Libya'ya sadece işçi mi gönderdik?
Libya olayları başladığı günden beri (diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi) gelişmelere yaklaşım biçimimizde tam bir yüzeysellik hakim. Medya adeta haritada her hangi bir ülkeden bahseder gibi... Hele şantiyeler ve orda çalışan işçiler olmasa nedeyse hiçbir insani, kültürel, tarihsel bağ kurulmayacak. Çin'in ve ya İtalya'nın kurduğu ilişkiden daha düşük profilde bir yaklaşım sergilendi. Hatta hükümetin Mısır konusunda öne çıkan açıklamalarından cesaret alanlar, Kaddafi'ye tavır konulmasını isterken de tarihsel arkaplana gönderme yapıyor değillerdi.
Bundan on beş yıl önce Trablusgarb'a ilk gittiğimde beni en çok şaşırtan husus, bugünkü nüfusuna göre bile hayli büyük görünen kapalı çarşısı olmuştu. Osmanlı döneminin önemli ticaret merkezlerinden biri olmasının bugüne yansıyan belirtisiydi. Bu merkez oluş, şehrin hacminden çok stratejik konumundan kaynaklanıyordu. Kuzey Afrika'nın, daha doğrusu Akdeniz'in, sahraya açılan en önemli ticaret kapılarından biri burasıydı. Kervan yollarıyla Akdeniz'den gelen mallar Afrika içlerine buradan taşınıyordu.
Bugün petrol ve doğalgaz hattının da hemen hemen aynı güzergahı çizmesi ilginçtir. Libya'nın derinliklerinde çıkan petrol ve doğal gaz boru hattı adeta kadim kervan yolunu takip ederek Trablusgarb'dan ihraç edilir. Afrika'nın üçüncü büyük petrol üreticisi olan Libya; İtalya, Fransa başta olmak üzere Avrupa ülkelerine önemli miktarda petrol ihracı yapmaktadır. Kaddafi'nin boru hatlarını sabote etme tehdidini bu açıdan önemsemek gerek.
Trablus'ta beni en çok etkileyen köşe kuşkusuz Turgut Reis'in türbesi olmuştu. Turgut Reis Endülüs'ten Müslümanları kovan İspanyollara karşı Mağrip'te savaşan, haçlı donanmalarına karşı Akdeniz'i koruyan denizcilerimizin başında gelir. Gannuşi'nin, "Türkler olmasaydı belki ben Hıristiyan olurdum" sözünün gerekçesi, Mağrip'teki İspanyol askeri varlığına, başta Barbaros kardeşler olmak üzere Osmanlı müdahalesidir. Gerçi Libya'daki Türk varlığı Osmanlı'dan öncedir. Karamanlıların burada etkinliği pek çok kimseyi şaşırtacaktır.
Turgut Reis'in türbesinde Fatiha okurken türbedar (muhtemelen özel görevliydi), övünerek Libyalıların ne kadar kahraman oldukları konusunda bana bir diskur geçmiş ve peşinden Atatürk'ün "Ben savaşmayı Libyalılardan öğrendim" dediğini söyleyerek olaya nokta koymuştu kendince. Tabii bu durumda, "İyi de, daha önce size savaşmayı kim öğretti?" sorusunu sormak anlamsızdı.
Fakat türbe görevlisinin atıfta bulunduğu husus yakın tarihimizin en önemli perdelerinden biridir. İtalyanlar Osmanlılara ültimatom verip Libya'yı medenileştirmek (!) üzere asker çıkarttığında Mısır üzerinden Libya'ya geçen Osmanlı subayları yerel direnişi örgütleyerek İtalyanlar karşısında müthiş bir direniş sergilemişlerdi.
Balkan Savaşı gailesinden sonra İtalya'ya bırakmak zorunda kalınsa bile Birinci Dünya Savaşı sırasında da gizlice gönderilen subaylar ve yerel halkın direnişi devam edecektir. Birinci Dünya Savaşı bittiğinde İtalyanlar hâlâ kıyı şeridinde birkaç garnizondan dışarı çıkamamaktaydı. Ve direnişçilerin arasında hanedan mensubu şehzade vardı. Teslim anlaşması imzalandığında bile direniş güçleri yenilmiş değildi.
Bu süreçte Senusîlik askeri ve siyasi olarak önemli rol oynamış yaygın bir tarikattır. Liderleri milli mücadeleye de katıldığı gibi Libya bağımsızlık mücadelesinde de anahtar rol oynamıştır. Kaddafi'nin resmi tarihinde, bu süreç görmezden gelinerek, karalanarak yeniden kurgulanır. Bunun en popüler örneği Ömer Muhtar filmindeki Senusîlik imajıdır.
Bugüne geldiğimizde Libya ile kurduğumuz ilişki şaşırtıcıdır. En son Kıbrıs çıkarmasında Libya'nın Türkiye'den yana sergilediği tavır unutulmuş gibidir. Dönemin başbakanı Callut İstanbul'a geldiğinde sanki yeni bir umut gibi karşılanmış, Kaddafi'nin Kıbrıs'ta Türkiye'ye silah yardımında bulunduğu, hatta sırtında silah taşıdığı yönünde efsaneler dolaşmaya başlamıştı.
Başta Mısır olmak üzere bazı Arap ülkelerinin Rumlarla yakın teması hatırlandığında, Türkiye'nin ambargo ile cezalandırıldığı dönemde bu tür efsanelerin kaynağı daha iyi anlaşılır.
Sonuçta Libya ile kurduğumuz ilişkiyi Moskova'da otel inşaatı düzeyinde ele almaya yatkın okur-yazarlarımızın hafıza yenilemeye ihtiyacı var. Bir yanda küresel rol oynama iddiasındaki bir ülkenin iddiasını tekzip eden bir durum söz konusu. Bu sadece medya ile de sınırlı değil. Akademik çevrelerden Hariciye'ye kadar genel bir zihniyet ve bilgi sorunu yaşıyoruz.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT