‘‘LGBT Biyolojik Olmaktan Ziyade Kimlik Patolojisidir’’
Eşcinselliğin, varlığımızın en temel normuna karşı bir taarruz olduğunu söyleyen Yıldırım, LGBT’nin biyolojik olmaktan daha fazla bir kimlik patolojisi olduğunu belirtiyor.
Yeni Şafak / Ergün Yıldırım
Eşcinsellik değerlerin yıkılmasıyla doğan patolojidir
Gey ve lezbiyenlerle ilgili araştırmalar ürkütücü veriler sunuyor. 1990 yılından itibaren her genç kadınlar arasında en az bir kadınla lezbiyen ilişkisi 3 misline çıkmış. Erkeklerde de geylik aynı orana sahip. 2009’da %4.5 olan erkek erkeğe eşcinsel ilişki 2016’da %8.3’e yükselmiş. Kadınlarda aynı oran %10.2’den %14.1’e gelmişti. Bu veriler “eşcinsellik doğuştandır” tezini tamamen yıkıyor. Peki o zaman bunu çoğaltan asıl sebepler ve mecralar nelerdir? İnternet Nesli kitabının yazarı Jean Twenge, bunu cep telefonun yaygınlaşmasına bağlıyor. Kimi araştırmacılar da internet ve sosyal medyanın artan etkisine işaret ediyor. Bu yeni mecralar her çeşit kötülük propagandalara insanın daha fazla açık hale getiriyor. Kötülüğün propagandasına ve bilgisine daha fazla maruz bırakıyor.
Çeşitli küresel internet platformları, insanların en mahrem mekânlarına ve ilişki alanlarına ulaşıyor. Bu teknolojiler, sapkın cinsel davranışlara kolay erişimi sağlıyorlar. Fakat bu mecralar ve teknolojiler kadar içerikler de önemli. Yükselen yeni bir cinsellik felsefesi var. Bu felsefe bu mecralara sürekli içerik üretiyor. Nedir bu felsefe? Toplumsal cinsiyet eşitliği ile önce cinsiyetsizlik düşüncesi pompalanıyor. Eşitlik gibi Fransız İhtilali yel dünyaya yayılan bir kavrama sığınıyor. Egemenlere ve sömürmeye karşı meydan okumanın kült kavramı olan eşitlik… Herkes eşitlikle daha birey olacağı yanılgısına giriyor. Eşitlik artık cinsellik alanında savunuluyor. Bu toplumsal cinsiyet eşitliği felsefesi ile “hiçbir şey doğuştan gelmez, her şey toplumla kazanılır” deniliyor. Böylece insan bütün cinsiyet farklılıklardan ve bunu düzenleyen geleneksel değerlerden koparılıyor. Arkasından bu defa LGBT geliyor. O da diyor ki “eşcinsellik doğuştandır”. Biz böyle yaratılmışız. Toplumsal değerler bizim doğal yönelimimizi bozuyor. Oysa yapılan bilimsel çalışmalarda insanın X ve Y gibi dişil ve eril iki kromozoma sahip olduğu görülüyor. LGBT’liler üzerinde Amerika’da uzun süre çalışan ve araştırmalar yapan Psikiyatr Prof. Dr. Nevzat
Tarhan, üçüncü cinsiyetin mümkün olmadığını söylüyor.
Toplumsal cinsiyet eşitliği “eşitlik” idealini vurgularken, LGBT “özgürlük” idealini vurguluyor. Artık özgürlük burada bütün değerlerin belirleyicisi oluyor. Post-truth çağının ana ideolojilerinden birisine dönüşüyor. Mesuliyet, ahlak, mahremiyet, neslin korunması gibi değerler önemini kaybediyor. Bireyin özgürlüğünü yaşaması mutlaklaşıyor. Bu da cinselliğin odağında gündeme geliyor. Yani özgürlük, istediğin cinsel tutumlara yönelme serbestliği olarak görülüyor. Hakikat düşüncesi kayba uğruyor. Çünkü iyi ve kötü, doğru ve yanlış gibi kesin ölçüler buharlaşıyor. Nihilizm ve rölativizmin çığlıkları yükseliyor. Bundan dolayı özgürlüğü sınırlayan ve tanımlayan değerler çiğneniyor. Benliğin karanlık dünyasında gezinen dürtüler zincirden boşalarak etrafa saçılıyor. Nefesin en barbar tarafları kudurmaya başlıyor. İnsan, kuduran bir nefis kesiliyor.
Hakikatin çoğulculuğu gibi cinsel kimlik de çoğullaşıyor. Kadın ve erkek ötesi arayışlar çoğalıyor. Her gün farklı bir cinsel kimlik peşine düşüyor insanlar. Büyük bir kimlik parçalanması yaşanıyor. Transcinsiyet haliyle akışkan cinsel davranışlar doğuyor. Ruh, beden ve zihin derin bir parçalanmadan ve acıdan geçiyor. Ruhsal ve sosyolojik patoloji ortaya çıkıyor. Hakikaten yapılan araştırmalarda gey ve lezbiyenlerde kişilik sorunlarına, cinsel işlev bozukluklarına, madde bağımlılığı ve alkolizm oranı çok yüksek. Örneğin eşcinsellerin %25-33’i alkol bağımlısı, uyuşturucu madde kullanma eşcinsel olmayanlara göre %190 daha fazla. Biseksüel gençlerde uyuşturucu madde kullanımı olmayanlara göre % 340 daha fazla. Cinsel arzularına taparak mutlu olma arayışına giren insanlar, büyük mutsuzluklar yaşıyor.
LGBT hakikatin bittiğini söyleyen bir zamanın içinde doğan patoloji. Bu patoloji büyük oranda sosyolojik ve kültürel. Biyolojik olmaktan daha fazla bir kimlik patolojisi. Çünkü cinsel kimliği parçalıyor, dengesiz hale getiriyor, belirsizleştiriyor ve akışkan bir biçime sokuyor. Sonuçta insanın kişiliğini dengede tutan sabit değerlere dayalı bir cinsel kimlik inşasının önüne geçiliyor. Küresel kapitalizm, bu ideoloji aracılığıyla post-truth zamanlarında tahakkümüne yönelen isyanları, meydan okumaları ve eleştirileri cinsellik alanına transfer ediyor. Önünde değer oluşturan, iyi ve kötü diye duran en keskin “namus kültürünü” darmadağın ediyor. Namusunu kaybeden nomosunu kaybediyor. Toplumu oluşturan çekirdek norm parçalanıyor. Eşcinsellik, varlığımızın en temel normuna karşı bir taarruzdur. İslam, dünyada değişmez hakikat idealine sahip tek dünya görüşü. İnsanlığı post-truth zamanların nihilist cinselliğin taarruzlarına karşı koruyacak tek sığınak. Ademoğulları neslini koruyan tek değerler manzumesi.
HABERE YORUM KAT