Libya’da Kararlı ve Caydırıcı Olan Kazanacak
Libya’nın BM tarafından tanınan meşru yönetimi Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin arka arkaya gelen başarılarının ardından bütün tarafların pozisyonlarını yeniden şekillendirdiği görülüyor.
Prof. Dr. Ferhat Pirinççi / Anadolu Ajansı
Libya’nın BM tarafından tanınan meşru yönetimi Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin (UMH) arka arkaya gelen başarılarının ardından bütün tarafların pozisyonlarını yeniden şekillendirdiği görülüyor. Artık Trablus’un güvenliği tartışma konusu olmaktan çıktı ve UMH’nin mevcudiyetine yönelik tehditler ortadan kalktı. Bu başarıları büyük ölçüde Türkiye’nin desteğiyle sağlayan UMH, bir yandan meşruiyetini pekiştirip sahada yeni kazanımlar elde etmeye çalışırken, diğer yandan yine aynı destekle ülkenin yeniden yapılandırılmasına yönelik hazırlık yapıyor.
Darbeci Hafter güçleri ise saldırı pozisyonundan savunma pozisyonuna geçti ve sahada daha fazla alan kaybetmemek temel amaçları haline geldi. Öte yandan Hafter destekçilerinin mücadelede kazanan tarafta olma beklentileri de dönüşüme uğradı ve artık tamamen kaybeden tarafta olmamak için zararlarını minimize etme yoluna gitmeye başladılar. Bunun için UMH’nin askeri ilerleyişini durdurmaya yönelik yoğun bir faaliyet içine girdiler. Daha önce sürece düşük angajmanla müdahil olan ABD ise UMH lehine nispeten daha aktif bir tutum takınmaya başladı.
Krizin yeni kilidi: Sirte ve Cufra
Libya’daki kriz halihazırda önemli bir dönüm noktasında. Tarafların yeniden şekillenen pozisyonları bağlamında Sirte ve Cufra özelinde sembolize edilebilecek olan bu dönüm noktası, Libya’daki krizin gidişatını ve belki de kaderini büyük ölçüde etkileyecek nitelikte. Zira Sirte’nin UMH kontrolüne geçmesi, Libya’nın doğusundaki Bingazi ve Tobruk’a ilerleme açısından ve “petrol hilali” olarak adlandırılan ülkenin güneyindeki stratejik petrol üretim bölgelerinin kontrol altına alınması açısından önemli bir adım olacak. Diğer bir ifadeyle, Sirte, Hafter güçlerinin bertaraf edilmesi sürecinde ve UMH’nin ülke genelindeki otoritesinin tesis edilmesinde bir eşik niteliğinde. Benzeri bir durum, askeri açıdan Cufra Hava Üssü için de geçerli. Bu nedenle UMH için Sirte’den ayrı düşünülemeyecek nitelikte stratejik önemi haiz Cufra Hava Üssü’nün, UMH’nin orta ve uzun vadeli amaçlarının gerçekleştirilebilmesi için kısa vadede Sirte’yle birlikte kontrol altına alınması elzem.
Gerilemeye başlayan Hafter de Sirte ve Cufra’nın stratejik öneminin farkında ve bu nedenle sonunun başlangıcına giden yolda en önemli aşama olan bu iki bölgeden geri çekilmemek için elinden geldiği kadar direnme yolunu seçecektir. Burada asıl sorun, Hafter’in direnç noktasının hangi düzeyde olduğudur. Son altı aylık dönem, Hafter milislerinin Türkiye’nin desteğini arkasına alan UMH karşısında direnç gösteremediğini ve UMH’nin sahadaki üstünlüğünü açık bir şekilde gösterdi. Dolayısıyla normal şartlar altında, Hafter milislerinin UMH’nin ilerleyişi karşısında çok da fazla direnemeyeceği beklentisi ortaya çıkıyor.
Bu noktada ise Hafter’in sahip olduğu milisler ve askeri kapasitesinden ziyade destekçilerinin tutum ve pozisyonları devreye giriyor. Zira meşruiyeti bulunmayan ve siyasal ve askeri kredibilitesi de her geçen gün eriyen Hafter, buna rağmen belirli düzeyde destek görüyor. Bu destek, Hafter’in şahsından ziyade temsil ettiği zihniyet ve destekçilerinin ulaşmak istediği hedefler nedeniyle veriliyor. Diğer bir ifadeyle, Hafter’e önceleri istekli bir şekilde verilen destek, sahadaki gelişmelerin etkisiyle artık Libya denklemi dışında kalmamak için kerhen verilen bir desteğe dönüşmüş durumda.
Son gelişmeler ışığında Libya’da oluşan statüko ve toprak kontrolü, nihai değil; geçici niteliktedir. Ancak gelişmelerin ne yönde seyredeceği, tarafların zımni ve sarih bir şekilde ilan ettikleri kırmızı çizgiler ve bu çizgilerin nasıl aşılacağıyla ilişkili. UMH ve onu destekleyen en önemli aktör olan Türkiye için kırmızı çizgiler Sirte ile Cufra’yı içerecek ama onunla sınırlı kalmayacak şekilde net: Darbeci milis gruplarının ve paralı askerlerin kontrol altında tuttukları topraklardan çıkarılması ve Libya genelinde devlet otoritesinin tesis edilerek siyasal ve ekonomik istikrarın sağlanması. Bu amacı gerçekleştirirken diplomatik ve siyasi müzakereler hiçbir aşamada dışlanmıyor; ancak gerektiği zaman askeri yöntemler kullanmaktan çekinilmiyor.
Sahadaki başarısızlıklarının ardından artık Hafter’in bireysel olarak kırmızı çizgi belirleme lüksü kalmadı. Onun yerine söz konusu kırmızı çizgiler doğrudan veya dolaylı bir şekilde destekçileri tarafından çiziliyor. Örneğin Rusya, her ne kadar Libya’da resmi olarak askeri varlık göstermediğini iddia etse de Wagner üzerinden kurduğu angajmanın yanı sıra UMH’nin Sirte ve Cufra’yı kontrol altına almasını engellemek için son dönemde Hafter güçlerine savaş uçakları transfer etmişti. Fransa, Hafter’e yıllardır yapmış olduğu yatırımların karşılığını alamayacağını görünce, en azından bir kısmını kurtarabilmek için harekete geçti ve bir yandan ateşkes çağrısını yinelerken diğer yandan Hafter’in gerilemesinde en etkili faktör olan Türkiye’nin UMH’ye desteğini, Türkiye’ye yönelik suçlayıcı bir dil kullanarak ve Türkiye’yi izole etmeye çalışarak kesintiye uğratmaya çalışıyor. Fransa’nın bu tavrında şüphesiz Libya’nın yanı sıra Doğu Akdeniz’deki güç mücadelesinde karşılaştığı nüfuz erozyonunun da etkisi bulunuyor. BAE ve Suudi Arabistan ise süreçte ön plana çıkmamaya çalışarak daha ziyade Mısır ve Arap Birliği üzerinden Libya’daki kayıplarını minimize etmeye ve denklem içinde kalmaya çalışmaktadır.
Bu noktada Mısır’ın BAE ve Suudi Arabistan ile olan ekonomik ve siyasi bağımlılığının da etkisiyle son gelişmelere karşı daha doğrudan bir tavır ortaya koyduğu söylenebilir. UMH güçlerinin Libya’nın batısının tamamını kontrol altına almasının ardından Sirte ile Cufra’yı almaya yönelik “Zafer Yolları Harekâtını” başlattığı 6 Haziran’da harekete geçen Sisi yönetimi, aynı gün Hafter ve Akile Salih ile birlikte Kahire’de toplanarak ateşkes çağrısında bulunmuş ve siyasal süreci başlatmayı teklif etmiştir. “Kahire Bildirgesi” adıyla yapılan bu teklif, yukarıda ifade edilen bütün Hafter şürekâsı tarafından desteklenmiştir. UMH’nin Sirte ve Cufra’nın özgürleştirilmesinden önce ateşkes olmayacağını açıklaması ve bu bölgelerde operasyon hazırlığına devam etmesi üzerine bir hamle daha yapan Sisi, 20 Haziran’da Sirte ve Cufra’yı Mısır’ın “kırmızı çizgisi” olarak ilan etmiş ve bu bölgelerin el değiştirmesi halinde Libya’ya yönelik askeri müdahalede bulunabileceği sinyalini vermiştir.
Kararlılık ve caydırıcılık testi
Günümüzde Hafter ve destekçilerinin temel amacı UMH’nin gerçekleştirdiği askeri ilerlemeyi durdurmak ve Sirte ile Cufra ellerindeyken süreci askeri boyuttan siyasal boyuta taşımaktır. Bu amaç gerçekleştirilirse, Hafter alacağı destekle askeri gücünü konsolide edebilecek ve destekçileri de Libya krizinin çözümünde kendilerine biçtikleri etkili rolü oynamaya devam edebilecektir. Bu bağlamda, bütün Libya üzerinde etkili olma yönündeki planların sonraki dönemlere bırakıldığı söylenebilir. Aksi bir durumda ise bunun tam tersi bir sonuç ortaya çıkacaktır. Diğer bir ifadeyle, Sirte ve Cufra’nın UMH kontrolüne girmesi, Hafter’in askeri açıdan sahada; siyasi açıdansa bölgede güç kaybetmesini hızlandıracaktır. Destek veren aktörlerinse Libya krizinin çözüm sürecindeki etkileri azalacak ve süreçten izole olma ihtimalleri artacaktır. Hafter destekçilerinin son dönemde Sirte ve Cufra üzerinden açık veya üstü örtülü kırmızı çizgi oluşturma girişimleri bu riski önlemeye yöneliktir.
Öte yandan, mevcut durum UMH ve Türkiye açısından sürdürülebilir ve kabul edilebilir bir durum değil. Zira mevcut durum, bu aktörlerin Libya stratejilerini gerçekleştirmelerini imkânsız hale getirme riski taşıyor. Dolayısıyla, iki kentin Hafter güçlerinde kalması, Hafter ve destekçilerinin Libya’daki siyasal sürece her zaman etkili bir şekilde müdahil olmalarını sağlayacak ciddi bir baskı unsuru niteliğinde.
Bu nedenle Hafter ve destekçileri mevcut durumu muhafazaya, UMH ve Türkiye ise sahada yakalanan ivmeyi devam ettirmeye çalışıyor. Burada diğer değişkenlerin yanı sıra tarafların çizmiş oldukları kırmızı çizgilerde ne kadar kararlı oldukları ve karşı tarafı ne denli caydırabileceği önem arz ediyor. Bu bağlamda UMH Zafer Yolları Harekâtı çerçevesinde operasyon hazırlıklarını devam ettirerek ve bütün Libya’nın kırmızı çizgileri olduğunu ilan ederek, Türkiye ise gerek üst düzeyde sürdürdüğü siyasal söylemlerle gerek Trablus’a yaptığı üst düzey ziyaretlerle gerekse de Doğu Akdeniz ve Libya kıyılarında gerçekleştirdiği askeri tatbikatlarla kararlılıklarını en üst düzeyden vurgulamıştır.
Hafter ve destekçileri açısından düşünüldüğünde, Mısır ve Rusya’nın süreçteki kararlılıkları ve caydırıcılıklarının mevcut durum üzerinde diğer destekçilere göre daha etkili olma ihtimali bulunuyor. Bununla beraber, Mısır açısından bakıldığında, Libya’ya askeri müdahale sinyali veren Mısır’ın ekonomik ve siyasal sorunlarının yanı sıra askeri hazırlık derecesi, Sina yarımadasındaki güvenlik sorunları ve Etiyopya ile Rönesans Barajı nedeniyle yaşadığı sorun, söylemini destekleyebilmesi açısından ciddi handikaplar oluşturuyor. Dolayısıyla olası bir Mısır müdahalesinin ortaya çıkaracağı maliyetin, Sisi yönetimi açısından katlanılmaya değer olup olmadığı tartışmalı.
Rusya açısından ele alındığında, Putin yönetiminin oldukça düşük maliyetle Libya’da önemli kazanımlar elde ettiği ve bu kazanımları kaybetmek yerine muhafaza etmek ve mümkünse arttırmak istediği açık. Ancak Libya krizinde Rus nüfuzunun belirgin bir şekilde artması, sadece UMH veya Türkiye açısından değil, başta ABD olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin de arzu etmeyeceği bir gelişme. Bu nedenle ABD daha önce nispeten düşük angajman sergilediği Libya krizine ihtiyatlı da olsa daha yüksek angajman geliştirmeye başlamış ve özellikle Amerikan güvenlik bürokrasisi ve NATO’da Libya’daki Rus etkisi üzerinde daha fazla durulmaya başlanmış durumda. Bununla beraber ABD’nin münferit olarak veya NATO üzerinden kısa vadede Libya’da net ve kapsamlı bir politikayı hayata geçirmesi beklenmiyor. Bu nedenle ABD’nin sahadaki gelişmeler üzerinde belirleyici bir rol oynamaktan ziyade UMH ve Türkiye’ye müzahir tutumunu belirginleştirmesi ve Rus etkisini bunun üzerinden sınırlandırmaya çalışması daha olası. Rusya’nın böyle bir adıma nasıl karşılık vereceği henüz net olmamakla beraber, ABD’nin UMH’yi önceleyen ve destekleyen tutumunun Libya’daki istikrarın sağlanmasına olumlu katkı sağlayacağı söylenebilir.
Fransa açısından bakıldığında, Fransa’nın Libya krizindeki inisiyatifini kaybettiği ve bunu kolay kolay geri kazanamayacağı söylenebilir. Fransız Devlet Başkanı Emmanuel Macron’un krizin çözümüne yönelik önerileri, Libya’nın komşularıyla yürüttüğü diplomasi ve Türkiye’nin etkisini sınırlandırmak amacıyla yaptığı açıklamaları uluslararası kamuoyunda ve sahada karşılık bulmamıştır. Askeri açıdan Fransız donanmasının Türk gemilerini taciz etmeye yönelik girişimleri de başarısız olmuştur. Mısır, BAE ve Suudi Arabistan öncülüğünde Arap Birliği’nde alınan kararların ve yapılan çağrıların tıpkı Avrupa Birliği (AB) tarafından yapılan çağrılarda olduğu gibi sahadaki gelişmeler üzerindeki etkisi sınırlı kalmıştır.
Sorunun tarafları açısından Libya krizinde gelinen nokta, bir nevi kararlılık ve caydırıcılık testi mahiyetindeyse de konunun süreçte sadece bir dönüm noktası oluşturduğu unutulmamalı. Bu dönüm noktasında sürecin nasıl gelişeceğine bağlı olarak Libya’daki ve bölgedeki güç dağılımının yeniden şekillenmesi kaçınılmaz. Bununla beraber, mevcut durumun uzamasının Hafter ve destekçilerinin lehine, UMH ve Türkiye’nin ise aleyhine gelişmeler ortaya çıkarma ihtimali bulunuyor. Zira zaman geçtikçe Rusya’nın Libya’ya daha fazla müdahil olması veya Mısır’ın askeri bir maceraya girişme ihtimali, krizin gidişatının daha farklı ve komplike olmasına yol açacaktır. Bu nedenle UMH’nin Türkiye desteğiyle gerçekleştireceği ihtiyatlı bir planlamayla ve riskleri dikkate alarak Sirte ve Cufra’yı kontrol altına alması her geçen gün daha fazla önem kazanıyor. Bu noktada UMH ve Türkiye’nin en önemli avantajları, moral üstünlükleri, meşruiyetleri ile kararlılıkları ve süreçte giderek güçlenen caydırıcılıklarıdır.
[Prof. Dr. Ferhat Pirinççi Bursa Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyesi ve SETA Güvenlik Çalışmaları Direktörlüğünde Kıdemli Araştırmacı olarak görev yapmakta olup Orta Doğu ve silahlanma üzerine çalışmaktadır]
HABERE YORUM KAT