Liberalizm
Liberalizmin hareket noktasında Newton'un varlık görüşü yatar. Bu özelliği dolayısıyla kendi içinde felsefi bir paradoks taşır. Yöneldiği hedefi rölativizm, felsefi zemini Newton'culuk ve pozitivizmdir.
Aydınlanma'nın evren görüşüne ve bunu temel alan tabii hukuka göre varlıkta kendi kendine işleyen yasalar vardır. Yani varlıkta işleyen bir determinizm söz konusudur. Bu determinizmi bozan şey insani müdahaledir. Evrendeki düzenin izdüşümü olan toplumsal hayata da müdahale olmasa, kendi kendine işleyen tabii bir düzen kurulacaktır. Bu, bizi zaruri olarak evrendekine benzer toplumda da kendi kendine işleyen bir makine fikrine götürür. Bu toplumsal makineye müdahale edilmemesi gerekir. Varlıkta düzeni devam ettiren gizli bir 'el' vardır. Bu Tanrı'nın eli olabilir; gizli bir bilinç, ismini koyamadığımız bir zekâ, mahiyetini çözemediğimiz bir kader veya belki de güçlülerin daima önünü açan bir şans da olabilir. Bu elin bir benzeri toplumsal hayatta ve iktisadi ilişkilerde etkisini gösterir. Devletin ve siyasetin görevi, sadece tabii işleyişi aksatan gayri tabii engelleri ortadan kaldırmak olmalıdır. Bundan hareketle liberaller, "karışmayın, müdahale etmeyin; bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler" diyor.
Eğer kâinatta olduğu gibi, toplumsal hayatta da saat gibi işleyen bir düzen varsa, bu düzende inanılmaz bir eşitsizlik var. Bu gizli elin sahibi neden bu eşitsizliği öngörmektedir? Tanrı bu kadar adaletsiz olabilir mi? Bu tanrı (BM'nin 19 Haziran 2009'da açıkladığı rakamlara göre) nasıl oluyor da 1 milyar 200 milyon insanın aç kalmasına rıza gösteriyor?
Tabii düzen demek, tabiata ait ve tabiata ilişkin bir düzen demektir. İlk liberaller bu düzenin yasalarının ilahi olduğunu kabul ediyorlardı. Keza ilk liberaller tevhitçiydi. Newton Allah'ın birliğine inanıyor, teslisi reddediyordu. Kısaca onlara göre bu düzen "tanrısal düzen"dir; bunun izdüşümü toplumsal hayatta da aranmalıdır.
Varlıkta elbette bir düzen vardır. Biz buna ilahi sünnetler (âdetullah) diyoruz. Kâinatın varoluşunu devam ettiren ve mümkün kılan ilahi sünnetlerdir. İslam kelamı açısından bu düzenin menşei bir Emr-i ilahi olan "Kün (Ol)!" emridir. Emr-i ilahi üç ayrı alanda tezahür ediyor. 1) Kün emriyle varlık kâinat buldu, yani bu emirle varlık varoluşa çıktı. 2) Ruh da Emr-i ilahidir, ruhun menşeinin ne olduğunu bilmiyoruz. 3) Vahiy veya din de Emr-i ilahidir.
Bu şu demektir: Mutlak izafide, sonsuz sonluda/fanide, sınırsız sınırlıda, ebedi ve evrensel olan tarihsel ve toplumsal durumda tezahür ve tecelli ediyor, el'an etmeye de devam ediyor. Emr-i ilahi (İlahi emir) mutlaktır fakat biz bu mutlak olanın sonluda, sınırlıda, fanide ve izafide tecelli ettiğini görüyoruz. Yani izafide, sonluda, sınırlıda, tarihsel ve toplumsal durumda kaçınılmazlıklar, zorunluluklar yoktur; kevf ve fesat âlemidir, imkânlar dünyasıdır; her şey değişir, başkalaşır.
Bu önerme bir hakikatin ifadesi ise liberalizmin içine düştüğü paradoksuyla baş başa kalır. İkincisi, ruh bedende tezahür ediyor. Bedenin halleri ve nefsin çeşitli durumları o ilk emrin menşeidir; bedende ve bedenin davranışlarında ortaya çıkıyor. Şu var ki, bedenin hareketleri otomatiğe bağlanmış değildir, fiillerimizi yöneten bir kumanda merkezi olan beynimiz vardır, kumanda merkezini çalıştıran da serbest irademiz, özgür seçimlerimiz, şu veya bu kritere göre teşekkül eden düşüncelerimiz, arzularımız, öngörülerimizdir. Üçüncüsü, Emr-i ilahi olan din/Hükümler, içtihatlarda ve zanni bilgilerde tezahür ediyor, kendini onda devam ettiriyor. İçtihadı mümkün kılan referans kaynakları olan asıllar (Kur'an ve Sünnet), doğru vaz'edilmiş usul ve sağlıklı bir biçimde işleyen akıldır. Şu halde bir Emr-i ilahi olan Şeriat da otomatiğe bağlanmış değildir. Fıkıh değişkendir. Bu çerçeveden baktığımızda liberal felsefenin fizik âlemde aradığı determinizm ve sosyo-politik hayatta dogmatizm seviyesinde savunduğu iktisadi ve siyasî zorunluluklar temelsiz kalır.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT