlama olasılığı, başkent Beyrut sokaklarında da kendini farklı şekillerde hissettiriyor. Savaş riskinin en somut göstergesi aslında daha Beyrut’a varmadan başlıyor. Nitekim Türkiye dahil pek çok ülkenin seyahat uyarıları gölgesinde Beyrut’a giden uçaklar büyük ölçüde boş, daha doğrusu yabancı turist neredeyse yok. Bu durum, Beyrut-Refik Hariri Havalimanı’na inince de açıkça görülüyor.
Beyrut’un canlılığı ve kalabalıklığıyla bilinen meşhur Hamra Caddesi, ülkede bir şeylerin yolunda gitmediğini hissettiren noktalardan bir diğeri. Cadde geçmiş yıllara kıyasla nispeten daha tenha, yoğun olması gereken saatlerde insan görmek daha zor. Dükkanların bazıları kepenk indirmiş; boşalan, “kiralık” ibaresi yer alan çok sayıda dükkan mevcut. Var olan mağazaların içinde ise pek müşteri yok.
Normalde yerli ve yabancı turistlerin en fazla rağbet ettiği bölge olan Hamra’da oteller de kötü gidişattan nasibini almış. Hamra’nın eski ve önde gelen otellerinden birini yıllardır ailesiyle birlikte işleten Ruba, bu yılın çok sakin geçtiğini söylüyor.
Normal şartlarda yoğun geçen yaz döneminde bu yıl neredeyse hiç müşteri almadıklarını belirten Ruba, “Müşteri gelsin diye fiyatları da düşürdük ancak maalesef kimse yok” diyor.
Ruba, ailesiyle her yaz Türkiye’ye tatile gittiklerini ancak bu yıl gidemediklerini de sözlerine ekliyor. Bunun en önemli sebebini ise, ekonomik durumun yanı sıra “Biz dışarıdayken burada bir şey olur da ülkeye tekrar dönemeyiz diye çekindik” sözleriyle özetliyor.
“Yeter, yorulduk!”
Savaş yorgunu Beyrut’ta Lübnanlıların yeni bir savaş olasılığı karşısındaki psikolojisini en iyi anlatan örneklerden biri de duvar yazıları ve reklam panoları.
Hamra caddesinde, indirilmiş vaziyette olan bir dükkan kepenginin üzerinde Arapça, “Lübnan savaş istemiyor” yazısı dikkat çekerken, şehrin çeşitli noktalardaki reklam panolarında kadın ve çocuk görselleri eşliğinde “Yeter, yorulduk!” ifadesi yer alıyor.
İç ve dış baskılar
2019’daki protestolar ve 2020’de Beyrut’taki liman patlamasıyla ağır darbe alan, 7 Ekim sonrası yaşananlarla daha da dibe vuran Lübnan ekonomisinin bir savaşı daha kaldıramayacağı aşikar. Nitekim Hizbullah-İsrail arasında güneyde devam eden çatışmaların genişleyerek ülke geneline yayılma ihtimali, ödenecek bedelin ne kadar yüksek olduğunu iyi bilen bir ülkede her şeye rağmen düşük görülüyor. Hizbullah’tan yapılan açıklamalar da aslında başından beri topyekün bir savaşın istenmediği ancak ‘İsrail mecbur bırakırsa bundan kaçınılmayacağı’ yönündeydi.
Hizbullah’ın güneyi savunabileceği ancak Lübnan’ın tamamını savunacak kapasitede olmadığı da savaş riskini göze alamamasının sebepleri arasında gösteriliyor.
İçeride belli kesimlerden Hizbullah’a halk desteği olsa da hiç kimse savaş istemiyor. Bu psikoloji ve ekonomik kriz Hizbullah üzerinde iç baskı yaratırken, dışarıdan da Hizbullah’ı daha kapsamlı bir savaştan vazgeçirmeye yönelik baskılar sürüyor. Bu kapsamda en son Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell Beyrut’taydı. “Lübnan halkının savaş değil barış ve istikrar istediğini” söyleyen Borrell, Lübnan ve İsrail'e sağduyu çağrısı yaptı.
Beyrut Amerikan Üniversitesi tarih bölümü öğretim üyesi Dr. Makram Rabah, Hizbullah ile İsrail arasında yakın vadede kapsamlı bir savaş beklemeyen isimlerden.
İlk olarak 17 Eylül günü meydana gelen çağrı cihazlarının patlatıldığı saldırıyı değerlendiren Rabah, İsrail’in bu saldırıyı düzenlemesinde ‘bir süredir sınır operasyonlarında sıkışmış olmasının’ etkili olduğunu düşünüyor.
Rabah, “Tam teşekküllü bir savaşa girmeden böylesi taktiksel bir operasyonu yapmak en azından İsrail ordusunun morali üzerinde olumlu bir etki yaratır.” yorumunu yapıyor.
‘Ne olursa olsun, Hizbullah'ın benzer bir şekilde yanıt verme niyeti veya kabiliyeti olmadığını’ savunan Rabah, olay sonrası Hizbullah’ın “ideolojik söylemine geri döneceği ve bunu somut bir eyleme dönüştürmeyeceği” öngörüsünde bulunuyor.
Hizbullah’ın askeri kapasitesinin kimilerinin iddia ettiği kadar güçlü olmadığını da savunan Rabah, “Savaş sadece askeri değil aynı zamanda ekonomik bir mesele. Şu anda Lübnan’da bir hükümet yok, ekonomi çökmüş vaziyette. Lübnanlılar savaş istemiyor, zaten bu savaşı da kendi savaşları olarak görmüyorlar” diyor.
Rabah, Hizbullah ile İsrail arasındaki çatışmaların zaman zaman yoğunluğu artarak en azından ABD’de 5 Kasım günü yapılacak seçimlere kadar devam etmesini bekliyor.
İki yıldır Cumhurbaşkanı seçilemiyor
Lübnan’ı İsrail’le kapsamlı bir savaşa çekmekten alıkoyan en önemli unsurlardan biri olarak da Hizbullah’ın sahip olduğu kamuoyu desteğini kaybetme endişesi gösteriliyor. Nitekim bunun dışında, Dr. Rabah’ın da işaret ettiği üzere, Lübnan’da Hizbullah’a baskı yapabilecek bir cumhurbaşkanı ve devlet otoritesi bulunmuyor.
İki yıldır bir cumhurbaşkanı seçemeyen Lübnan halen geçici hükümet tarafından yönetiliyor.
Lübnan’da cumhurbaşkanı seçmek hayli zor. Cumhurbaşkanının iç savaş sonrası oluşturulan mezhepçi anayasaya göre Hıristiyan Maruni olması gerekiyor.
Lübnan’da Mezhepler kitabının yazarlarından Dr. Tuba Yıldız’a göre aslında Lübnan anayasasında böyle bir yazılı kural yok; 1932’deki ilk ve son nüfus sayımı sonrası demografik olarak Maruni nüfus daha fazla çıktığı için bu uygulama sözlü bir teamül olarak kalmış.
Uzun zamandır hükümet kurulamadığına, kararların alınamadığına, bunun da sosyal ve ekonomik durumu etkilediğine değinen İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Yıldız, “Herkes biliyor ki en kötü lider, lidersizlikten iyidir” ifadesini kullanıyor.
Yıldız, Hizbullah’ın Lübnan’da güçlü olmasına rağmen neden kendi adayını cumhurbaşkanı olarak seçtiremediği sorusunu, ‘Hizbullah’ın şu an öncelikli gündeminin bu olmadığına’ dikkat çekerek yanıtlıyor.
“Ülkede şu an herkes bir cumhurbaşkanı seçilmesine odaklı, Hizbullah hariç.” diyen Lübnan uzmanı, ‘Hizbullah’ın 7 Ekim sonrası en önemli gündeminin İsrail üzerinden yeniden meşruiyetini güçlendirmek olduğunu’ ifade ediyor.
Yıldız, “15 Mayıs 2022 seçimlerinde yaygın kanaatin aksine, aslında Hizbullah koltuk kaybetmedi ama farklı fraksiyonlardan müttefiklerini kaybetti. Bu nedenle siyasi ağırlığını da yitirdi.” diyerek, Hizbullah’ın adayı Süleyman Franciye’nin uluslararası desteği olmadığının da altını çiziyor.
Eski MB başkanının tutuklanması ve ekonomik krizin faturası
Dünyanın en yolsuz ülkeleri listesinin ilk sıralarında yer alan Lübnan’da 1997’de 100 dolar, 150 bin Lübnan lirası olarak belirlenmişti. Ülkede protestoların başladığı 2019’dan itibaren çatırdamaya başlayan bu uygulama 2023’e gelindiğinde artık kontrol edilemez bir hale geldi.
Yalnızca birkaç ay içinde Lübnan lirasının dolar karşısındaki değer kaybı anormal boyutlara ulaştı.
Bugün derin bir ekonomik kriz içinde olan Lübnan’da yerel paranın değeri neredeyse sıfırlanmış durumda. 1 dolar yaklaşık 90 bin liraya tekabül ediyor. Döviz bürosundan 100 dolar bozdurduğunuzda 10 milyon Lübnan lirası alıyorsunuz. Yerel paranın değeri o kadar yok ki, cebinde bir tomar lira taşımak yerine dolar kullanmak yalnızca yabancılar değil yerliler için bile daha cazip hale gelmiş. Nitekim hemen her mekanda fiyatların dolar cinsinden karşılığı da yazıyor, hatta menüsünde sadece dolar fiyatı yazılı olan yerler bile var.
Elektrik kesintileri ise yakıt krizinden ötürü artık gündelik hayatın parçası haline gelmiş. Beyrut’ta bölgeden bölgeye değişmekle birlikte devlet halkına günde yalnızca 2 ila 4 saat arasında elektrik verebiliyor. Lübnanlıların evlerinde jeneratörler mevcut, geri kalan sürede elektrik bu jeneratörlerden temin ediliyor. Evine misafir olduğumuz bir Beyrut sakini söz konusu kesintilerin 2020’den beri yaşandığını ancak devletin temin ettiği elektrik süresinin son aylarda giderek kısaldığını anlatıyor. Mesai saatleri bile buna göre kısaltılmış; normal şartlarda akşam 5-6 gibi işten çıkan insanlar, elektrik krizi nedeniyle uzun süredir öğle saatlerinde mesaiyi noktalıyor. Yaşam maliyetlerinin çok fazla artmasına karşın maaşlar ise bariz biçimde düşmüş vaziyette.
Lübnan son aylarda daha ziyade Hizbullah-İsrail çatışmaları üzerinden gündemde olsa da aslında ülkenin kendi iç gündemi de çalkantılı.
Derin bir ekonomik kriz içinde olan ülkede 30 yıl boyunca Merkez Bankası başkanlığı yapmış olan Riyad Salame, geçtiğimiz haftalarda zimmetine para geçirme başta olmak üzere çeşitli suçlardan tutuklandı.
Salame, Lübnan’daki ekonomik krizin ve paradaki değer kaybının başlıca sorumlularından biri olarak gösteriliyordu. Bu durum, Beyrut sokaklarındaki pek çok duvarda göze çarpan “Aranıyor” (Wanted) yazılı afişlerde de görülüyor. Söz konusu afişlerde Salame’nin, “Lübnan’da ekonomik çöküşü planlama suçu” ile arandığı ifadesi yer alıyor.
Dünyanın en uzun süre görev yapan merkez bankası başkanı ünvanını taşıyan Salame’nin tutuklanmasına Lübnanlıların bakışı ise değişkenlik göstermekte. Başkent Beyrut’ta konuştuğumuz insanlardan bazıları Salame’yi “hırsız” olarak tanımlayıp çöküşten sorumlu tutarken, kimileri ise sadece bir “kurban” olarak görüyor.
“İnsanların bankalardaki parasını çaldı” diyen Lübnanlı da var, “hırsız” suçlamasını abartılı bulup ülkede para olmadığı için Salame’nin insanların parasını “kullanmaya” mecbur kaldığını söyleyen de…
Hal böyle olunca Salame’nin tutuklanmasını “Lübnan kurumlarına olan güvenin yeniden tesis edilmesi için bir şans” olarak görenler ile bu tutuklamaya “tamamen sembolik, göstermelik bir karar” diye bakanları bir arada bulmak mümkün.
Salame’nin gerçekte hapiste olmadığına, ortalık yatışana kadar kendisin bir yerde “misafir edildiğine” dair kanı da halk arasında yaygın. Lübnan devletinin, Salame hakkında soruşturma açan ve arama kararı olan Fransa başta olmak üzere Avrupa ülkelerine karşı bu adımı attığına, yani aslında Salame’yi koruduğuna inanılıyor.
“Bizde devlet yok”
Hizbullah ve İsrail arasında, geleneksel anlamda beklendiği gibi bir savaş çıkar mı bilinmez ancak Lübnan’ın her hâlükârda belini doğrultmasının önünde daha uzun bir yol var gibi. Ülke ekonomik ve siyasi istikrardan henüz çok uzak görünüyor. Her şeyden önce Lübnan’da gerçek manada bir devlet yok. Bu durumun yarattığı karamsarlık bile başlı başına yeter. Nitekim hem akademisyenden hem taksiciden birebir aynısını duyduğumuz cümle de her kesimden insanın bu yokluğun farkında oluşunu acı biçimde gösterdi: “Sizde bir devlet var, bizde devlet yok.”
Beyrut sokaklarında yorgunluk ve bıkkınlığı duvar yazıları ve reklam panolarının yanı sıra insanların gözlerinden de okumak mümkün. Öte yandan bir korku ve panik halinden bahsetmek zor. Şehirde hayat kendi içinde “normal” akışında devam etse de aslında bu Lübnan standartlarına göre bir normal. Lübnanlılar savaş istemiyor çünkü savaşın ne olduğunu çok iyi biliyor. Savaşa karşı bir hazırlık durumları ise yok. Bir zamanlar turizmin önemli bir gelir kaynağı olduğu Beyrut’un sokakları ekonomik krizin ve yabancı yokluğunun da etkisiyle daha sakin olsa da hayat devam ediyor.
Çatışmaların sürdüğü güneydeki evine orta yaşlı bir kadın gece saat 10’da arabayla dönmekten çekinmiyor örneğin. 17 Eylül’de ilk patlamanın olduğu gece gençler kulübe eğlenmeye gidiyor. Patlamanın ertesi sabahı yaşlı bir Lübnan kadını, giyinip kuşanıp kolyesini takıp hiçbir şey olmamış gibi kahvaltıya iniyor. Her sabah olduğu gibi mekanlar Feyruz çalıyor. İnsanlar savaş senaryolarına dair analizlerin yapıldığı televizyon programlarını nargile içerek izliyor. Patlamaya dair son dakika haberini gösterdiğim genç bir taksici, “This is Lebanon habibi, no problem” diyor. Yani, hayat normal akışına -kısa bir kesintinin ardından- hemen geri dönüyor. Evet, günlük hayatın akışını durduracak bir tedirginlik hali yok ama bıkkınlık had safhada, ortalık daha durgun, sokaklar daha az canlı, insanlar tükenmiş, yorgun, hatta belki mutsuz.
Lübnanlı bir psikoloğun sosyal medyada yazdıkları, içinde bulunulan psikolojiyi güzel özetliyor: “Biz tam bir “peki şimdi ne olacak? “ülkesiyiz. Her acil durum, beynimizi ve vücudumuzu güvenlik arayışı içinde kapanma moduna geçirir. Sinir sistemimizin kronik hiperaktivasyonu ile ertesi gün yeniden çalışmaya başlarız ancak travmalar karşısındaki bu tutumumuz iyi olduğumuz konusunda sizi yanıltmasın…”
HABERE YORUM KAT