Lozan'ın büyüyen yırtıkları: Oniki Ada Yunanlara altın tepside bağışlandı
CHP’lilerin ezberlerini bozma pahasına söyleyelim ki Lozan’da emperyalistlere birçok taviz vermişizdir. Emperyalizme verilen tavizler bilahare Yunan, İngiliz ve Fransız kılıklarında devam etti ve nihayet 1946’da ABD kılığına girdi.
Mustafa Armağan / Yeni Akit
Haberlere bakılırsa 15 Temmuz tatili için Yunan adalarına gitmek isteyen binlerce TC vatandaşı Balıkesir’de kuyruk olmuş.
Hâlbuki o adalar bizimdi. CHP yönetiminin hataları yüzünden Yunanların oldu. Şimdi bizi günübirlik kazıklıyorlar.
Lozan Barış Anlaşması 101 yaşında ama üzerine yeterince yayın yapılmadığı gibi derinliğine de tartışılmadı.
Lozan üzerine doktora tezlerini bırakın. Lozan’ın kendisi üzerine tarihçiliğimizin yüz akı olabilecek bilimsel çalışmalar yapılmış değil.
1923 yılında TBMM’de Şükrü Kaya’dan Yahya Kemal’e, Mustafa Necati’den Vasıf (Çınar) Beye mebuslar kürsüye çıkıp Lozan’ı kıyasıya eleştirmişti. Ancak daha sonra ilkmektep çağından itibaren Lozan’ın bir zafer olduğu iddiasını milletin kafasına çakmak fersude bir gelenek halini alıp tenkidi bir tabu imiş gibi yasaklanınca olabileceğin en kötüsü oldu ve Lozan’ın hakikati unutulup gitti.
Hâlbuki Rauf Orbay’ın ölmeden önce yazdığı gibi ‘zafer… zafer…’ diye tutturulmasaydı, belki de halkımızda bir Lozan şuuru oluşabilecekti. Kayıplarımıza içimiz sızlayacak, bu toprakları niye kaybettiğimizi sorgulayacak ve şuurumuzun bir kaplan gibi kayıplar üzerine hamle yapmasına kimse mani olamayacaktı.
Bundan beş yıl önce Mısır, Sudan ve Kıbrıs’ın Lozan’da hem de Ekim 1914’ten muteber (geçerli) olmak kaydıyla İngiltere’ye bırakıldığını âmir maddeler, altında 1914 ibaresini taşıdığı için “başka bir antlaşmaya” ait zannedilmiş ve yorumlar yaprak gibi dökülmüştür. Hâlbuki bu kadar kara cehaletle yetişmiş kafaların algılayamadığı şey tam da buydu: Lozan’da bu ülkeler yeni sahiplerine 9 yıl öncesine dönülerek, yani 9 yılın geliri bonus olarak veriliyordu.
1914 yılında İngiltere bizimle savaşa girince işgal etmiş olduğu Kıbrıs, Sudan ve Mısır’ı tek taraflı olarak ilhak etmiş, yani “buralar artık benim” demiş, Osmanlı ise bunu reddetmiş ama bu ülkelerin (Kıbrıs dahil) vergi gelirlerinden pay alamamış ve 9 yıllık alacağımız birikmişti.
İşte Lozan’da iki gemimize el koyan İngiltere’den nasıl gemilerin anamızın ak sütü gibi helal olan parasını alamadıysak, nasıl Viyana’daki Deutche Bank’taki 5 milyon altınımıza el koyan hırsız İngiltere’ye bu parayı bağışlamışsak aynı şekilde Kıbrıs, Mısır ve Sudan’ın 9’ar yıllık gelirini de Lozan’ın 15. ve 20. maddeleri ile İngiltere’ye terk ediyorduk.
Lakin Lozan’ı yüzünden bir defa bile okumayanların yüzde 99’u teşkil ettiği bir ülkede Lozan’ı tartışıyormuş gibi yapmak havalı modadır. Bu bilgisizlikle Lozan’ı övmek de yermek de mantıksızdır, beyhude gayrettir.
Lozan’ın büyüyen yırtıkları
CHP’lilerin ezberlerini bozma pahasına söyleyelim ki 1) Lozan defalarca delinmiştir, 2) Lozan’da emperyalistlere birçok taviz vermişizdir. Emperyalizme verilen tavizler bilahare Yunan, İngiliz ve Fransız kılıklarında devam etti ve nihayet 1946’da ABD kılığına girdi.
Aşağıda Yunanlara verilen tavizler ve aldığımız karşılıklar üzerinde duracağız.
Lozan’da kendilerine bıraktığımız Oniki Ada’yı 2. Dünya Savaşı sırasında sıkışan İtalyanlar iade etmeyi teklif ettiler bize. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün muhteşem(!) cevabı şöyleydi: ‘Bizim yabancı topraklarda gözümüz yoktur.” 20 yıl önce Lozan’da verdiğin adalar şimdi el (yabancı) toprağı oldu öyle mi?
Peki, İtalyanların gitmesinden sonra boş kalan adalara ne oldu? Bir kısmını İngilizler işgal etti, diğer kısmını Almanlar. Burnumuzun dibinde bir ada kapma savaşı yaşanıyor, biz ise kahraman(!) İsmet Paşa ile birlikte hava ve amfibi harekâtlarını Bodrum kıyılarından heyecanla seyrediyorduk. Sonunda Hitler’in askerleri baskın çıktı ve adalarımızı İngilizlerden koparmayı başardı. Artık Almanya yeni komşumuz olmuştu.
Sene 1945 oldu. Bu sefer Almanlar kendi vatanlarında sıkıştı. Askerlerini çekecekleri zaman adalarımızı bize, yani asli sahibine iade etmeyi teklif ettiler. Gelip mülkünüzü alın, biz gidiyoruz dediler. “Lozan kahramanı” bunu da kabul etmedi. “Gâvur toprağı”nda gözümüz yokmuş. Bu fırsat da kaçtı.
Adaların bu defaki işgalcisi İngiltere onları yasal sahibi İtalya’dan alıp Yunanistan’a teslim etti, yine seyrettik. Zannettik ki Yunanların gözüne gireceğiz, bu kıyağımızdan memnun olacak ve bizi harp sonrasında Batı kamuoyu nezdinde destekleyecekler. Nerede o civanmertlik Yunanda?
1936’de Menteşe ve Saruhan adaları için ilan etikleri 6 mil kararını hemen Oniki Ada için de ilan ettiler. Tek bir taşlarını dahi kaptırmamak için ellerinden geleni ardlarına koymadılar.
Bilir misiniz ki 2. Dünya Savaşı’nda Almanlar Yunanistan’ı işgal edince Yunan hükümeti İngiltere himayesindeki Kahire’ye taşınmak zorunda kalmıştı. Peki, biz ne yaptık, biliyor musunuz? Kıtlık yaşanan memleketimize ağır masraflara yol açsa da Atina büyükelçiliğimizi tuttuk Kahire’ye taşıdık! Yani Kahire’de hem Kahire hem de Atina büyükelçiliğimiz yan yana çalışıyordu sırf Yunanın hatırına.
O da yetmedi, zamanla Yunanistan’ın İran’la arası açıldı, Tahran elçiliğini kapamak zorunda kaldı. Türkiye yine Hızır gibi yardımlarına koştu ve birkaç yıl Tahran büyükelçiliğimiz aynı zamanda Yunan büyükelçiliği olarak çalıştı.
Bütün bu hazin ve aczimizi gösteren olayları -Rodos’un Almanlarca bombalanması dahil-Emekli Diplomat Selahattin Ülkümen Bilinmeyen Yönleriyle Bir Dönemin Dışişleri (Gözlem, 1993) başlıklı hatıralarında anlatır. (Savaş yıllarında Kahire’de çalışan Atina büyükelçimiz ise Enis Akaygen’dir. Simurg Yayınları hatıralarını yayınlamıştır.)
Diplomat Ülkümen ilginç bir anekdot anlatır ki, Yunanların karşısındaki tavizkârlığımızın hangi raddeye ulaştığını ortaya koyan benzersiz bir misaldir.
Yunan emperyalizmine hizmet
1930 yılında Yunanistan’ın bağımsızlığının 100. yıldönümü törenlerine Yunanistan’dan davet aldıklarını, katılmakta tereddüt edince Gazi’ye sorduklarını anlatan Ülkümen, ondan:
Canım biz de Osmanlı padişahına karşı gelerek Cumhuriyeti ilan etmedik mi? Elbette gidin cevabını aldıklarını yazar (s. 85-86).
Selahattin Ülkümen bilmediğimiz bir gerçeği daha açıklıyor ve İngilizler 26 Şubat 1941 tarihinde Antalya açıklarındaki -şimdi petrol ve doğalgaz aralamalarımız sırasında başımıza tam bir bela kesilen- Meis adasını ele geçirmiş ve İnönü’ye “Gelin, adayı teslim alın” demişler. Tabii İnönü daha sonra İtalya ve Almanya’dan gelen teklifleri reddettiği bu ballı hediyeye de tenezzül buyurmamış! (s. 37)
Peki, Türkiye Lozan’dan başlayan bir dizi taviz ve huluskârlık sonucunda Yunanistan’a yaranmayı başarabildi mi? Ne gezer, Yunan yine ne yapmak istediyse onu yaptı. Tavizlerimiz de bize işgal, düşmanlık, Enosis, Batı Trakya zulümleri ve Ayasofya üzerinde hak iddia etme vs. şeklinde yansıdı. Hem de acısını hâlâ çektirerek…
Bakın Uluslararası İlişkiler hocası Prof. Ahmet Şükrü Esmer bildiklerimizi nasıl tersine çeviriyor:
“1934 Dörtlü Balkan Paktı, ortakları arasında en çok Yunanistan’ın lehine işlemiştir. Türkiye gereksiz yere YUNAN EMPERYALİZMİNE HİZMET ETMİŞTİR.” (Ulus, 26 Eylül 1967).
Dikkat: Ulus, CHP’nin yayın organıdır.
Bizde de hâlâ Balkan Paktı’nı övüp dururlar.
HABERE YORUM KAT