Liberalizmin ardından -1
Doğu Avrupa ve Sovyet sistemindeki uygulamaların sosyalizmi bir hayal alemine taşımasıyla birlikte, liberaller de özgüvenlerini yeniden kazandılar.
Evrensel mücadelenin galibinin kendileri olduğunu, tarihin bir anlamda sonlandığını düşünecek kadar esrik bir ruh haline girdiler. Oysa değişen şey modernliğin kendisiydi ve liberalizm de, aynen sosyalizm gibi, bu yeni zihniyet dalgasının kıyıya vurduğu bir ideolojik fosil olma yolunda. Bu süreç doğal olarak uzun sürecek, liberaller kendilerine rakip belledikleri sosyalizan otoriteryen sistemlerle yel değirmeni savaşı yapmayı sürdürecekler, ama hayat, onların ayaklarının altındaki kumu süpürmeye devam edecek.
Liberalizm modernliğin bilgi kuramı üzerinde inşa edilmiş olan bir ideoloji. İnsanın gerçekliği kısmi olsa da doğru algıladığı ve bu algısını kendi deneyimleri çerçevesinde anlamlandırdığı varsayımından hareket ediyor. Böylece, herkesin algısı ve deneyimleri farklı olacağı için, hem insanlar arasında mukayese yapmayı anlamlı kılmayan, hem de dışarıdan bir otoritenin norm koymasını gayrimeşru hale getiren bir bilgi anlayışı bu. Ayrıca insanların bu türden bir mukayeseye veya norma ihtiyaçları da yok, çünkü herkesin bilgisi kendisi için sahih ve üstelik bir başkasının bilgisini tümüyle kapsayan kimse de yok... Dolayısıyla toplumsal kararların bireysel talep ve tercihlerin uzantısı olarak tasarlandığı, çoğunlukçu bir anlayışı öne çıkarıyor. Nitekim 'liberal pazar ekonomisinin' ve 'liberal demokrasinin' mantığı bu temel kabule dayanmakta.
Ancak gerçek hayat bazı liberalleri fazlasıyla üzmüş durumda. Çünkü liberalizmin egemen olduğu düşünülen sistemlerde, insanlar sürekli olarak liberal değerlerin dışına çıkma eğilimi göstermekle kalmıyor, bunu bizzat liberalizmle meşrulaştırıyorlar. Güç sahipleri ile güçsüzleri kategorik olarak eşitleyen ve hepsinin aynı 'düzlemde' birer karar alıcı olduğunu iddia eden böylesi bir ideolojinin hayal kırıklığı yaratması doğal. Nitekim gerçek hayat, güçlünün kararlarının güçsüze egemen olduğunu gösteriyor ve böylece liberalizm, güçlünün ideolojisi haline dönüşüyor. Sonuç liberalizmin giderek gerçek hayattan kopması ve bir ideal durum tasavvuru olarak işlevselleşmesidir. Aynen sosyalizm gibi bugün liberalizm de apolitik bir aydın kimliği... Cemaat oluşturma, o cemaatin içinde 'siyaset yapılıyor' duygusu üretme yeteneği var, ama toplumsal siyaseti etkileme gücü yok.
Hayal kırıklığı son dönemde daha da akut hale gelmiş durumda. Nitekim Atilla Yayla, Yorum sayfasındaki 29 Temmuz 2011 tarihli yazısında, birçok Batılı liberalin Müslümanlıkla karşılaşma sonrasında fanatikleştiği ve Avrupa'nın hoşgörüsünü korumak uğruna, hoşgörüsüzlüğü savunma noktasına geldiği tespitini yapıyordu. Yayla'nın işaret ettiği üzere, Batılı liberaller hoşgörüyü Avrupa'nın bir niteliği olarak sunup, bu niteliğin korunması için de Batı kültürünün homojenliğinin korunması gerektiğini öne sürüyorlar. Göçmenlere ayrımcılık yapılmasını meşrulaştıran bu bakış Yayla'yı rahatsız ediyor ama homojenlik arayışı liberalizmin temel eksenlerinden biri. Nitekim liberalizmin sahip çıktığı 'çeşitlilik' sadece fikirsel temelde olup ancak ortak bir kültür zemininde işleyebilen bir çoğulculuk anlayışını ifade ediyor. Laiklik ilkesi de aynı şekilde ortak kültüre sahip bir toplum varsayıldığında relativist bir yorumla sunuluyor, ama kültürler ve onları taşıyan cemaatler çeşitlendiğinde liberal laikliğin bir anda otoriterleştiğine tanık oluyoruz.
Mesele liberalizmin de, aynen sosyalizm gibi, 'reel' halinin belirleyici olması ve bu ideolojinin takipçilerinin söz konusu 'realite' ile yüzleşmemeleridir. Liberalizm adına yapılan her yanlış, teorinin iyi anlaşılmaması veya yanlış uygulanması olarak sunularak, 'hakiki' liberalizmin korunmasına çalışılmış, böylece liberalizm gerçeklikten kopuk, sadece idealize edilebilecek bir tasavvur olarak yeniden üretilerek aydınların hizmetine sunulmuştur. Bugün liberalizmi gerçekliğe tekabül eden bir yaklaşım olarak, sadece liberallerin kendi dar cemaatsel dünyalarında görmekteyiz. Ama siyasetin dünyasına döndüğümüzde, karşımızda sadece liberalizmi bir meşruiyet aracı olarak kullanan hakiki güç sahiplerinin kavgasını buluyoruz.
Sorun modernliğin tükendiği ve zihniyet zemininin güç kaybettiği bir süreçte, hâlâ modernlikten beslenen bir ideolojiyi ayakta tutma çabasının nafile olduğunun anlaşılamamasıdır. Demokrat zihniyet gerçekliğin algısını radikal bir biçimde değiştirirken, liberallerin kendilerine 'liberal-demokrat' diyerek ideolojilerine bir payanda aramaları sadece kendilerini aldatmaya hizmet ediyor. Çünkü bu iki yaklaşımın bilgi temeli tümüyle farklı ve Yayla gibi namuslu liberallerin farkında olduğu üzere 'reel' liberallerin demokratlıkla pek ilgisi yok... Onların savrulacağı yer yine modernliğin içindeki öteki kutup, yani otoriterlik. Modernlik kendi içine doğru kapanırken, zihniyet ekseninde liberallerle sosyalistler arasındaki mesafenin böylesine kısalması hiç de şaşırtıcı gözükmüyor.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT